23 Haziran 2009

EKO-ANARŞİ NEDİR? ~Ramapithecus~

Eko-anarşi, klasik anarşizmin toplumsal veya çevresel meselelerdeki açmazlarının bir eleştirisi ve bu sorunların çözümüne ulaşma yöntemlerini geliştirmek üzerinden kendisini var eder. Tekno-endüstriyel sistemin dünya ve üzerindeki tüm yaratıklar için ölümcül bir tehlikeye sürüklenmesi toplumsal kurtuluş için mücadele eden insanların dikkatlerini çekmiş ve farklı bakış açıları geliştirmelerini sağlamıştır.



Toplumsal tahakküm ağının tekno-endüstriyel toplumda gittikçe karmaşıklaşarak tahakkümün sorgulanmasında illüzyonlara yol açması klasik anarşist hareketin, Anarko-solcu söylemden kurtulamayarak sistemin derin ve geniş bir şekilde sorgulamalarını engellemiştir. Klasik anarşizmin 1800’lerdeki işçi hareketlerinin içerisinde çıkması ve sınıfsal bakışın anarşiye gelenekselleşen ve katılaşan bir şekilde nüfuz etmesi ve klasik anarşizmin de insan-merkezli bakış açısında kurtulamayıp doğanın ele geçirilme projesini arzulamaları tahakküm olgusunu yaşamının her alanında söküp atmak isteyen insanlarda rahatsızlıklara yol açmış ve bunun bir sonucu olarak sınıf hareketlerinin sistemle iç içe geçtiği ve devrimlerin ihanete uğradığı dönemde ekonomik ve insan-merkezci bakış açısının dünyayı yaşanamayacak bir hale getirmeye başladığının farkındalığına varan bazı anarşistler esasen başta farklı bir akım olarak değil de anarşist hareket içerisinde bir duyarlılık yaratmak açısından eko-anarşi tanımlamalarını kullanmışlardır. Fakat tartışma süreçleri yayıldıkça anarşistler arasında çeşitli söylem ve yöntem farklılıkları ortaya çıkmış ve eko-anarşi bir fikir ve bir akım haline gelmiştir.



Eko-anarşistler, çevresel yıkımların yoğun olarak çoğaldığı bir dönemde, çift kutuplu dünya iktidarlarının insanlığı ele geçirmek için doğayı ele geçirme ve dolayısıyla onu yok etmeye hızla ve şiddetle devam ettiği bir dönemde çeşitli fikir ve eylem biçimleri ortaya koydular. 60’lara denk gelen bu süreçte ortaya çıkan çevresel hareketlerle eş güdümlü olarak bir yandan sistemin derin bir eleştirisini hem de mücadele biçimlerinin radikal bir seviyede tutmaya çalıştılar. Çevresel hareketlerin reformist çözümlere itibar etmesi ve sorunu Kapitalizm ve tekno-endüstriyel sistem içerisinde çözmek istemelerinin aksine mücadeleyi devrimci ve doğrudan eylem boyutuna taşımak istediler. Bu anlamda çeşitli hareketlenmeler ve örgütlenmeler oluşturulmuştur. Doğrudan eylemi temel alan çeşitli Hayvan/Dünya Özgürleştirme grupları ortaya çıkmış ve hayvan zulmü ve ekolojik yıkımlara karşı tepkilerini çeşitli devrimci eylemlerle dile getirmişler ve tepkilerini koymuşlardır. Bugüne kadar verilen mücadeleler sadece eylem açısından değil , tahakkümün sorgulanması ve sistemin yanılsamalarından kurtulmaya yönelik geniş çaplı fikirsel değişimler gerçekleşmiş, klasik anarşizmin dar ve solcu sınıfsal bakış açısından uzaklaşılmaya başlanmıştır. Bugün ise bu noktada çeşitli eğilimler ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Bookchinciler (Sosyal Ekolojistler) kendilerini anarşist olarak tanımlamasalar da son yıllarda anarşistler arasında geniş bir nüfuza sahiptirler. Çünkü Bookchin’in sistem eleştirisi, anarşist-komünizmin insan-merkezci bakış açısından bir adım öteye geçmektedir. Bu anlamda da klasik anarşistlerin insan-merkezci geleneksel fikirlerinden kopabilmeleri ve sistemin daha geniş bir eleştirisini yapmalarını sağlamıştır. Fakat yine de bugün bizi uçuruma götüren temel sorunun temeline inmek ve onu yok etmek konusunda yine insan-merkezci bakış açısından kurtulamamıştır. Sosyal ekolojistler ayrıca sorunun çözümüne yönelik anarşizme göre fazla uzlaşmacı mücadele yöntemlerini benimsemiş ve merkezi yönetimin eritilmesi amacıyla yerel yönetimlere el atmanın ve belediyelerde nüfuz sahibi olmak gerekliliğine vurgu yapmaktadırlar. Bugüne cevap bulmak adına Alternatif teknolojilere sahip çıkmış ve küçük çaplı nükleer kullanımına sahip çıkmaktadır. Toplumsal değişim ve ekolojik felaketlerin temel sebebini sorgulamak anlamında “reformist ve uzlaşmacı” yönetemlere sahip olduklarından bir çok anarşist tarafından da dışlanmaktadırlar. Hatta Bookchin de nihayet kendisinin esasen anarşist olmadığını ve daha çok Marksizm’den beslenmekte olduğunu kabul etmektedir. Sosyal ekoloji fikri halen anarşistler arasında belirli bir etkiye sahiptir.



