22 Haziran 2010

anadolu'da yörükler



KARAKEÇİLİ AŞİRETİ ve ESKİŞEHİR’E İSKANI
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında büyük rol oynayan Karakeçililer, XI. Yüzyıldan itibaren varlıklarını yoğun biçimde hissettirirler. Öncelikle Sarıkeçili, Teke Türkmenleri, Keçilü Cemaatleri vb. adlandırmalarla Anadolu’nun çeşitli bölgelerine akarlar.
Anadolu’daki yayılma bölgeleri hemen hemen tüm Türkiye coğrafyasını kapsar. Bu yayılmada aşiret yeni köyler kurar. Bugün Kürt Aşireti olarak bilinen Milli Aşireti tapu tahrir kayıtlarında Karakeçililerin oluşturduğu bir Türk aşireti olarak karsımıza çıkmaktadır. Karakeçililerin bazı ser’iyye sicillerinde “Yörükan-ı Karakeçili” ve “Uluyörük” adlarıyla
anıldıklarını görüyoruz.
XIX. yüzyılda çeşitli sosyal nedenler
ve buhranlar sonucunda aşiretler üzerindeki baskı artmış, Kafkaslardan ve Balkanlardan gelen yoğun göçmen nüfusun iskan çalışmaları Karakeçililerin elinde bulundurdukları ovaların onların elinden çıkması sonucunu doğurmuştur. Bu ve benzeri nedenlerle göç hareketleri görülmekte, bazı konar-göçer Yörük Aşiretleri de ellerinde kalan yaylak ve kışlaklarına yerleşmek zorunda kalmışlardır. Bunun yanında Orta Asya’dan gelen yeni Türk göçlerinin yoğunluğuyla bazı bölgeler boşalmış, köy halkının bir bölümü iç bölgelerde yeni köyler oluşturdukları gibi, bir bölümü de şehirlere akmıştır. Eskişehir merkez olmak üzere en yoğun konar-göçer aşireti barındıran Seyitgazi yöresi ve çevresinde Karakeçili Aşireti’ne bağlı Özbekli Cemaati, bu bölgede en önemli ve yoğun nüfuslu bir cemaat olmuştur. Özellikle Abdülhamid döneminde Özbekli Cemaati’nin yoğun olarak yasadığı Kuyucak Köyü’nün saltanata verdiği ekonomik ve askeri destek son derece dikkat çekicidir.
Coğrafi Dağılım -Demografi ve İskanın Oluşturduğu
Sosyal Çözümlemeler
Karakeçili aşireti, Osmanlı Devleti’ni kuran “Kayı“ boyuna mensuptur. ”Kayı”, sağlam, metin, güçlü ve kuvvetli anlamlarına gelmektedir. Kayı boyu Oğuzların en büyük boyu olup, Bozoklara tabidir. Doğu’dan Anadolu’ya gelişen göçlerin önemli nedenlerinden bir tanesi de Moğol istilasıdır. Moğolların baskı ve saldırıları nedeniyle Karakeçililer, bağlı bulundukları Kayı boyu ile birlikte, Türkistan-Horasan ve Anadolu çizgisinde göçe mecbur kalmışlardır. Bu göç esnasında reisleri Ertuğrul Bey idaresinde Anadolu’ya gelen Kayı boyu ve Karakeçililer göçebe yasayışlarını, yarı göçer biçimde sürdürürler.
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında büyük rol oynayan Karakeçililer, XI.yüzyıldan beri varlıklarını hissettirmişlerdir. Öncelikle Keçilü cemaatleri, başta Karakeçililer olmak üzere , Sarıkeçili, Teke Türkmenleri vb. gibi değişik adlarla Anadolu’nun birçok bölgesine akmışlardır. Doğudan Batıya bu şekilde yayılan aşiretin çeşitli kolları şunlardır: Urfa, Siverek ve Suruç Karakeçililerinin varlıkları XV.ve XVI. yüzyıllardan beri bilinmektedir. Urfa Karakeçilileri ile Bingöl’ ün Simsor Karakeçilileri Doğu Anadolu Zaza Türk aşiret grupları içinde yer alır. (Çay, 1988, s.7)
Siverek Karakeçilileri kendilerini Türkmen olarak kabul etmektedirler. Bunların yaşamakta oldukları köylerinin adları da tamamen Türkçedir.Yüzyıllardan beri bu isimler değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Söz konusu bu köyler arasında, Ağaören, Deliktaş, Karahöyük, Karadibek, Kurtini, Başıbüyük, Göllü, Mezra, Karacaviran, Mizar, Çapakçur, Karafinik, Bozkaya, Kabasırt, Kabahaydar, Sadıklı, Salur, Çepni vb. (Çay, 1988, s.7).
Bingöl’ün Simsor köyü Karakeçililer tarafından kurulmuştur. Güneyde Karakeçililer Rakka’ya kadar uzanmışlardır. XVI.yüzyıl Diyarbakır Tapu Tahrir Defteri’ne göre, Milli Aşireti gruplarının Karakeçililerden oluştuğu anlaşılmaktadır.Yine Gaziantep’e bağlı Körkün, Barak ve Hacıbayram köyleri de Karakeçililer tarafından kurulmuştur.
Orta Anadolu’da kuşkusuz büyük bir yoğunlukta Kırıkkale’de meskun olmuşlardır. Karakeçililer günümüzde yasadıkları ve adlarını verdikleri Kırıkkale ili sınırları içindeki ilçeye 1583 yılında yerleşmeye başlamışlardır. Bu durum 1583 tarihli ser’iye sicillerinden anlaşılmaktadır. H.998 tarihli ser’iye sicilinde “Engürü’lü (Ankara’lı) Mustafa’nın Bennak (tımar sahibi) ağnamkoyunlar bad-ı hava’yı yürükan-ı Karakeçili mukataalarına” kaydı ile 9 Cemaziyelevvel 998 tarihli ser’iye sicilinde Subaşı Mustafa’nın Karakeçili mukataasına ait işleri görüp gözetmek için Hamaloğlu Veli’yi tayin ettiği de kayıtlıdır. H.1201 (1786) tarihli ser’iye sicili kayıtlarında Karakeçili cemaati’nin Valide Sultan hassına tabi olduğu
anlaşılmaktadır. (Deral, 1998, s.9,10)
1583 yılında Karakeçili göçerlerinin Ankara-Kırıkkale bölgesinde yerleşik düzene geçmesiyle kurulan Karakeçili, 1962 yılından itibaren Bala’ya bağlı bir bucaktır. 9 Mayıs 1990 tarih ve 3644 sayılı yasayla Akkosan, Keklicek ve Sulubük köylerini de sınırları içine alarak aynı yasayla kurulmuş Kırıkkale İlinin 3.büyük ilçesi meydana getirilmiştir. Kuzeyinde Kırıkkale’ nin Bahşılı, doğusunda Keskin ve Çelebi,güneyinde ve batısında Ankara’nın Bala ilçesi ile çevrili olan Karakeçili ilçesi Kırıkkale iline 35 km. uzaklıktadır. (Deral, 1998, s. 10,11)
Kırıkkale ilinin Karakeçili ilçesinde yasayan Karakeçililer, Anadolu’nun diğer yörelerinde yasayan Karakeçililerle akrabadırlar. Karakeçililer, Osmanlı kayıtlarında “Ulu Yörük”seklinde anılan ve diğer bazı boyları da ihtiva eden birliğin bir koludurlar. Ankara ser’iye sicillerinde Karakeçililerle ilgili kayıtlara geçen,”Yörükanı Karakeçili” deyimi buradaki Karakeçililerin yörüklüğüne işaret eder. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki 982 tarihli Tapu Tahrir Defteri’nde Ankara Karakeçilileri “Ulu Yörük” adıyla anılmaktadırlar. En eski yörük ve en köklü boy anlamına gelen bu kayıt, Karakeçililerin tarihi hakkında bize önemli bilgiler vermektedir.
Karakeçililer, Süleyman Sah ile Ertuğrul Gazi idaresinde, Fırat nehrini takip ederek, Rakka üzerinden Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu göç esnasında yaklaşık 8000 civarında Karakeçili Urfa yöresine gelmiş ve burada yerleşmişlerdir. Sonra bunların bir kısmı Konya, Bursa, Eskişehir, Bilecik ve Gaziantep’e yerleşirler. Bunun yanında yine Urfa’ya mücavir olan Halep ve Arappınar (Mürşitpınar) ile Elazığ çevresine yerleşenler de olmuştur. Elazığ Karakeçililerine “Çarsancaklı” denilmektedir. Gaziantep havalisine yerleşen Karakeçililer ise,”Albayramlar” adıyla anılmaktadırlar.
Anadolu’daki Karakeçililerin önemli bir bölümü Urfa havalisinde yaşamaktadır. Burada yasayan Karakeçililer Türk oldukları halde, Türkçeden farklı bir lehçe konuşmaktadırlar. Ancak konuşulan bu dilin "Gürmanç" ağzı olduğunu ve "Doğu Anadolu Osmanlıcası” olarak adlandırmak gerektiğini söylemek mümkündür(Gülensoy, 1994, s.2 )
Karakeçililer üzerinde sosyolojik araştırmalar yapan Ziya Gökalp ve Mehmet Eröz’ün görüşleri de bu düşüncelerle beraber değerlendirildiğinde, bazı güncel paradigmaların da aydınlanması olanaklı görünmektedir. Ziya Gökalp, Viranşehir’deki Millilere komşu olarak nitelendirdiği Karakeçililerin (Aslında bu boyun içinde addedilmektedirler) Bursa’daki Karakeçililerin bir bölümünü oluşturduklarını ve zamanla Türkçeyi unuttuklarını ifade ederek,
bunların köy isimlerinden hareketle Türk olduklarının anlaşıldığını söylemektedir. Nitekim, Salur ve Kangılı köylerinin Karacadağ’da yer aldığını, bunların da eski Türk boy adları olduğunu belirtmektedir. Ziya Gökalp, buradaki Türkan aşiretinin de aynı akibete uğradığına işaret eder.
Oğuzların iki kolundan biri olan Bozokların Kayı Boyu’na mensup olan Karakeçili aşireti Malazgirt Savaşı (1071)’ndan önce, Ertuğrul Gazi’nin önderliğinde Orta Asya’nın Merv ve Mahan bölgelerinden Anadolu’ya girmişler, bir süre Iğdır ve çevresinde konakladıktan sonra güneye doğru akarak Ahlat, Şanlıurfa ve Suriye bölgesine geçmişlerdir. Aşiretin bir bölümü Urfa, Suruç, Siverek bölgesinde, bir kısmı da Ankara, Karacadağ ve Söğüt bölgesinde yerleşmişlerdir.
Köprülü, Kayı boyuna mensup oymaklar tarafından oluşturulmuş yerleşim birimlerini bir harita esliğinde ortaya koymuştur. Bu denemede Anadolu’nun pek çok yerinde Kayı adını taşıyan yerleşimler görülmekte, bu gibi yerlere Osmanlı Devletinin temellerinin atıldığı Eskişehir ve Bilecik çevresinde de rastlanmaktadır. Buna bakarak Kayı boyu Anadolu’nun pek çok yerinde dağınık bir yerleşim hareketi ve dağılımı göstermektedir.
Ancak, Söğüt ve çevresinde yasayan ve kendilerini Osmanlıların akrabaları sayan Karakeçili oymağından hiç söz edilmemektedir. Oysa kendilerini Osmanlı Devletinin kurucusu sayan ve görüşleri Osmanlı sultanı II. Abdülhamid tarafından da desteklenen Karakeçili aşiretinin yerleşim yerleri Kayı boyunun yerleşim yerleri ile örtüşmektedir. (Karasu, 2002, s. 95, 96)
Eğer soykütükleri doğruysa (ki doğru değildir) eldeki soykütüklerine bakarak Osmanlıları kesin olarak Kayı boyuna mensup saymak zordur. (Karasu, 2002, s.95, 96) Bu da bize soykütüklerinin güvenilirliğinin azlığını ve soykütüklerine dayalı çalısmaların çok güvenilemeyecek çalışmalar olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Siyasi birliği ve merkeziyetçiliği bir hedef olarak benimseyen Büyük Selçuklu Devleti siyasi birliği sağlamak için XI. Yüzyılda Anadolu’ya yönelen göçmenleri iskan ederken büyük ve
kuvvetli aşiretleri bölerek birbirinden uzak bölgelerde yerleştirmiştir. Bugün Anadolu’nun değişik yerlerinde Kınık, Avşar, Bayındır, Salur, Bayat, Çepni, Karakeçili gibi büyük Oğuz aşiretlerinin isimlerini taşıyan köylere, ailelere rastlanması Selçukluların bu “Parçalayarak İskan” politikalarının bir sonucudur. (Köprülü, 2002, s.658)
Osmanlı Devleti’nde birçok aşirette olduğu gibi, Karakeçili aşiretinin de belli dönemlerde zorunlu iskana tabi tutulduğu anlaşılmaktadır. Birçok köyün zorunlu iskan nedeni ile Karakeçililer tarafından oluşturulduğunu biliyoruz. Örneğin; Gördes’te 1860’lı yıllarda birçok köyden 32 tanesi bu aşiret mensupları tarafından kurulmuştur. Gördes’te dikkate değer nitelikte göçebe bir yasam tarzına rastlanmamasına rağmen, 1949’larda on aileden oluşan 60 nüfuslu Karakeçili Aşireti üyelerinin yaz aylarında Gördes’in Gökseki Yaylası’nda, kışın ise Soğuksu mevkiinde çadırda yasadıklarını tespit edebiliyoruz. Bunlar Salihli ilçesi Emin Bey Çiftliği’nde nüfusa kayıtlı oldukları halde, daimi surette Gördes sınırları içinde barınmışlardır.
Karakeçililerin, Kızık aşireti ile de bir kan bağı kurduğu anlaşılmaktadır. Tokat ve çevresinde
yasamakta olan Oğuz boylarından Kızıklar, Karakeçili Aşireti’nin bulunduğu bölgelere göç ederek Ertuğrul Gazi’ den yerleşmek için yurt istemişler, ancak Karakeçili aşireti, Kızıkların bu istemine karsı çıkmıştır. Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, düşmanlıkların oluşmaması için Kızıklar’a, Uludağ (Kesiş Dağı)’ın kuzey eteklerinde yer gösterir. İki Oğuz boyu arasında sürekli dostluk sağlamak için de, soy bağı ile akrabalıklar oluşturarak bu sorunu çözmüştür. Ertuğrul Gazi’nin Kızık boyu beyinin 7 oğlunu Karakeçili Aşireti’nden 7 kızla evlendirdiğini de biliyoruz.
Karakeçili aşireti o denli büyük ve dağınık durumdadır ki bugün birçok bölgede başka etnik kimliklerle adlandırılan birçok soy Karakeçili Aşireti’nin mensuplarıdır. Bunun yanında belirgin bir Türk kimliği ve kültürü taşımadığı iddia edilen bölgelerde yasayan insanların biyografik araştırmalarında bu gerçek kendini bir kez daha gösterir. XVI. Yüzyıldaki Şanlıurfa Sancağı’nın vergi kayıtlarında, Karakeçililerin vergiye tabi reayası arasında Bayram, Gündoğmuş, Budak, Yağmur, Kaya, Sarı, Tanrıverdi, Durmuş, Dündar ve Satılmış gibi Türkçe adlar taşıyan kişilerin çokluğu dikkat çekici olmakla birlikte çok da manidardır.
Çorum ve yöresi, Osmanlı İmparatorluğu’na Yıldırım Bayezid döneminde geçer. Ankara Savaşı (1402)’nda Yıldırım Bayezid’in ordularıyla Timur'a yenilmesi, Anadolu'da sağlanan Türk siyasi birliğini bozmuş, Timur tarafından eski Türk Beylikleri yeniden kurularak devlet yönetimi Bayezid’ in oğulları arasında pay edilmiştir. Büyük bunalımlar yasayan Osmanlı siyasal yapısı içerisinde Çelebi Mehmed, 11 yıl devam edecek olan bu çözülme döneminin galibi olarak kardeşlerine üstünlük sağlayarak devletin basına geçer. Türk siyasi birliğinin Anadolu'da yeniden kurulmasından sonra, oğlu Murad'ı Amasya Sancağı’na yollayacaktır.
1423 yılında Çorum önce Amasya'ya bağlı bir sancak iken, 1519 yılında Ankara'ya, daha sonra da 1595 yılında tekrar Amasya'ya bağlanacaktır. 1841 yılında, Ankara'ya bağlanarak, birçok Türkmen aşireti getirilip bu bölgeye yerleştirilir. 1864 yılında ise Çorum Sancağı lağvedilerek, Yozgat'a bağlı bir kaza haline dönüştürülür. Bu arada Sungurlu'da Yozgat sancağına bağlanmıştır.Yozgat bu yıllarda Ankara'ya bağlı bir sancak merkezidir.
Osmanlı Devleti de kuruluş tarihinden itibaren, göçebe Türk boylarını, Anadolu'nun çeşitli yörelerinde yerleşik hayata geçirmek için değişik uygulamalara girişmiştir. XVI. Yüzyılın ilk çeyreğinde Anadolu'daki iskan hareketi hızlanmıştır. Anadolu'ya yerleştirilmiş oymaklardan bugün Sungurlu'da mevcut olanlar arasında Karaevli, Yazır, Karakeçili, ve Hilalli oymaklarını tespit edebiliyoruz.
Eskişehir’de konar-göçerlerin en yoğun olduğu yer Seyitgazi yöresidir. Kaynaklarda çok daha net olarak izleyebildiğimiz cemaatlerin XVI. Yüzyıldaki konumları dikkate değer sonuçlar vermektedir. Buna göre Anadolu’da hemen hemen diğer bütün yörelerden çok daha fazla konar göçer aşiret, cemaat ve oymağı Eskişehir-Seyitgazi yöresi barındırmıştır.
1530 tarihli tahrirde bu cemaatlerin toplam 480 haneden oluştuğu ve 25.000 hasılı olduğu görülmektedir. 1571 tarihinde cemaatlerin hane sayısının 1008’e ve hasılının da 35.000 akçeye ulaştığı anlaşılmaktadır :
LİSTE 1 : 1530 Tarihli Tahrir
1-Cemaat-i Temürciler an Yörükan 95 hane
2-Cemaat-ı Devlethan 15 hane
3-Cemaat-ı Samlı 12 hane
4-Cemaat-ı Okçular 14 hane
5-Cemaat-ı Kara İlyas 17 hane
6-Cemaat-ı Hasanlı 38 hane
7-Cemaat-ı Keller 16 hane
8-Cemaat-ı Büğdüz 160 hane
9-Cemaat-ı Halepli 25 hane
10-Cemaat-ı Batık 25 hane
11-Cemaat-ı Otarlı 13 hane
12-Cemaat-ı Günsir 14 hane
13-Cemaat-ı Yörükan-ı Eyme Hoca 35 hane
Muhassıl 1 hane
Toplam 480 hane
Hasılat 25000 akça
Eyne Hoca’nın hasılı 3500 akça
LİSTE 2 : 1571 Tarihli Tahrir
1-Cemaat-ı Otarlu 52 hane
2-Cemaat-ı Şeyhlü 43 hane
3-Cemaat-ı Hassanlu 89 hane
4-Cemaat-ı Köçeklü 56 hane
5-Cemaat-ı Çekürek 54 hane
6-Cemaat-ı Kara İlyaslu 53 hane
7-Cemaat-ı Balçuk 48 hane
8-Cemaat-ı Beçülü 56 hane
9-Cemaat-ı Çalaplar 38 hane
10-Cemaat-ı Kara Koyunlu 259 hane
11-Cemaat-ı Mamalu 48 hane
12-Cemaat-ı Kızılöz 29 hane
13-Cemaat-ı Akviran 78 hane
14-Cemaat-ı Gölüler 11 hane
15-Cemaat-ı Yolacular 14 hane
16-Cemaat-ı Ömerli 11 hane
17-Cemaat-ı Gödeler 12 hane
18-Cemaat-ı Eyne Hocalu 57 hane
Toplam 1008 hane
Hasıl 35000 akça
Eyne Hoca Hasılı 4176 akça
Bu Cemaatlerin içinde en büyük nüfusa sahip olan Kara Koyunlu oymağı, Anadolu’da dağınık halde yasamış, başka aşiretler içinde bulunmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde tutulan kayıtlarda Halepli Türkmenlerin içinde vergi mükellefi 59 Kara Koyunlu olduğunu görüyoruz. Bu Cemaat yazın Yeni-İlde yaylaya çıkıyor, aynı dönemde 500 çadırla Batıya doğru göçüyorlardı. Daha sonra Eskişehir’in güneyinde Seyitgazi civarında görülmeye başlarlar. Böylece Mamalı aşiretine bağlı Çakallı, Haydarlı, Nefesli, Yakuplu, Karacalı,Selman Fakılı, Beçili, Arife Gazili, Keller, Ali Ganem boyları 1703 yılında iskana tabi tutulurlar. (Bayar, 2004, s.130, 131)
12 Mayıs 1767 (15. Rebi’ül-Ahır 1181) tarihinde Aydın, Sivas, Konya vilayetlerine gönderilen fermanlarda, dağınık olarak yaşayan halkın, ayan ve mütegallibe çiftliklerinde tevatta ve himayelerine iltica ettikleri, bunların iskan mahallerine gönderilmeleri istenmektedir.Bu tarihte Karakeçili Yörükleri Eskişehir civarındaki köylerden, Dağküplü, Mayıslar, Sepetçi, Taycılar, Margı ve Yaka Boyu köylerine iskan olmuşlardır. Yörede sonradan iskan olanları, Karakeçili Yörükleri ve Muhacirler “Manav” olarak adlandırmaktadırlar.
23 Eylül 1743 tarihinde başlayan İran Savaşları, bunu takiben 1768 yılında başlayan Rus Savaşları maddi ve manevi yönden devleti ve halkı oldukça yıpratmıştır. Doğuda İranla yapılan savaş belirsizlik, batıda Ruslarla yapılan savaşta Osmanlı Devleti’nin aldığı ağır yenilgi devleti maddi ve manevi olarak ağır kayıplara uğratır. Bu maddi yıkımı gidermek için devlet yeni vergiler salmakla gidermeye çalışır ama bu daha büyük huzursuzlukların kaynağı olacaktır. Kütahya valisine gönderilen “İmdad-i Hazariye ve Seferiye” vergi emrinde belirtilen vergileri halkın ödeyemeyeceği kadıların gönderdiği arzlarda belirtilmektedir. Haymanateyn kazası naibi Ali Efendi “rikab-i hümayuna” gönderdiği arzlarda, halkın vergileri ödeyemediğini, bu nedenle halkın dağıldığını elli büyük, yüz kırk küçük köyden, 1795 tarihinde Haymanateyn kazasında on beş köy kaldığını bildirmiştir. Bu tarihte Ankara, Haymana, Yabanabad (Kızılcahamam) şehrinden dağılan aşiretlerin büyük bir kısmı Eskişehir civarına gelmişler. Yaka Boyu köylerine Çavlum, Kızılca Ören, Yaka, Kayı ve benzeri köylere iskan olmuşlardır. Aydın bölgesinde yasayan Mithatlu, Aksudlu, Gaffarlu Cemaatları, Bolvadin yakınlarında Yörük Karacaören köyü civarına gelerek, Taşağıl, Taşlıdere, Nusatlı, Kutlu, Karayokuş köylerini kurmuşlardır. Bu Cemaat Aydın (Çalarası Mevkiinden) geldiği için aile lakapları “Çallıdır” Aynı bölgede yasayan Mithatlu Cemaatinden 100 haneden fazla bir kısmı ise Ayne-ekreli, Otan adlı köylere, Kermih, Çökelek; Kuşdoğanlu Cemaatları 200 kadar hane ile Seyitgazi ile Eskişehir arasındaki Dutçu Paşa mezra’ı yakınlarına iskan olmuşlardır. 1701 yılında yapılan bu iskan çalışmaları, tahsis edilen bölgelerdeki harap mahallelere, eski sahipsiz on harap köye yapılmıştır.
Bu emrin dışında Karacaşehir kazasına bağlı Yukarı Karapazarı, Akpınar ve Albaguz mezra’ındaki Karafakılı köylerine iskan edilmiştir. Bu köylerin daha önce yerleşen halkı huzursuzluk çıkarmış, ilgili makamlara şikayet etmişlerdir. 1702 yılında Eskişehir sancağı beyine ve kadılara gönderilen emirle, yerleşik ahalinin perakende ve perişan olmalarının ayrıca hayvanlarına ve mallarına yapılan zararların ödenmesi için adı geçen cema’atların adı geçen on harap ve boş köylere iskanı istenmektedir.
Aydın, Saruhan, ovalarında kışlayan, yazın Eskişehir’e kadar gelip, Türkmen Dağlarında, Sündiken Dağları’nda yaylaya çıkan aşiretlerin, geçtikleri yerlerde yerleşik halkın ekili arazilerini bozduklarını, çiftliklerini yağmaladıkları, bu nedenle bu aşiretlerin konar göçerlikten men edilmelerini isteyen şikayet mektupları ve bunlara cevap olarak gönderilen fermanlarda da aşiretlerin iskanı istenmektedir.
Bunların yanında 1669 tarihinde Saruhan’da kışlayan aşiretin, bin kadar hayvanla Tepeköy civarına gidip, orada aynı köyden Boşnak Mustafa Ağanın, kırk dönüm, ekili buğdaylarına hayvanlarını salıverdiği, buna mani olmak isteyen, Mustafa Ağa’nın basına değnekle vurarak yaraladıkları anlaşılmaktadır. Akşehir Sancak Bey’i, Bolvadinli Satır Mehmet Paşa’ya gönderilen bu fermanda, söz konusu aşiretlerin iskanı istenmektedir (Bayar, 2004, s.132);
“Kıdvetü’l-ümera il-kiram umdetü’l-kübera il-fi ham Zülkadr-i ve’l-ihtiram. El-muhtas bi-mezid-i inayetü’l-melikü’l-allam Akşehir Sancağı Bey’i Satır Mehmet dame izzuhu tevki’-i refü-i hümayun vasıl olacak malum ola ki, Saruhan Sancağı ahalileri Divan-ı Hümayunuma arz-ı hal edüp Sığla ve Bolvadin ve İnönü vesayir mahallere iskan olunan aşiretlerin bazıları me’mur oldukları yerlere gitmeyip, vilayetler içinde karye ve karye konup-göçüp emval ve
erzaklarını ve nice mevasi ve hayvanların gasp ve hasaret ettiklerinden gayri kanun ve defter mucibince resm-i otlak namına eshab-ı arza rüsumlarından maada mezruat ve mahrusatların
çiğnedüb ve itilaf ve idaat idüb ve bunun emsali zulüm ve teaddilerinin nihayeti olmadığım bildürüb me’mur oldukları mahallere iskan ettirilip hilaf-i ser aldıkları mevasi ve eşyaları ser’ile girü alvirmek babında emr-i şerifim reca eyledükleri ecilden hazine-i amiremde mahfuz olan baş muhasebe defterlerine nazar olundukta konar-göçer aşiretten yirmi iki Cemaat Hamid ve Sancaklarında bil sahip hali ve harabe olan kurraya iskan ettirile. Uşaklı Hüseyin zide kadruhu ve müfettiş paşaya emr-i şerif verilüb ve Aydın’da sakin olan Mihatlu Cemaatların Akşehir Sancak Bey’i Mehmet’in iltimasıyla Bolvadin ve İnönü nam mahallerde iskan ettirile deyu emr-i şerif verildiği der-kenar olunup arz olundukda. İmdi derkenarı mucibince amel olunmak ferman-ı alışanım sadır olunmuştur. Buyurdum ki bu babda sadir olan emrim üzre amel edüb dahi sen ki mir-i miran-i muma’ileyh sin mezburların hilaf-ser-i şerif aldıkları mevasi ve eşyayı baad es-sübut ve ma’rifet-i ser’ ile ashabına alıverüb hilaf-ı ser’i şerif bir dürlü inad ve muhalefet ettirmeyesin. Söyle bilesin alamet-i serife itimat kılasın. Fi sene: 2 Saban 1107/1696.”
Eskişehir, İnönü civarındaki Karakeçili Yörük köylerinin bir kısmı uygulanan iskan faaliyeti esnasında oluşturulmuş, ancak aşiretin büyük bir kısmı iskan olmamış, konar göçer hayata devam etmiştir. İskan olmayanların, Bilecik madenlerinde çalıştığı, tayin olunan yaya ve müsellem beylerine gönderilen hükümlerden anlaşılıyor.
Germiyan Vilayeti dahilinde yaylaya çıkan, Saruhan Sancağı Adala Kazasında kışlayan aşiret, ticaretle uğraşmaya başlamışlardır. Haymana kazasındaki Tuz Gölünden aldıkları tuzları Manisa, Aydın, Balıkesir sancakları dahilinde satmışlardır. Çünkü bu bölgeler Karakeçili Yörüklerinin kışlaklarıdır. Karakeçili Yörük aşiretinin “Şehitli Cemaati” için gönderilen Tuz vergisi şikayetine dair hükümde bu olay anlatılmaktadır.” (Bayar, 2004, s.133) ;
“Akza kuzzatü’l-müslimin evla vülatü’-muvahhidin madenü’l-fazl ü vel-yakin hüccetü’l-hakk u alel halk-i ecmain Mevlana Manisa Kadısı zid fezailühü ve mefahir ü kuzat vel-Hukkam Gördus ve Sındırgı ve Simav ve Eğrigöz Kadıları zide fazlühüm tevki-i refi-i Hümayun vasıl olacak malüm ola ki. Haliye yürük taifsinden Cemaat-ı ŞEHÜDLÜ ahalisi der-i saadetime Adem ve arz gönderip biz yürük taifesinden Germiyan evlerinden olup, Adala memlahası tuz
tarh oluna gelmiş hanelerden olmayup vechen min el-vücuh şimdiye değin memlaha-i mezbureden bize tuz döküle gelmedüğüne Umena ve Ummal müvacehelerimle elimize hüccet verilüb men’ olmağa gelmişler iken hala emin olanlar olagelmişe muhalif tuz tarh iderüz deyu dahl ve rencide ederler hafdır görülüb olagelmişe muhalif dahil ve rencide eylememek babında emr-i şerif rica ederiz deyu bildirmeğin bu babda olan huccet-i ser’iyeleri mucibince amel olunub hilaf-i ser’i şerif rencide eylemeyenler deyu emredüb buyurdum ki hükm-ü serifimle Dergah-ı Muallam Çavuşlarından fahr ü akran Cafer Çavuş zide kardühu vardıkda hususu mezbure mukayyed ve bu babda ellerinde olan huccet-i sir’iye nazar idüb göresiz filvaki ilam olunduğu gibi olub, memlaha-i mezbur hanelerinden kadimden tuz sarf oluna gelmiş değil iken, ola gelmişe muhalif tuz tarh ettirmeyiz men ve def’ ederiz. Tahriren Fil-yevmü’s-samin min sehr-i Receb sene: Selase ve Elf (H.1003/M.1595)”.
Karakeçili Yörüklerinin en yoğun iskanı Tanzimat döneminde olmuştur. Bu yüzyılın başlarına kadar yerleşmeyi reddeden Anadolu’daki büyük aşiretler, devlete birçok yönden sorun olmaya devam etmişlerdir. Yerleşmeyi reddettikleri için devletin siyasal sosyal ve ekonomik kontrolünden uzak, sisteme entegre edilemeyen, sakinleştirilemeyen büyük sayıdaki bu nüfus devlet sistematiğini temelden sarsmaktadır. İskan olan aşiretlerde kısa devreli konup göçtükleri için onlar da tam olarak devlet kontrolünde değildirler.
Devlet bunları kontrol altına almak için, kışlaktaki aşiretlerin üzerine birer nazır tayin eder. 1842 yılında 1230 haneye ulasan Tabanlı Aşiretini 30 köye iskana çalışır. Bozulus Aşiretine tabi olan Tabanlı Aşireti, aynı aşirete tabi Atçekenli Aşireti’nin sınırı olan Akşehir civarından başlayarak, Bolvadin, Afyon, Emirdağ, Çifteler, Eskişehir, Seyitgazi ve Balıkesir’e kadar uzanan geniş alana dağılırlar. Bu bölgelerde köyler kurarlar. Bolvadin’deki Kurucaova Köyü,
Çiftelerdeki Körhasan Köyü Tabanlı Aşireti kökenlidir.
Devletin, 1842 yılında aldığı bir kararla konar göçer aşiretlerin sancak hudutları dışına çıkmaması istenir. 1861 yılında vilayetlere gönderilen hükümlerde; İmparatorluğun neresinde olursa olsun, konar göçer aşiretlerin iskan edilmesi emrolunmaktadır.
Karahisar-ı Sahib (Afyon), Germiyan (Kütahya), Saruhan (Manisa), Karesi (Balıkesir) ve Ertuğrul (Bilecik) Sancakları Hüdavendigar (Bursa) Vilayetine bağlı birimlerdir. Bu yıllarda Bursa valisi olan Ahmet Vefik Pasa, vilayet dahilindeki sancaklarda konar göçer olarak yasayan aşiretleri iskana baslar. “Anadolu Sağ Kol Müfettişi” olunca, aşiretleri iskan için kuvvet kullanarak, aşiretleri zorla iskan eder. Bu baskıdan çekinen Yörük aşiretleri yaylak ve kışlaklarını değiştirirler. Eskişehir merkeze bağlı Avlamış ve Sarıcakaya’ya bağlı Beyyayla Karakeçili Yörükleri, Anadolu’yu geçip, Halep’e, Sam’a Rakka’ya kadar gitmişlerdir. Eskişehir merkeze bağlı Alapınar’da oturan Karakeçili Yörükleri Samsun’a kadar giderler, oralarda bir süre kalmışlar, akrabalıklar kurmuşlar, Ahmet Vefik Paşa 1864’de azlolunca da geri dönmüşlerdir.
1864 yılında Kafkasya’dan, 1877 yılında Balkanlardan gelen göçmenler, yoğun olarak yerleşmeye başlayınca; yaylalar ve kışlak olarak kullanılan ovalar Karakeçililerin elinden çıkar. Bunun üzerine Yörükler kendi yayla ve kışlaklarına yerleşmek zorunda kalırlar. İskan
teşebbüsü 1950 yıllarına kadar sürmüştür.
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlasması sürecinde diğer bölgelere oranla Eskişehir ve Seyitgazi’nin çok daha yoğun göçer yerleşimine sahne olduğu, bu nedenle de yine diğer bölgelere oranla köy sayısının da fazla olduğu gözlemlenmektedir. Ancak bu bölgelerdeki köylerin bir kısmı bazı sosyolojik nedenlerle ve Orta Asya’dan gelen yeni Türk göçlerinin tazyikiyle boşalmış, köy halkının bir bölümü iç bölgelerde yeni köyler oluşturdukları gibi bir bölümü de şehirlere akmıştır.
Bu gelişim süreci varolan köylerin veya yerleşim alanlarının yok edilmesine yönelik olmayıp, tamamen sosyal, ekonomik ve coğrafi nedenlerle gerçekleşmiş sosyolojik oluşumlardır. Bu cümleden olarak, bazı Hıristiyan köyleri varlıklarını XVIII.yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüşlerdir. Örneğin Alpunuz (Sarayören) deki bir mezar tası Grek harfleriyle Türkçe (Karamanlıca) kazınmıştır. Ayrıca Sakarya çevresinde bulunan Beyyayla, Alıncak, Çalkara, Karaağaç, Muratça ve benzeri köyler Ermeni köyleridir. Bunun yanında yine aynı bölgede bulunan Rum köylerinin varlığı da 1922 nüfus mübadelesine kadar sürmüştür.
Hayvancılıkla uğraşan Yörükler vadilerin yüksek yamaçlarını ve dağlık bölgeleri seçmişlerdir Sakarya Nehri, Porsuk Çayı, geçtiği ovayı, taşkınlıkları ile bataklık haline getirmiştir. İskana
tabi tutulan aşiret üyeleri bataklık ve sıcak olan ovaları tercih etmemişlerdir. Ova köylerinin bir kısmı XIX. yüzyılda kurulmuştur. 1856 Osmanlı–Rus savasından sonra , Rusların Kafkasya’daki Müslüman halka uyguladıkları baskı ve kıyım, birçok aşireti yurtlarından sürmüş, bu bölgede yaşayan Türkmenler (Karabağlılar, Azeriler) , Çerkezler (Kabartaylar, Besleneyler, Kemirgüveyler, Sapsığlar, Janeler, Nakutaçlar, Ubuhlar, Abzahlar, Bjedular, ve
Mahoslar), Abhazlar, Çeçenler, İnguslar, Dağıstanlılar (Avar, Lezgiler. Gazi Kumuklar, Darginler), Osetler, Karaçaylar, Balkarlar, Nogaylar 1858-1878 yılları arasında Anadolu’ya göç ettirilmişlerdir .
Eskişehir bölgesine gelenler şehir merkezine ve mevcut köylere yerleşmişler. Önemli bir kısmı da yeni köyler oluşturmuşlardır. İskana tabi olan bu toplulukların gelişen süreç içerisinde köylerden şehirlere göçtüklerini, köylerin nüfusları azaldığını, bazı köylerin ise tamamen boşaldığını tespit edebiliyoruz.
1953 yılında Eskişehir ve çevresinde 24 Çerkez köyü vardır. Bunlar; Ağapınar, Akpınar, Aşağıkartal, Çerkezçetmi, Çavlum, Gökçekısık, İmişehir, Musaözü, Kümbet, Uluçayır, Gümele, Karaçay, Rahmiye, Fevziceabat, Hüsnüabat, Yeniköy, Taşköprü, Tandır vb. Bunların büyük bir kısmı Eskişehir Çukurhisar’a, Karacasehir’e 105 ev yaparak iskan olmuşlardır (Bayar, 2004, s.128).
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Balkanlardan büyük bir göç akını baslar. Ruslar, Rumeli’ndeki bütün Müslüman Türkleri yok etmeyi istemektedirler. Baskı ve kıyımdan kaçanlar, Anadolu’ya geçirilip muhtelif yerlere yerleştirilirler. Eskişehir’e Rumeli’nden göçürülen halkın anılarında 93 Harbi ve Plevne Savası (1293/1877) ismiyle yaşayan, unutulmaz izler acı hatıralar bırakan Osmanlı-Rus Savası’ndan sonra gelen “Sulu Karaağaç, İncesu, Alpu, Bahçecik, Behçetiye, Orhaniye(Çanakkıran), Değişören, Gümele, Gündüzbeyi, Hayriye, Aşağı Kalabak, Kanlıpınar, Karagözler, Karakamış, Kızılinler, Kümbet, Mahmudiye, Çifteler, Muhacir, Akçayır, Osmaniye, Rıza Paşa, Savcıbey, Seklice, Söğütçük’e yerleştirilmişlerdir.
1912 yılında gelenler; Abbas Halim Pasa, Ahiler, Akköprü, Alınca, Beylikahır, Buldukpınarı, Çalkara, Yeni Dudas, Emircik, Gevenli, Hasanbey, Hudavendiğar, Karacasehir, Kaymaz Yaylası, Menemen, Parsi Bey, Sait Pasa, Sultaniye, Umraniye, Uzunburun, Benlikuyu, Yaverviran, Bahçecik, Hamidiye, Nusratiye köylerine yerleştirilirler.
1931 ve 1950 yıllarında gelenler çoğunlukla şehir merkezine yerleşirler. İsmet Pasa ve Gökdere köylerine yerleşenler de olmuştur. 1990 yılında gelenler şehir merkezine yerleşirler. Zaman içinde köyler şehirlere taşınır. Köylerden bazılarının nüfusu çok azalır, bazıları tamamıyla boşalır. Balkanlardan gelenlerin tamamına yakını XIV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar Anadolu’dan göçürülmüş Türkmen ve Yörüklerdir. (Bayar, 2004, s.128, 129)
Orta Asya, Anadolu ve Rumeli sürecinde Türkler, sosyal statüleri bakımından şehirli, köylü ve konar-göçer topluluklar halinde yasamışlardır. Bunlardan göçerler,en eski Türk toplum yapısından başlayarak kalabalık sınıfı oluşturmuşlardır. Bu durum uzun yıllar devam etmiş ve denge, Osmanlı Devleti’nin iskan siyaseti ve değişen şartlarla oluşan yeni yasam tarzı sonucunda göçerlerin aleyhine bozulmuş, bu suretle yerleşik hayat tarzı yaygınlaşmıştır. Buna
rağmen yerleşik Türklerin yanında göçebe yasayışı sürdüren önemli sayıdaki Türkmene ”Yörük” denilecektir. Konar-göçer ve göçebe demek olan yörük kelimesi, Anadolu’da “Yörü” fiilinden meydana gelmiştir (Özçelik, 1999, s.50; Sümer, 1967, s.9).
Karakeçili Türkmenleri de “Yörük”adıyla anılmaktadırlar. Bunun sebebi hiç kuskusuz, Anadolu’da iskan edilmelerinden önce konar-göçer olmalarındandır. XVI. yüzyıla ait Osmanlı tahrir kayıtlarından Karakeçili aşiretinin önemli bir kısmının diğer yörük aşiretlerle birlikte-“Azizbeğlu ve Tosbağa” aşiretleri-Beypazarı, Sivrihisar ve Sultanönü civarında bugün Eskişehir yöresinde gördüğümüz Karakeçililerin ataları oldukları anlaşılmaktadır. Ankara sancağına bağlı olan ve defterlerde kayıtlı Karakeçililer de yukarıda sözünü ettiğimiz ve “Uluyörük” adıyla anılan bu aşiretler birliğine bağlıdır. Bunların aynı zamanda Kırşehir yöresinde yasayan büyük Karakeçili oymağının önemli bir kolunu teşkil etmekte oldukları
bilinmektedir (Özçelik, 1999, s. 50; Sümer, 1964, s. 182).
Anadolu’da aşiret adı olarak XVI. Yüzyılda 260 Karakeçili aşiret kolu bulunmaktadır. 260 aşiret, 8796 haneden oluşmaktadır. Karakeçililer bu dönemde Birecik basta olmak üzere Anadolu’nun pek çok yerinde yaşamaktadırlar. Örneğin belgelerde Birecik Karakeçilileri “Ekrad-ı Aşiret-i Karakeçili” olarak adlandırılmaktadırlar. “Ekrad“ kelimesi “Kürd“ kelimesinin çoğuludur. Ancak belgelerde bu isimlendirmenin yanında “Bozulus Türkmenlerindendir” ibaresi de ilave olarak yer almaktadır.
Urfa yöresindeki halkı oluşturan iki boy dikkat çekmektedir. Bu boylardan biri Bozulus, diğeri Karaulus’tur. Her ikisi de Türkmen olan bu gruplar, bu bölgeleri yurt tutmuşlardır.
Karakeçililerin oturduğu yerler arasında Eyalet-i Rum yani Anadolu eyaleti bulunmaktadır. XVI. Yüzyılda Anadolu eyaletinin merkezi Kütahya’dır. Karakeçililer Anakarada Çubuk, Balat, Kırkpınar ve Dikmen’de “Kasaba Yörükleri” adıyla yurt tutmuşlar. Kırşehir’de “Ulu Yörük” grupları içerisinde yer almışlardır. Çorum’da Budaközü nahiyesinde, Sivas sancağında , Adana’da Dündarlı nahiyesinde, Menteşe sancağı (Muğla civarı) kazalarında, Konya’da Bayburt nahiyesinde (bugün Atçeken dediğimiz, Cihanbeyli bölgesi civarında “Atçeken Ulusu” adını taşıyan, Osmanlı ordusuna at yetiştirmekle mükellef tutulmuş grubun içinde) Sultaniye, Karapınar’da yurt tutmuşlar, Ayrıca Aydın’da, Selçuk kazasında, Kütahya’da Kula Nahiyesi’nde Bozok Sancağı’nda (bugünkü Yozgat) Demirceözü Nahiyesi’nde, Karaman vilayetinde ve Teke adı verilen bugünkü Antalya’nın dağlık yörelerine doğru olan Elmalı kazası bölgesinde yurt tutmuşlardır. (Halacoğlu, 1999, s.23, 24)
Bunun yanında ; Adana, Diyarbekir, Siverek, Eskişehir, Siirt, Birecik, Ankara, Kütahya, Ruha (Urfa), Rakka, Aydın, Kırşehir, Balıkesir, Haymana, Manisa, Trablussam, Kula, Esme (Kütahya), Bursa, Alaşehir gibi bölgelerde de büyük yerleşim alanları
oluşturmuşlardır (Özçelik, 1999, s. 50; Türkay, 1979, s.476).
Günümüzde Karakeçili Yörük köylerindeki nüfus dağılımına baktığımızda bazı köylerin tamamen yok olduğu, bazılarının diğer köylerle birleştiği ve bazı köylerin de yeni kurulduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanında köylerde belli bir nüfus artısının olmasıyla birlikte büyük çaptaki dağınıklık göze çarpmaktadır (Bayar, 2004, s.136138);
LİSTE 3 : Karakeçili Yörük Köylerindeki Nüfus
S.No Adı Nüfusu Hanesi
1 Ağapınar 162 32
2 Ahiler 524 111
3 Akçakaya 48 15
4 Akkaya 43 10
5 Akpınar 36 20
6 Alınca 39 11
7 Aşağı Çağlan 147 45
8 Aşağı Ilıca 158 43
9 Aşağı Kartal 125 32
10 Aşağı Söğütönü 67 18
11 Atalan 237 55
12 Atalantekke 109 28
13 Avdan 87 26
14 Avlamıs231 40
15 Ayvacık 67 12
16 Behçetiye 57 17
17 Bektaşpınar 51 14
18 Beyazaltın(Sepetçi) 510 114
19 Boycaoğlu 69 15
20 Bozdağ166 42
21 Buldukpınar 24 10
22 Cumhuriyet(Sekiören) 493 140
23 Çalkara 228 47
24 Çamlıca 17 10
25 Çanakkıran 19 6
26 Çavlun 188 35
27 Danışment 285 58
28 Demirli 50 23
29 Doğankaya 47 14
30 Eğriöz 238 60
31 Emirceoğlu 81 25
32 Esenkara 95 17
33 Gökçekısık 61 17
34 Gökdere 128 30
35 Gülpınar 270 57
36 Gümele 67 20
37 Harmandalı 117 29
38 Hasanbey 103 18
39 İmişehir 71 21
40 İncesu 126 33
41 Kalkanlı 304 88
42 Kanlıpınar 13 5
43 Karaalan 107 20
44 Karacahöyük 332 60
45 Karacaşehir 199 47
46 Karaçay 37 12
47 Karaçobanpınar 128 35
48 Karadere 159 35
49 Karagözler 440 85
50 Karahüyük 24 8
51 Karamustafaoğlu 375 103
52 Karapazar 275 53
53 Karatepe 54 23
54 Kargın 123 30
55 Kavacık 146 41
56 Kayacık 40 21
57 Kayapınar 784 145
58 Keskin 242 40
59 Kıravdan 448 61
60 Kireç 464 90
61 Kızılcaören 114 44
62 Kızılinler 217 38
63 Kozkayı 512 110
64 Kozlubel (Margı) 223 57
65 Kuyucak 17 8
66 Lütfiye (Aşağı Kalabak) 190 56
67 Mollaoğlu 49 12
68 Musalar 180 80
69 Musaözü 125 27
70 Nemli 125 23
71 Sarusungur 853 202
72 Satılmışoğlu 35 14
73 Seklice 869 160
74 Sevinç 372 87
75 Sultandere 118 37
76 Sulukaraağaç 138 40
77 Süpren 65 20
78 Takmak 65 22
79 Tandır 294 52
80 Taşköprü 108 23
81 Taycılar 81 27
82 Tekeciler 100 20
83 Turgutlar 491 143
84 Türkmentokat 69 19
85 Uluçayır 547 141
86 Uludere 439 83
87 Yahnikapan 435 133
88 Yakaka 96 28
89 Yarımcaa 197 36
90 Yassıhüyük 70 17
91 Yeni Akçayır 47 18
92 Yeni Sofça 352 66
93 Yörük Akçayır 70 17
94 Yörük Karacaören 237 46
95 Yörük Kırka 53 32
96 Yukarı Çağlan 137 40
97 Yukarı Ilıca 28 12
98 Yukarı Kalabak 108 36
99 Yukarı Kartal 78 23
100 Yukarı Söğütönü 730 145
101 Yusuflar 89 24
Kavmi, Kültürel, Yapısal (Devlet-Soy) Ayrışma ve
Çözümlemeler
Türk devletlerinde topluluk ve boy düzeninde kendine özgü bir teşkilatlanma yapısı vardır. Selçuklulardan önceki Türk teşkilatlanma ve boy düzeni incelendiğinde ikili bir düzen kendini gösterir. Asya Hun ve Avrupa Hun devletleriyle Göktürkler ve buna benzer diğer Türk devletlerinde bu teşkilatlanma yapısı görülmektedir. Bu ikili düzen doğu-batı seklindedir.Bu düzen yine kuzey-güney, sağ-sol seklinde de görülür.Tuna Bulgarları ve Macarlarda bu ikili düzenin büyük-küçük seklinde ifade edildiği tespit edilmiştir.Öte taraftan,
Oğuz Bulgar ve Karluk Türk gruplarında iç-dış, yine Oğuzlarda Bozok-Üçok, Hun, Ogur, Bulgar, Hazar, Macar, Kuman ve Türgeşlerde ak-kara gibi terimlerle Türklere has bu teşkilatlanma biçimi görülmektedir (Kafesoğlu, 1994, s.259; Özçelik, 1999, s.51). Hatta Türk boylarında daha alt sosyal gruplarda da bu ikili teşkilatlanma görülmektedir. Mesela, Akkoyunlu-Karakoyunlu, Akkeçili-Karakeçili, Akbudun-Karabudun gibi... (Özçelik, 1999, s.
51; Çay, 1996, s. 245)
En eski Türk destanlarından olan Oğuz Kağan Destanı’nda yukarıda belirttiğimiz ikili düzen görülmektedir. Ünlü destanda,Türk toplumunun Üçok ve Bozok kollarına ayrılması su şekilde
anlatılmaktadır ;
”...Sonra Oğuz Kağan büyük bir kurultay topladı. Maiyeti
ve halkını çağırdı. Onlar geldiler ve müşavere ettiler. Oğuz Kağan
büyük ordugah kurdu. Sağ yanına kırk kulaç direk diktirtti. Üstüne
bir gümüş tavuk koydurdu. Altına bir ak koyun bağladı. Sol yanına
kırk kulaç direk diktirtti. Altına bir kara koyun bağladı. Sağ yanda
Bozoklar oturdu, sol yanda Üçoklar oturdu...” (Özçelik, 1999, s. 51;
Arat, 1970, s.14)
Eski Türklerde özellikle ordu teşkilatlanmasında ikili düzen değişmez bir kural olmuştur. Oğuz ordularında da bu kural hakimdir. Böylece “El-İl ve Ordu” ikiye bölünmekte, bunlara da “Kol” denilmektedir. Kollar da birbirinden sağ ve sol sıfatlarıyla ayrılmıştır.
(Aksoy, 2002, s. 316)
Osmanlı Devleti’nde sağ kol, sol kol adları verilen bu ikili düzen hem askeri, hem de mülki teşkilatta temel bir kural olarak uygulanmıştır. Türklerde sağ kol Moğolların aksine daha şerefli sayılmaktadır. (Sümer, 1999, s. 47; Aksoy, 2002, s.316-320)
Ak-Kara zıtlığının açıklanması konusunda ise birbirinden farklı görüşler ortaya atılmaktadır. Örneğin bir teoriye göre ; Bozok’a koyun, atfedilen Ak ; Üç Ok’a koyun, atfedilen Kara sıfatlarının , hiçbir şekilde iki toplum arasında efendilik, kulluk ya da Ak Budun-Kara Budun ilişkisi göstermediğini, bundan dolayı Ak-Kara zıtlığının Oğuz toplumuyla dolayısıyla da Bozok ve Üçok kollarıyla ilgisi olmadığını söyleyebiliriz. (Divitçioğlu, 2002, s. 48, 49; Aksoy, 2002,
s.316-320)
Bozok-Üçok, Doğu-Batı, Sağ-Sol, Kuzey-Güney, Büyük-Küçük, gibi dikotomik yapılarda yaşayan halk Ak(Sarı)-Kara sıfatlarıyla birbirinden ayırt edilmektedir. (Kafesoğlu, 1994, s. 259, 260; Aksoy, 2002, s. 316-320)
Günümüzde Eskişehir, Bursa, Afyon yörelerinde yurt tutan yörük aşiretleri arasında da buna benzer farklılaşmalar dikkat çekmektedir. Örneğin Uludağ bölgesinde yurt tutan Kızılkeçili ve
Karakeçili aşiretleri birbirlerinden giyim kuşam, çalışma alan ve yöntemleri, sahip oldukları hayvanların türüne varıncaya kadar birçok alanda farklılıklar göstermektedirler. Bunlar arasında Kızılkeçililerin çadırları Alaçık, Karakeçililerin çadırlarının Karaçadır olması, ip bükmek için Kızılkeçililer “Kirman“ kullanırken Karakeçililerin “İğ“ kullanmaları, Kızılkeçililerin deve beslemelerine karşın Karakeçililerin kısrak, at, katır, keçi ve koyun beslemeleri gösterilebilir. Yörükler arasında diğer önemli bir ayrışma noktası da Kızılkeçililerin “Hünkar Elli“, Karakeçililerin ise “Oba Elli“ olmalarıdır. Yani kendilerini Bozok-Üçok gibi avam-havas olarak nitelendirmektedirler (Aksoy, 2002, s. 316-320)
Günümüz Kırgız Türklerinde ikili bir yapılanma göze çarpar. Kırgızlar sağ kol ve sol kol adlı iki ana kol, Türkmenistan’daki Teke Türkmenleri de Ötemiş ve Toktamış adlarıyla iki kol halinde yasamaktadırlar. Başgırt Türkleri kendilerini 12 Bavlı (12 Boy) olarak nitelendirmektedirler. Aynı şekilde Altaylılar da kendilerinin 24 söyük (Kemik-Soy)’ten meydana geldiklerine inanmaktadırlar. İkili ve 4-6-12-24 şeklindeki boy tasnifi Türkmenler ve yörükler arasında çok yaygındır. Nitekim Karakeçili yörükleri de 12 aşiretten meydana gelmiştir. Bilecik Pazaryeri Günyurdu köyü ve Eskişehir Seyitgazi Kuyucak köyündeki Karakeçili aşiretinin Özbekli cemaatinin bugün yaşayan halkı da “Karakeçililer 12 kalemmiş” şeklindeki ifadelerle Karakeçili aşiretinin boy anlayışının 12 aşirete dayandığını anlatmaktadırlar.
İkili ve 4-12-24 seklindeki boy tasnifi Türkmenler arasında çok yaygındır. Nitekim, Karakeçili yörükleri de 12 aşiretten meydana gelmişlerdir. Bilecik Pazaryeri Günyurdu köyünde yerleşik hayata geçen Karakeçili yörükleri, ”Karakeçili oniki kalemdir” demek
suretiyle, kendilerini 12 kola ayırmaktadırlar. Bu aşiret veya kollar şunlardır: Veliler,Poyrazlı, Kıldanlı, Softalı, Karakayalı, Talazlı, Sazlı, Hacıhalil, Hayyam Kethüda, Akça İnli, Özbekli, Karabakılı.
Karakeçililerin kendilerini 12 kısma ayırarak tasnif etmeleri, kök itibariyle Asya’dan gelen diğer Türkmen topluluklarına bağlı olmaları sonucuna bizi götürmektedir (Çay, , s.247)
Karakeçililerin sözde ayrı bir topluluk addedilen ve yine Oğuz geleneğine göre 24 boya ayrılan,”Türkman Ekradı”şeklinde nitelendirilen Kürt topluluğunun Milan ve Zilan seklindeki iki kolundan Milan yani Milliler içinde yer aldıkları ve ikinci sırada bulundukları görülmektedir. Bu Karakeçililerin, özellikle Urfa’nın, Siverek, Viranşehir ve Suruç havalisinde yaşadıkları bilinmektedir.Bunların önemli bir kısmı Fars kültürünün etkisinde kalmıştır.
İkili yapılandırmalarda yaşayan halk Ak-Kara sınıflamasına göre adlandırılmaktadırlar. Türk toplumlarında Akbudun (Beyler) -Karabudun ( Kullar ve Halk) adlandırması gibi Osmanlı Beyliği döneminde de yönetici sınıfı oluşturanların tümüne “Ak Kemik”, kırsal kesimde yaşayan köylülere de “Kara Kemik” denilmektedir. (Özçelik, 1999, s. 51; Çay, ,s. 242; Aksoy, 2002, s. 316-320; kafalı, 2002, s. 187)
Oğuz Kağan Destanındaki Bozok ve Üçok seklindeki ayırım Rasiduddin ve Kaşgarlı Mahmud’da görülür. Bu sınıflandırmaya göre Bozoklar; Günhan, Ayhan ve Yıldızhan kollarına tabi olan her biri dörder olmak üzere 12 boya ayrılmaktadırlar ki bunlar ; Kayı, Bayat, Alkaevli, Karaevli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kızık, Beğdili, Karkın’dır. Üçoklar ise ; Gökhan, Dağhan ve Denizhan kollarına bağlı ve yine her biri dörder olmak üzere 12 boya ayrılmaktadırlar. Bunlar ; Bayındır, Peçenek, Çavundur, Çepni, Salur, Eymür, Layıntlu,Üreğir, İğdir, Büğdüz, Yiva ve Kınık boylarıdır
(Özçelik, 1999, s. 51; Sümer, 1964)
2-Değişim ve Karışım
Karakeçili Aşireti, Oğuzların 24 boyundan Kayı Boyu’na mensuptur. Anadolu’da hemen hemen birçok köy bu boy, oymak ve aşiret isimlerinden hareketle adlandırılmışlar ve anılmışlardır. Türk boyları içerisinde çok büyük bir boy olması sebebiyle oymak ve aşiretlerinin sayısı da fazladır. Bu sayısal büyüklük boyun askeri ve kültürel yoğunluğunu göstermesi yanında konar-göçer kültür ve ekonominin gereği olarak boyun birçok değişik coğrafyaya dağılmasını gerektirmiştir. Bu nedenle önceleri iç Batı Anadolu’da yoğun olarak görülen Karakeçililer daha sonraları Anadolu’nun hemen hemen her bölgesinde görüleceklerdir.
Orta Asya kaynaklı bir Türk aşireti olan Karakeçililerin nicel yoğunlukları diğer coğrafi ve kültürel iklimlerden etkilenmelerine de zemin hazırlamıştır. Bunun yanında içinde bulundukları sosyal ve kültürel ortamdan sınırlı düzeyde etkilenerek, Orta Asya Türk kültürüne ve kimliğine ait ögeleri belli ölçülerde de olsa koruyabilmiş büyük bir bölüm İslami süreç içerisinde dahi varlığını sürdürebilmiş, bir bölümü de o bölgelerdeki diğer aşiret veya oymakların içinde eriyerek ana kültür ögelerini değiştirmiş, hatta yöre ağız ve lehçelerini konuşur olmuşlardır.
Osmanlı Devleti XVII. Yüzyıldan itibaren büyük bir sosyal ve ekonomik çıkmazın içine girmiş, devlet mekanizması özellikle tımar sistemindeki büyük zaaflar, siyasal iktidarın güçsüzleşmesi, merkezi mutlak idare ve iradenin güçsüzleşmesi birçok sosyal patlamayı beraberinde getirmiştir. Ekonomi alanında devletin dünya ekonomilerine ayak uyduramaması yanında, üretim araçlarının dengesiz dağılımı ve rantabl kullanılamaması, ilkel yöntemler üretim ilişkisi içindeki feodal kırıntıların baskıları, toprak sisteminin devletin elinden mültezimlere daha sonra da ayanlara geçmesiyle onarılamaz büyük yaralar açmıştır. Günü kurtarmaya çalışan, vergi toplayamayan, askerinin ulufesini ödeyemeyen bir siyasal yapılanma haline gelen Osmanlı Devleti, “Kürdistan” adını verdiği “coğrafi” bölgede devlet
sistematiğinin ve ekonominin temel dayanağı olan timar sistemini uygulayamaz. Devlet, siyasal otoritesini bölgedeki Kürt beylerine devreder. Bölgede bulunan Türkmenlerin bir nebze de olsa üzerlerindeki dini ve ekonomik baskıyı giderebilmek, ağır vergilerden ve serhad boylarındaki zor yaşamdan, dinsel farklılaşmalara gösterilen hoşgörüsüzlükten kurtulmak için Kürt topluluklarının içerisine karıştıkları, bunun sonucu olarak da dillerini dahi unuttuklarını
biliyoruz. (Avcıoğlu, s. 2041)
Karakeçili ve Türkan aşiretleri gibi bazı aşiretler 1550’li yıllarda o bölgelerdeki Kürt kabilelerine karısınca birkaç kuşak sonra tamamen dillerini unutup adeta Kürtleşirler. Karakeçili köyleri arasında yer alan Sagur adlı köyün Oğuz ilinin 24 boyundan biri olduğunu, önce Karakeçili Aşiretine tabi iken daha sonra Milli Aşiretine bağlanan Türkan Aşireti’nin, Türk olmasına rağmen “Kırmanci” konuştuğunu da biliyoruz.
Osmanlı Devletini kuran Kayı boyunun Karakeçili aşiretinin torunlarını Urfa'nın Siverek ilçesinde de görebiliyoruz. Siverek Karakeçili aşiretinin ağalarına "Torunlu" denmektedir. Kurmanci'de "Torin-torın" kelimesi "asilzade, soylu" anlamına gelmektedir. Ayrıca, Diyarbakır ve Urfa dolaylarında yakın çevre köylerinden şehre elden yoğurt yumurta yağ getirenler barajilerce (şehirli) "Kirmanç" olarak adlandırılmaktadır (Aras, 1968, s.138). Yine Doğu Beyazıt'ta kasabalılar tüm köylülere (ağalar da dahil) "Kirmanç" demektedirler. Aynı şekilde Doğu'daki "Torun" ve "Mirek"ler tüm halka "Kirmanç" demektedirler. Bugün Anadolu’nun birçok bölgesinde "Torunlu” aşiretine rastlanır. Mesela Ağrı, Kars, Van, Erzurum, Tunceli, Urfa,Gaziantep, Kahramanmaraş, Sivas, Adana, Kayseri ve Konya'da
"Torunlar" yasamaktadır. Bunlardan Konya, Kayseri, Adana ve Gaziantep Torunları Türkçe'den başka dil konuşmamışlar ve konuşmamaktadırlar.
Ziya Gökalp’e göre ; Kürtlerle beraber yaşayan Türkmen aşiretleri tedricen Kürtleşmişlerdir. Örneğin Urfa ile Siverek arasındaki Döger nahiyesi Kürtçe konuşmaktadır. Gökalp, Diyarbakır’daki Karakeçili aşiretinin, Osmanlılar’ın ecdadı olan Kayılar’dan ayrıldığını ve Kütahya taraflarında dolaşan Karakeçililer’in amcazadeleri olduklarını ve Kürtçe konuştuklarını söylemektedir. Kütahya’daki ve Orta Anadolu Bala’daki Karakeçililer’in ise bir tek kelime Kürtçe bilmediği biliniyor. Bunun yanında Karacadağ’da bunlara komşu bulunan “Türkan” aşireti de isimlerinden de anlaşılacağı üzere aslen Türkmendirler. Kürtler,
Türkmenler’e “Tırk“ demektedirler. Türkanlıların, Türk oldukları ve hatta Beydilli boyuna mensup bulunduklarını, reislerine “Boybeyi” denildiğini biliyoruz. Fakat Türkçe’yi tamamıyla unuttuklarından Türk olduklarını da Kürt lehçesiyle söylemektedirler.
Kürtçe ya da Zazaca konuşan Türkmenler'in varlığını yadsıyanlar aslında Türkmen aşiretlerinin Kürtleşmesi gerçeğini kabul etmeyen bir anlayışa sahiptirler. Bu düşünce sahipleri Kürt aşiretlerinin Türkleşmesini kabul ederler. Ama tersini yani Türk aşiretlerinin Kürtleşmesini kabul etmemektedirler. Türkmen aşiretlerinin Kürtleşerek Zazaca ya da Kurmanci öğrenerek varlıklarını sürdürdüklerini kabul etmezler. Onların aslında Kürt ya da
Zaza olduklarını varsaymaktadırlar. Birçok yerde Türkmen aşiretleri Kürtleşmiştir. Mesela Diyarbekir’de Karacadağ'da yaşayan Türkan/ Terkan' /Kürtçe: Türkmenler) aşiretinin bütün fertleri Oğuz ilinin Beydili boyuna mensup Türk olduğunu bilirler. Bununla beraber, Türkçe'yi unutarak onun yerine Kürtçe'yi ikame etmişlerdir. Bu bölgedeki Karakeçili aşireti ise, Osmanlılar'ın ecdadı Kayı boyundan olmalarına rağmen kendilerini Kürt zannetmektedirler." (Gökalp, 1992)
Karakeçili aşireti, birçok bölgeye göç edip diğer aşiretlerin içinde eridiği gibi bazı bölgelerde kendisi de göç almıştır. Bunlardan en önemlisi Emirce aşiretidir. Emirce aşireti, Eskişehir’e göç etmiştir. Osmanlının bütün kurumlarıyla çözülmeye başladığı dönemde Çubuk’un Susuz, Yukarı Emirler ve Aşağı Emirler köylerine gelip yerleşmişlerdir. Aşiretin önde gelenleri bölgenin soğuk ve dalgalı arazi yapısını ileri sürerek; tekrar Eskişehir’e göç etmişler ve Karakeçili aşireti topraklarında çoğu zaman konar-göçer halde yaşamışlardır. Bu aşiret 1782 yılında Ankara bölgesinde bugünkü yerleşim yerlerine zorunlu olarak yerleştirilmişlerdir (Çağlayan, 1996)
Devlet mekanizması içinde pek de yerleri sistematik ve statik bir çerçevede olmayan aşiret ve aşiret beylerinin birbirleriyle ve halkla olan çıkar çatışmaları devletin başını XIX. Yüzyılda olduğu gibi XX. Yüzyılda dahi ağrıtmaya devam etmiştir. Aşiret ilişkileri ile devlet mekanizmasını yönetmek yerine aşiretleri devlet mekanizmasına entegre edecek enstrümanları otorite bir türlü bulamamış, bulduğunda da bunu yaşama geçirememiştir. Tabiidir ki bu da çözülmeyi yaşayan devlet otoritesindeki boşluğu daha da derinleştirmiş, bundan yararlanmak isteyen kişiler veya aşiret adını kullanan zümreler birçok imtiyazı devletten koparmayı başarmışlardır. Osmanlı arşivlerinde birbirlerini şikayet eden, birbirlerinin haklarına tecavüz eden vb. olgular o kadar çoktur ki bunların bu çerçevede tekrar sosyolojik bir tahlile ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Örneğin ; 1236 tarihli bir belgede Balıkesir çevresinde Yörük taifesinden Kobasoğlu, Hacı Hasanoğlu, Canyalıoğlu ve Karakeçili halkından Bergama voyvodası ve yörük zabiti Mustafa Ağa’dan şikayeti ve diğer istekleri ile ilgili veriler dikkat çekicidir. Bu ve benzeri huzursuz ortam ciddi düzeyde bir iç göçü gündeme getirmektedir. Yaylak ve kışlak anlayışının dışında bu nedenlerle büyük sayıda aşiret mensubu veya bu baskılardan kaçan halk sürekli göçmekte ve yer değiştirmektedir. Örneğin 1254 tarihli bir belgede ; Tarsus mütesellimi ve Adana ahalisinden bir gurup insan Adana asairi beylerinin kumaş ve kağıtlarının geldiği ve Karakeçili Mir aşiretinin Niğde’ye iltica ettiği ve Kozanzade ile birlikte ikamet ettikleri bilgisi ile, 1292 tarihinde Siverek’e bağlı Karakeçili ve Karaca nahiyesi ahalilerinin iskan edildikleri Viranşehir'den tekrar anavatanlarına dönme istekleri de dikkat çekici bilgilerdir. Bu göçler elbette tamamen huzursuzluk ve baskı nedeniyle olmamış, üretim faaliyet alanının bir bölgeden başka bir bölgeye kayması, yoğunluğun diğer bölgede olması sebebiyle, devlet aşiretleri üretim faaliyetinde daha pragmatik olarak kullanabilmek için bir bölgeden başka bir bölgeye göçürmüş, bunun yanında adeta asker deposu, asker kaynağı olarak gördüğü aşiret halkından hatırı sayılır miktarlarda kişileri aşiretlerden alıp asker olarak belli bölgelerde iskan etmiştir. Kaynaklarda bunlarla ilgili de çok sayıda belge ve bilgiye sahibiz. Örneğin 1306’da Söğüd Redif Taburu Dairesi fertlerinden olup Süvari Ertuğrul Alayına verilen aşiret mensubu neferleri hemen hemen çoğu Karakeçili aşiretindendir.
Karakeçili aşiretinin tarihsel süreç içerisinde sosyal, ekonomik ,siyasal yapılanmasını ve gelişimini iki sınıflama içinde incelemek çok daha pratik ve pragmatik olacaktır. Bu sınıflamayı biz aşiretin tarihsel serüveninin bölgesel bazda ve devlet yapılanması içerisinde demografik, idari , coğrafi, sosyal, etnik, ekonomik ve dinsel yapılanmaları göz önüne alarak incelerken diğer taraftan bu yapılanmalara destek olmak amacıyla yine arşiv kayıtlarına dayalı kişisel gelişmelerden, kişisel ögelerin bu toplumsal yapı içerisindeki konumlarına bakarak toplumsal yapıyı çözümlemeyi düşünüyoruz. Hiç şüphesiz arşiv kayıtlarına yansıyan kişisel olgulardaki gelişme ve değişim bize toplumsal yapıdaki gelişim ve değişimlerin de ipuçlarını verecektir. Bu araştırmamız esnasında arşiv kayıtlarında rastladığımız kişisel öğeler Karakeçili Aşireti’nin tarihsel serüvenini bize anlattığı gibi aşiret ve bu dönemdeki Osmanlı toplumu hakkında da önemli ipuçları vermektedir.
1265 tarihinden önce hemen hemen tüm Osmanlı topraklarında olduğu gibi, Karakeçililerin yaşadığı Harput ve kazalarında asayişin sağlanamadığı, bunun için çeşitli önlemlerin alındığı görülmektedir. Hem buradaki hem de Siverek’teki huzursuzluk ve çatışmalar nedeniyle daha önce birçok Karakeçili aşireti mensubu Harput ve Siverek’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Ancak, 1265 tarihindeki ek hukuki önlemler ve cezai uygulamalar sonucunda Karakeçililerin bu bölgelere geri gönderilmeleri uygulaması da gündeme gelmiştir. Bu olay, demografik anlamda olduğu kadar, aşiretler ölçeğinde iç göçün nedenleri arasında değerlendirilmesi gereken bir başka unsur olarak karsımıza çıkmaktadır. 1265’ten sonra özellikle 1268’de hukuki önlemlerin ( hangi düzeyde uygulandığı çok net olarak bilinmese de) ve cezai uygulamaların arttığı gözlenir. Örneğin, 1268 tarihli bir belgede Karakeçili aşiretinden İsmail adlı birinin katili olan Süleyman’ın kürek cezasına çarptırıldığını görüyoruz. Bunun yanında yine aynı tarihte eyaletlerde uygunsuzluk çıkaranlara engel olunmasına, aşiretlerin sosyal ve ekonomik durumlarının incelenmesine dair çıkarılan talimatnameler umut vericidir. 1275’e değin bu tedbirlerin alındığı ancak uygulamada yine bireysel düzeyde kalındığı aşikardır. Aşiretler üzerindeki devlet politikasının tam uygulanamama nedenlerinden birinin de, aşiretlerin halk katmanındaki geleneksel ağırlıkları ile insanlar ve devlet üzerindeki feodal baskısı gösterilebilir. 1275 tarihinde Milli aşireti reislerinden Mahmut Ağa’nın Karakeçili aşiretine yaptığı müdahale devlet tarafından engellenmeye, adı geçen kişi muhakeme edilmeye çalışılsa da, devlet toplumsal bir baskıyla karsılaşmış, bireysel bir olay toplumsal alana taşınarak yine sonuca ulaştırılamadığı anlasılmaktadır.
1265 B.12 tarihinde Aneze Urban’ın Karakeçili aşiretine saldırdığının ve büyük zarar verdiğini görüyoruz. Bunun da Osmanlı saltanatına bildirildiği, hasarın ve kayıpların tespitine gidildiği elimizdeki belgeden anlaşılmaktadır. Aynı yılın S.16’sında yine diğer bir belge saldırıların düzeyinin ve kayıpların ne denli büyük olduğunu daha net olarak göstermektedir.
1267 R.12 tarihinde Harput’ta Hefthisar eşkıyası için uygulanan baskı, takibat ve bastırma faaliyetlerinden etkilenen ve hırpalanan Karakeçili aşiretine ve diğer halka iane-i seniyye verilmesine karar verildiğini görüyoruz. Bu da bize aşiretin merkezi otorite eliyle mali açıdan korunmaya çalışıldığını göstermektedir10 .
Karakeçili Aşireti’nin ulaştığı ve dağıldığı bölgelerde önemli bir idari unsur olduğu açıktır. Bunun yanında toplumsal çalkantıların, ekonomik ve sosyal bunalımların idari yapıya da yansıdığı çok açıktır. Bunun örneklerinden bir kaçını söyle sıralayabiliriz; Siverek’e bağlı Karakeçili aşireti müdürlüğünde olan Eyyüb Bey 1276’da azledilmiş ve yerine Hasan Ağa tayin edilmiştir . Bunun yanında 1277’de Siverek Kaymakamı Sadık Efendi azledilmiş, şikayetler sonucu mahkeme edilmiş ve Zühdü Efendi vekil tayin edilmiştir. Siverek’te sorunların bitmediği, 1277 Ş 9 tarihinde Siverek Meclisi Azasından Hacı Ali Efendi’nin töhmet nedeniyle muhakeme edildiğini12 , 1328 M 25 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere Karakeçili aşireti reisi Halil Bey’in tevkif edilişinin kanunsuz olduğu13 1328 S 25 tarihli bir belgeden de haklarında vukuu bulan iftiradan dolayı tutuklanan Karakeçili aşireti’nden Veysi ve arkadaşlarının şikayetlerinin tahkiki sonucu gibi olaylar ve belgeler bize bu tarihlerde toplumsal yapı içindeki aşiretlerin birbirleriyle olan çekişmelerinin aşiret halkına nasıl yansıdığını gösterdiğinin yanında, Osmanlı Devleti’nin bu yıpranma karsısında meseleyi toplumsal ölçekte incelemek yerine kişisel hukuk alanında görerek sorunlara aşiret içinden veya aşiret dışından yapılacak kişisel katkılarla çözmeyi deneyecektir. Dikkat edilirse devlet içindeki aşiret yapılanması son derece önemli ve dikkat çekici siyasal, sosyal ve idari yapılanmaları doğrudan ilgilendirmektedir. Ancak merkezi otorite sorunları toplumsal ölçekte görmek yerine devletle aşiretler arasında olduğu kadar, aşiretlerle aşiretler arasındaki denge politikasını kişisel hukuk ve kişisel cezalandırma-ödüllendirme yöntemiyle çözmeyi denemiştir. Bu yöntemin aslında pek ise yaramadığı görülmektedir. Dikkat edilirse yukarıda zikrettiğimiz üç belge içinde geçen huzursuzluklar, devlete gelen şikayetlerin hepsinin arkasında sosyal olduğu kadar siyasal ve ekonomik çürümenin etkileri aşikardır. Kişisel gibi duran bu huzursuzluk kaynağının önemli ölçüde otorite boşluğundan doğduğu, yine dikkat edilirse otoritenin uyguladığı politikanın da tutmadığı belgelerin tarihleri arasındaki geçen yıla bakarak daha kolay anlaşılabilir. Örneğin; 1277 tarihli belgelerin muhtevaları ile aradan
geçen 51 yıl sonra yani 1328 tarihli belgelerdeki olayların muhtevalarında hemen hemen hiçbir değişim hiçbir fark yoktur.
Karakeçili aşiretinin Söğüd, Eskişehir, Karacaşehir çevresinde yasayanların devletle ve saltanat makamıyla olan ilişkileri son derece iyi gelişmiştir. Örneğin 1308lerde Osman Gazi’nin ilk hutbeyi okuttuğu Karacahisar mevkiinde inşa edilen camide merasimler yapılmakta ve Karakeçililer bu merasimlere her yıl büyük bir istekle katılmaktadırlar. Yine belgeler yansıdığı sekliyle ; aynı tarihte Ertuğrul Sancağına bağlı Karacasehir’de iskan edilen
Karakeçili Aşiretinin padişaha şükranlarını sunduğunu ve o bölgede bulunan Ertuğrul Gazi Türbesinde de merasimlerin yapıldığını, ayrıca inşa edilen camide hutbenin yanında mevlit okunduğunu da biliyoruz. Bu gelişmelerin daha sonra daha da ilerleyerek, örneğin 1311’de Söğüd ve Eskişehir Kazalarında bulunan Karakeçili Aşireti ümerasından bazılarıyla Söğüd kaymakamının taltif edilmesine , 1315 senesi efrad-ı mevkufesinden olup Karakeçili Aşireti ve Sanayi Alayından otuz kişinin Dersaadete gönderilmesine17 varan olumlu gelişmeler görülecektir.
1318 Za 6 tarihine geldiğimizde Milli Aşireti ile Karakeçili Aşireti arasındaki sonlandırılamayan güç mücadelesi devam etmekte ve bu da hem otoritenin siyasal ve askeri gücüne darbe vururken diğer yandan da toplumsal barısın zedelenmesi ile huzursuzluğun artmasına ve üretiminde düşmesine neden olunmaktadır. Bu bitirilemeyen güç mücadelesi bir diğer taraftan kişisel hırslarında ön plana çıkarıldığı bir ortamı hazırlayacaktır. Hele doğudaki aşiretlerde bu çok daha net olarak izlenebilmektedir. Bu cümleden olarak 1318 Za 6 tarihinde
Milli Aşireti reisi İbrahim Pasa ile Karakeçili Aşireti reisi Halil Bey’in Mamütatü’l-aziz’de Şemsi Paşa başkanlığında kurulacak bir divan-ı harb’de mahkeme edilmeleri hakkında çıkarılan seraskerlik istizanı önemlidir. Bunun yanında aynı tarihte Urfa sancağı dahilindeki Hamidiye hafif süvari alaylarına mensup Milli, Karakeçili ve Hayran Aşiretine mensup kişiler arasındaki muharebelerinde sonlandırılması için gönderilen seraskerlik arzı da dikkat çekicidir .
Aşiretlerin bu huzursuz ortamda bulunmaları, toplumsal barışı etkilemekte, aşiretler üzerindeki devlet denetimi tam olarak sağlanamadığından aşiretlerin güç mücadelesi içerisinde birbirlerine ve diğer halka karsı çapul hareketlerine de devam ettiklerini görüyoruz. Örneğin; 1319 C 9 tarihinde çıkarılan seraskerlik maruzatında Samar, Karakeçili ve diğer başka aşiretlerin Yenişehir’de çapul yapacakları haberi alınmış ve buna karşın alınacak
tedbirler merkezi otorite tarafından düşünülmeye başlanmıstır .
Aşiretlerin çapul hareketlerinin yanı sıra üretimden ve askeri görevlerinden doğan bazı yükümlülükleri de zaman zaman yerine getirmedikleri anlaşılmaktadır. Örneğin; bir ahkam defterinde; Anadolu’da Bozok, Teke, Sivas, Alaiye, Saruhan, Karahisar-ı Sahib livalarında ve Diyarbakır eyaletinde bulunan Mamalu, Şeyhlu, Bayındır, Dilmekli, Karbendeli, Süleymanlı, Sermayeli, Bedirli, Kızılkeçili, Karakeçili, Mortezkir Türkman Cemaatlerinden uhdelerine düşen nezirleri vermeyenlerle civar kaza ve karyeler halkına zulmedenlerin tespit ve engellenmeleri için Anadolu müfettişinin ve Diyarbakır valisinin görevlendirildiği
anlaşılmaktadır .

1 yorum:

Adsız dedi ki...

ya şimdi biz kendimize "şehitli yörüğü" diyoruz.burada verilen kaynağa göre "şehitli cemaati" karakeçililerdenmiş.bunula ilgili başka bir belge var mı acaba?