Eko-anarşist fikirlerin bugün gittikçe yayılan ve genişleyen düşüncesi, bugün kendilerini primitivist, uygarlık karşıtı veya yeşil anarşist olarak tanımlayanlar tarafından benimsenir. Son 30—40 yıl içerisinde Antropoloji biliminin gelişmesi ve insanlık tarihinde uygarlık öncesi hakkında bazı yanlış bilgilendirmelerin olduğunun farkına varılmasının ardından çeşitli anarşistler veya çevreciler, bu bilgi ve verileri katkılarıyla insanlık tarihini yeniden sorgulamaya ve araştırmaya başlayarak insanlıkla özdeşleştirdiğimiz Uygarlığı sorgulamaya başlamışlardır.



Sınıfsal ve ekonomist bakış açısından sıyrıldıkça insanlık tarihindeki kırılma noktalarının çözülmesinin ardından anarşistler, klasik anarşizmin solcu eğilimlerini sorgulamaya başlamış ve ondan oldukça uzaklaşmıştırlar. Tahakkümün kökenlerine inmek ve onu söküp çıkarmak arzusuyla girilen araştırmalarda, insanın doğadan uzaklaştıkça tahakküm zincirini kalınlaştırdığını ve gezegenin sonunu hazırladığını fark etmişler, bu ölümcül yaşam biçiminin tüm kurumlarını hücre hücre eleştirmeye başlamışlardır.



Örneğin bazı eko-anarşistlerin ve sosyal ekolojistlerin aksine uygarlık karşıtları (primitivistler veya yeşil anarşistler) Altenatif Teknolojileri, tarımı ve eko-köylerin oluşturulmalarına karşı çıkmaktadır. Çünkü doğa üzerindeki her türlü evcilleştirme ve çevresel yıkım getiren faaliyet toplumsal ve gezegensel tahakkümün yeniden üretilmesine yol açacaktır. Tarımı ve hayvancılığı biyo-bölgelerin çeşitliliğinin yok edilmesinden ve doğayı, insan olmayanları ve insanı bağımlılaştırmasından ve her geçen gün doğadan uzaklaştırarak aciz bir varlık haline getirmesinden dolayı reddederek, bugünden olabildiğince avcı-toplayıcı yaşam biçimine doğru geçmemiz gerektiğini ve vahşiyle yeniden temasa geçmemiz gerektiğini savunurlar.



Bir çok uygarlık öncesi veya dışı toplumlara fazlasıyla etmekle birlikte bazıları ise sadece son 10.000 yıl içerisinde yaşanan deneyimlerden yola çıkarak başka ve vahşi bir dünya yaratma arzusu içerisine girmişlerdir. İnsanlık ve tarih bilgimizle 10.000 yıl önce tarımın ortaya çıkmasıyla dünya üzerindeki insan etkinliğinin bizi bugüne nasıl taşıdığının bilgisine ulaşmış olmak, bugüne kadar gelmiş tüm ideolojilerin ve fikirlerin yeni baştan gözden geçirilmesini ve bir çoğunun çöpe atılmasını zorlamıştır. Sorun sadece kapitalizmde veya iktidarlarda değil, bu iktidarların kendine meşruluk bulduğu yaşam tarzının yani uygarlığın ta kendisidir. 10.000 yıl öncesine kadar 3,5 milyon yıl boyunca doğa ile uyumlu yaşayan insanın doğaya egemen olmak için savaş açmaya başlaması ve onu kendi hizmetine alma etkinliği hem toplumsal anlamda hem de gezegensel anlamda büyük değişimlere ve yıkımlara yol açmıştır. Bugün emperyalizm-sömürgecilik-küreselleşme denen şeylerin temelleri insanın doğaya ve insan olmayanlara karşı egemen olma savaşı açmasıyla başlamaktadır. Uygarlık artı-değer, yerleşik hayata geçiş, evcilleştirme, tarım, işbölümü gibi kurumların bir bütününden oluşur ve uygarlık karşıtları (yeşil anarşistler ve primitivistler) tahakkümün her türlüsünden total olarak kurtulmak için uygarlığın yıkımının ve yeniden vahşileşmenin şart olduğuna inanmaktadırlar. Bu nedenle anarşist hareketin veya anarşist hayallerin yeni bir yöne doğru gitmesi için çalışmaktadırlar. Dünya da yaygınlaşan rahatsızlık ve çözüm önerilerinin yetersizliği ve hepsinin birer çıkmaz sokaktan başka bir şey olmadığı, uzlaşma çukurunun muhalif hatta anarşist hareketin bile içerisine düşmesi uygarlık karşıtı perspektifin sadece anarşistler arasında değil, çeşitli özgürlükçü muhalif gruplar arasında da yaygınlaşmasını sağlamıştır.



Uygarlık karşıtı veya eko-anarşist fikirlerin etkisi bugün anarşistlerin geleceğe dair hayallerinde derin etkiler yaratmış, ayrıca herkese sorunlarımızı tartışırken uygarlığın ve tekno-endüstriyel sistemin yeniden gözden geçirmeleri ve sorgulamaları gerektiğini hatırlatmış olmasıdır.



En son bilim adamlarının yaptığı açıklamalara göre, gelecek 10 senede dünyadaki etkinliğimiz bu şekilde ilerlediğimiz sürece bizi ve dünyayı geri dönülemeyecek bir sürece sokacaktır. Bırakın her geçen gün yok olan yüzlerce bitki ve hayvan türünü, insan türünün geleceği bile bugün kuşku altındadır. İnsanlığın kendi aralarındaki savaşları ve doğaya egemen olma mücadeleleri birer yanılsamadan ibarettir. İktidar mücadeleleri veya sınıf savaşları bizi sadece sorunun kendisinde uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle yaşamın kendisine yani doğa ile yeniden temasa geçmek insanlık için bir zorunluluktur. Anarşistlerin tüm insanlığın zorunda olduğu gibi tüm empoze edilmiş bu sömürü kültüründen sıyrılması ve yaşama ideolojik olmayan gözlerle yeni bir bakış açısıyla bakmaları gerekiyor. Tekno-sistemi veya uygarlığı sorgulamayan ve yıkmayan bir devrim tarihin yeniden tekerrür etmesine yol açacak, toplumsal tahakkümün ve çevresel yıkımların yeniden üretilmesine neden olacaktır. Bu ilerleme ve doğaya egemen olma kültürünü atmadıkça bugünden öngörülebilen bir kıyamete sürüklenmeye devam edeceğiz...

Hiç yorum yok: