08 Temmuz 2013

KULAMPARA KOÇAKLAMASI, kalender, karamalak, çeşmisansar





ÇEŞMİSANSAR: Gezi’de de kendini sıklıkla dışa vuran bir gerçeklik var,hadi iktidarı bir yana bırakalım muhalif duruşlarda da cinsiyetçi bir söylem çok fazla kulağa çalınıyor. Yakın geçmişte de sıklıkla tanık olduğumuz üzere, diyelim ki işkenceci polisin de devrimci direnişçinin de " cinsiyetçi " bir söyleme sahip olması, cinsiyetçilik üzerinden kendini kurgulaması bir " ters ilişki " değil midir? Ece Ayhan'ın deyişiyle iktidar da muhalefet de bu bağlamda fazlasıyla "iki kaşık gibi iç içe" değil mi?




KALENDER: Bu ilişkilerin tersi düzü olur mu bilmem ama Gezi'de oluşan protest dilin ve küfrün "cinsel " arka planı görülmeyecek gibi değil. Kaczynski'ye göndermeyle söyleyecek olursak " küfür" zaten "yaralanacağı yerden vurmaktır". Polise ve iktidara "yaralanacağı" öngörüsüyle söylenen her söz aslında söyleyen kişinin de yaralanacağı yeri gösteriyor. Bakın açık olsun diye Gezi eylemleri sırasında atılan sloganların bir kaç tanesini yazayım:
- Asker polisin anasını sik!
- Hepiniz orospu çocuğusunuz.!
- Yarağımı ye Tayyip!
- Tayyip'in piçleri yıldıramaz bizleri!
- İbne Tayyip!


İçlerinde kadınların da olduğu bir kitle hep bir ağızdan bunları söyledi, yetmedi duvarlara da yazdı. İktidar (sadece hükümeti kastetmiyorum elbette) senin de dediğin gibi erkek. Hatta iktidar her daim erektedir diyebiliriz , hele de hakkın hukukun oluşmadığı toplumlarda, ahalinin devlete” baba” diye baktığı toplumlarda…



KARAMALAK: Bu küfürlerde biraz da apolitik tribün öfkesinin sahaya yeni inmiş şaşkınlığı da var. Yani nasıl desem, düşünce bele yukarı tırmanıyor işte. Fakat durup dışarıdan kendine bakabilecek bir durumda da değil henüz. Asıl mesele bu çocukların o küfürleri etmesi değil, bizim gibi seksist tavırları dert edinen tartışmalar yapanların, bunlara hayatlarında gülünecek yer açmalarıdır. Demek ki bu duyarlılık asıl bizim üstümüzde eğreti duruyor.



ÇEŞMİSANSAR: Bu duyarlılığın neden üzerimizde eğreti durduğunu anlamadım.



KARAMALAK: Yani bunlar henüz üzerimizde bir karakter aksesuarı düzeyindedir, karakter bileşeni haline gelememiş demek ki bu duyarlılık. Bir iki uyarıya rağmen pek de ciddiye alınmadı Gezi eylemleri boyunca. İşin genel havası bunu ciddiye almayanların rüzgârıyla ilerledi. Bunu diyorum. Yoksa sen ben meselesi değil. Bir de şu var, politik olduğunu sanan genç kuşağın da ayağına ilk kez top değdi, kendi adıma gol değil, şık hareketler bekliyorum. Gol, takımların tarihini; şık hareketlerse oyun kültürünü zenginleştirir.



KALENDER: Bir de şimdi düşününce Gezi'de oluşan dilin, söyleme şeklinin tribünlerle, holiganizm'le yakın ilişkisi olduğunu sanıyorum… Eskiden alanlarda devrimcilerin slogan melodileri bile farklıydı futbol taraftarlarından.. Ama şimdi hem içerik hem de uyak bilgisi bakımından oraya yaklaştığını düşünüyorum.. Acaba siyasal olanın lümpenleşmesi midir? Alanlarda tribün soundu ya da efekti...




ÇEŞMİSANSAR : Ortak bir dip ırmak var belli ki.

KALENDER: Gezi eylemlerine yansıyan dilin erkek oluşu deyince bu holigan dilinin kendisi de zaten eril bir dil değil mi... Hep sikerim sokarım üzerinden oluşmuyor mu? Her ne kadar senin dediğin gibi bir dip ırmak varsa bile aynı benzetme üzerinden gidersek bu dip ırmağın yüzeydeki kolları ayrı akmalı değil mi? Çarşı grubunun eylemlerdeki etkin var oluşunu bütün kalbimle kutluyorum ve diğer taraftar gruplarının da.. Fakat tribünlerdeki o erkek dilinin direniş alanlarına bu kadar kolay hakim olması bence can sıkıcı ve üzerine düşünülmesi gereken bir şey. Mesela eylemlerin en beğenilen sloganlarından olan ve hatta "Çapulcu Şarkıları"nda

bestelenmişi de olan "sık bakalım sık bakalım/ biber gazı sık bakalım/ kaskını çıkar copunu bırak/delikanlı kimmiş bakalım" sloganına bakalım. Bilindiği gibi bu, zaten bir takımın meşhur sloganlarından. Onun uyarlanmışı. (Aslında gezi eylemcilerinin yaratıcılığı diye yere göğe koyamadığımız şey de genelde var olan tribün sloganlarının uyarlanması ağırlıklı; tribün sloganları da



halkın bilinçaltına nüfuz etmiş bazı şarkıları takımlara uyarlamaktan ibaret. Bunlara da bakmak lazım) Şimdi bu sloganın sonuna bakalım mesela, söylemesi keyifli de olsa "delikanlı kimmiş bakalım!" ne demektir, delikanlı neyle ölçülüyor? Burada söylenmek istenen şeyin daha iyi kavga etmek, daha erkek olmak üzerinden bir altyapısı olduğu aşikar. Yani diyeceğim o ki holigan kültürü temelde erkek bir kültür, hatta erkekliğin kitlesel olarak dilde en öne çıktığı alan holiganizmdir diyebiliriz. Dünyayı dönüştürmek iddiasındaki bir hareketin arkasını önünü düşünmeden holigan diliyle bu kadar kolay uzlaşabilmesi bence düşündürücü. O alanların yabancısı olan taraftar gruplarının alana girişlerinin ve gerek sayısal çoklukları, gerek slogana yatkın dilleri ve kolay organize oluşları ile bir sempati yaratmaları kaçınılmaz. Bu sempati ister istemez nihayetinde özü itibariyle lümpen olan bu kitlenin fütursuzlaşmasına neden oldu. Eylem alanlarının önemli psikolojik eşiklerinden biri de slogan düzenleme ve attırma, kitlenin slogana katılımını sağlama noktasında oluştuğunu biliyoruz. Çarşı grubu kendi sloganlarına Gezi ahalisinin de katıldığını gördükçe bu sempatiyi artırmak için anında benzer yüzlerce slogan üretebilecek bir yatkınlığa sahip. Oysa Gezi ahalisi bu dile bu kadar kolay teslim olmamalıydı. Ağaçların yaşam hakkı için kendilerini siper etme cesaretini göstermiş insanlardan erkek dilinin işaret ettiği dünyaya karşı bir zihni uyanıklık ve direniş de bekliyoruz elbette. Çünkü karşımızdaki kişiye, kuruma, her neyse, hakaret için kullandığımız dil bizim zihniyet haritamızın kodlarını ele veriyor. Bunu önemsemezlik edemeyiz. Bir ara Sansar mı demişti, meseleyi özetleyebilir benim açımdan: Bana ettiğin küfrü söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!
Hep söylüyoruz, "başka bir dünya başka bir dille kurulacak". Öyleyse bir yanıyla deklarasyon olan sloganların ideolojik arka planı çok önemlidir. Bizim hayalini kurduğumuz dünyada kadınlar ve farklı cinsel kimlikler ötekileştirilmeyecekse bu deklarasyonda(sloganda) da öyle olmalı. Tahakkümün olmadığı bir dünyaya mecburuz. Tahakkümün temelinde de "baba"lık ideolojisi yatmaktadır. Erkek dili derken yanlış bir algılamaya da izin vermemek gerekir. "Erkek dili" ifadesini belki de terk etmek gerekir. "Erkeklik" kendiliğinden kötü olan bir şey değil. Burada kast edileni söylersek "erkek"lik bir cinsiyet değil bir ideolojidir. Medeniyetle birlikte kurgulanan ve teorize edilen rolün eleştirisidir. Medeniyet, kendi dizaynını, oluşturduğu "erkek", daha doğrusu "baba" rolü ile gerçekleştirmiştir. Tahakküm erkeğe biçilen rol üzerinden mümkün kılınmıştır. Savaşlar, devletler, uluslar, ahlaklar hep bu "baba" rolü üzerinden, mümkün ve meşru kılınmıştır. Erkekegemen dünya, erkek dili, eril dil gibi derdimiz anlaşılsın diye yapılan özetleyici adlandırmalar bütün kestirme yollar gibi bazı riskler barındırıyor. Burada bir cinsin, cinsiyetin suçlanması söz konusu değildir. Günümüzde bu "erkek" rolü cins olarak erkek olmayan kimseler üzerinden de gayet rahat yürütülebilmektedir. Kestirmeden söylersek tahakkümün meşru hale getirilmesidir bugün hakim kılınan erkek kültürü ve dili. Bunu sadece cinsel bir kültür ve kimlik olarak görmemek lazım, kabalık, hoyratlık, gururluluk, onuruna düşkünlük, üstün olmak, emir vermek, otoriter olmak, evde çocuklara karşı alınan pozisyon, duygusal olmamak, ağlamamak, kavgadan kaçmamak, küfretmek, ekonomik gücü elinde bulundurmak, bonkörlük, düşküne yardım etmek, yardımını göze sokmak vb. pek çok yönü olan bir meseledir yaratılan "erkek" rolü..





ÇEŞMİSANSAR: Evet, cinsiyetçi kültür ile uygarlık arasında bir ilişki var. Biri yoksa öteki de yok. Uygarlığın " baba"nın ortaya çıkışı ile mümkün olabildiğini görebiliyoruz… Kaşgarlı’da neden argo yok mesela?




KALENDER: Evet, haklısın. Argo olmadığı gibi cinsel içerikli küfür de yok. Dede Korkut'ta ya da Kaşgarlı'da cinsel içerikli söz çok var ama cinsel içerikli bir küfür gördüğümü anımsamıyorum. Mesela “er uragutnu sikti” örnek kullanımını veriyor Kaşgarlı “sikti” maddesinde. Kitabı bugünkü dile uyarlayanlar(!) “Adam kadınla cinsel ilişkiye girdi.” olarak açıklamasını vermişler. Yani sen kimin dilini kime açıklıyorsun? Buradaki bu açıklama aslında araya giren yüzyıllar boyunca olup bitenin de bir açıklamasıdır. Tabii olan tabu haline getirilmiştir, ayıp olmuştur. Bu da medeniyet eşittir yabancılaşma denkleminin ispat yollarından biri olarak aklımızda kalsın.



KARAMALAK: Tabii, yerleşik hayat genel olarak babanın becerisi ve tahakkümü etrafında şekilleniyor. Ana da babanın sahip olduğu en değerli şeylerden biri haline geliyor bu süreçte. Kaşgarlı'da argo olamaz zaten, argo için göçen dilin de durması, yerleşik hale gelmesi, eskisi gibi nefes alamaması lazım. " Toplumsal nezaket " vb. kurallarla dilin de içinde serbestçe dolanamadığımız zaman başlar argo. Deleuze'u hatırlayalım, Yunan Nezaketinin, yani darbe almayacak, darbe vurmayacak mesafenin tesisini.



KALENDER: Argo için evet, bir toplum yapısı ve toplum içinde de bir hâkim dil, yasa yusa, dar bazı tabakalar, sosyal ilişkilenmeler, gayrı meşruluklar lazım. Argo temel olarak küfür değil. Bugün argo deyince her ne kadar temelde küfür akla gelse de argo dilin travestisi bir bakıma, sözcüklerin kılık değiştirmesi… Şimdi konuşurken anlıyorum ki aslında argo bir şifre dil… Ama günümüzde neredeyse amiyane dil, halk ağzı, bayağı iletişim gibi bir anlama gelmiş. Herkesin bildiği şeyi de argo sayabiliyoruz… Bir şey herkesin bildiği şey haline gelmişse argodan çıkıp ana kamuslara giriyor normalde.



ÇEŞMİSANSAR: Kalenderin sayıp döktüğü küfürlerin zihinsel arka planında eşitsiz bir ilişkinin kutsanması var. Orospu çocuğuysam aşağılık biri olmam gerekiyor;Peki ya bir hovardanın oğluysam?




KALENDER: "Tayyip'in piçleri/ Yıldıramaz bizleri" sloganında geçen "piç" sözcüğünü hakaret unsuru olarak kullanan adam nihayetinde "babanın belirliliği" üzerinden şekillenmiş bir dünyayı haykırıyor. Hesaba göre "babası belli olmayanlar" aşağılık insanlardır. Babası belli olmayan bir çocuğun bunda hiçbir payının olmayışı, kendi dışındaki nedenlerle böyle bir durumda kalışını bir yana koysak bile, ki bir insanı kendi seçimi olmayan şeyler nedeniyle mahkum etmek bütünüyle faşizan bir yaklaşımdır, şunu dayatmıyor mu yaklaşım olarak: Ey kadınlar, kimle evlenecekseniz ondan çocuk sahibi olun, çocuklarınız piç olmasın. Aile kutsaldır, bu kutsallığa halel getirmeyin!




ÇEŞMİSANSAR: Bu kutsal aileye en fazla halel getiren de ibneler galiba. Sloganlardan anladığım kadarıyla işlerin yolunda gitmesine engel olanlar da onlar. Bu çerçevede bir Osmanlı-Cumhuriyet karşılaştırması yapsak ortaya nasıl bir manzara çıkar acaba?




KALENDER: Evet, küfrün ve onun cinsellikle ilişkilenmesinin tarihsel bir süreç, ona uygun bir kültürel doku ve düşünüş gerektirdiğini görmek bakımından, bakın Evliya Çelebi'den bir şey aktarayım, bugünkü dille tabii:



"Pasif dilber eşcinsel esnafı; bunlar, evsiz-barksız 500 kişidir. Kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip Babulluk’ta, Kalatyonoz’da, Finde’de, Kumkapı’da, San Pavlo’da, Meydancık’ta, Kiliseardı’nda ve Tatavla’da malum işin yapıldığı yerlerde boğaz tokluğuna çalıştıkları sırada avlanıp Subaşı’nın (yani, o zamanın polis müdürünün) tuzağına düşer ve deftere kaydedilirler. İşte, sözü edilen bu kişiler geçit resminde subaşı ile şakalar ederek yürürler. Bunlar gibi daha nice esnaf mevcuttur ama anlatmakta hiç fayda yoktur ve sadece Subaşı tarafından bilinirler. Resmigeçide katılan deyyusların sayısı 212, pezevenklerin adedi de 300’dür." (metnin orijinalini bulamadım, çeviriyi yapan kişi o günün hayatını ve zihniyetini değil, bugünün hayatını ve zihniyetini esas almış, idare edeceğiz artık)






Bu neyi gösteriyor, Osmanlı'da bile -ki nihayetinde ataerkildir, medenidir ve toplumdur- eşcinsellik meselesine bakışın başka bir yerde olduğunu gösteriyor. Buradan yola çıkarak Osmanlı daha hoşgörülü ve müsamahakardır gibi bir yere varmak değil tabii söylediğim... Osmanlı'da cinselliğin yaşanma şekli başkadır, eşcinselliğe bakış farklıdır… Dolayısıyla hafif bıyık altından bir gülüş olsa da küfre konu olacak gibi görünmemektedir konu.



ÇEŞMİSANSAR: Bıyık altından bir gülüş de yok belki Kalender. Fatih Sultan Mehmet’i düşünelim mesela, .” Koskoca” padişah İstanbul’da bir papaza aşık oluyor. Bu kendisiyle ilgili bir olumsuzluk yaratıyor mu? Yok. Köroğlu öyle. Belli bir ortalamanın farklı algıladığı cinsel ilgiler, öyle çok da anormal görülmüyor.



KARAMALAK: Öyle tabi, bu işi yapana değil de ayağa düşürene kızılır, "götten geçmiş gidiler " vs.*



KALENDER: Sansar’ın ortaya attığı cinsellik bağlamında Osmanlı-Cumhuriyet karşılaştırmasına dönersek şunu söyleyebiliriz: Osmanlı’da eşcinsellik çok yaygın ve rahat yaşanan bir şeydi. Batılılaşmayla beraber üstü örtülmeye, saklanmaya başlandı, ”sapkınlık” olarak gösterildi. Bugün Osmanlı’da böyle bir şey olamayacağına sarsılmaz bir inanç besleyenlerin temel sorunları bu 150 yıllık kafanın ürünü olmalarıyla ilgili. Adamın kendine yakıştırdığı ecdat, bugünkü ahlak anlayışıyla ilgili; atalarını bile olduğu gibi kabullenemeyecek derecede zehirlenmiş bir akıl! Ama sorsan, biz köklerine düşmanız, Osmanlı düşmanıyız, o ise köklerini, tarihini kutsuyor! Tabii İslamiyet’in eşcinselliğe bakışı da bir çıkmaz yaratıyor. Yoruma bağlı olduğu söylenen kimi ayetlere mutlak manalar verilmesi nedeniyle İslam’ın eşcinselliğe cevaz vermediği, dolayısıyla Osmanlı Müslüman ahalisinin, hele de aynı zamanda halife olan padişahların eşcinsel olmayı geçtim, eşcinsellikle bir arada anılmasının dahi yaratacağı fikri sarsıntıyı da anlıyorum bir yandan.



ÇEŞMİSANSAR: Daha dün sayılacak bir tarihte, üstelik devlet katından biri, 19. Yüzyılda devletin resmi tarihçisi rolünü de üstlenmiş olan Cevdet Paşa, "Maruzat"ında cinselliğe bakışın nasıl değiştiğini şöyle anlatıyor:
"...kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. Oğlancılık sanki yere battı. İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. Sultan 3. Ahmed zamanından beri devam eden Kağıthane seyri daha fazla rağbet buldu. Gerek orada, gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur Kamil ve Ali paşalar ile onlara mensup olanlar kalmadı. Ali paşa, yabancıların eleştirisinden çekinerek kulamparalığını gizlemeye çalışırdı." ("Maruzat", Türk Tarih Kurumu yayını, sah: 9)”



KALENDER: İslamiyet öncesi- İslamiyet sonrası, Batılılaşma sonrası- Cumhuriyet skalasında ilerlerken özgürlük sorunları bir yana, cinsellik alanında giderek mutaassıplaştığımızı iddia edebiliriz öyleyse. Öte yandan artan şekilde devletin ve devlet babanın gelmesiyle babacılaştığımızı, ataerkilleştiğimizi ve tahakkümün sopasının esas olarak erkeğin elinde olduğunu da…



KARAMALAK: Tarih bir yana bütün bir edebiyata baksak da benzer sonuçlara varmak mümkün. Mevlana’nın, Fatih’in, Köroğlu’nun şiirleri, yaşadıkları; benzer bir okumayı sağlıyor.



KALENDER: Yahu Karamalak, Yiğit Köroğlu imgesine zarar vermez değil mi bunlar :) Gerçi eşcinselliğin yiğitliğe engel olmadığını Gezi'de gördük… Ama bilen var bilmeyen var...



KARAMALAK: Ayvaz Oğlum, senin ile olalım / Gam dağıtıp oynayalım gülelim / Birlikte içelim, sazlar dövelim / Başı Telli güzel çocuk ağlama"
Ayvaz’ı kaçırdığında söylüyor bunları Köroğlu.




KALENDER: Yanından gece gündüz ayırmadığı, dağ bayır dolaştığı yoldaşı Ayvaz'la ilişkisine dair bu tür bir imâ var öteden beri?






KARAMALAK: Hatta Köroğlu konusunda beni şaşkınlığa düşüren asıl konu, yalnızca Anadolu rivayetlerinde onun eşcinselliği ima ediliyor, fakat Anadolu dışında, örneğin Gagavuz rivayetinde çocuğu olamayan biri olarak apaçık bir baba yalnızlığı çeker ve kendine bir evlatlık bulmak için düşer yollara. Oysa Antep rivayetinde, bir işret meclisinde Üsküdar Kasapbaşısının oğlu Ayvaz'a türkü söyleye söyleye çözdürür düğmelerini, koynundaki beni görünce bu sefer başkası görmesin diye yine türkü söyleye söyleye, yalvarırcasına kapattırır düğmelerini.






ÇEŞMİSANSAR: Erkek milletin Viyana kapıları tekerlemesi var bir de, ibne yeniçeri yok muymuş aralarında?



KARAMALAK: Dördüncü ortadan falancanın sinebülbülüyüm diye övünerek atılması küffarın üstüne…



KALENDER: Viyana kapılarına dayanan Yeniçeri'de de epeyce yaygın yaşanıyordu. Askerlik yaşı gelen eşcinsellerden 'durumlarını' ispatlaması istenmiyor, dahası askerlikten uzak tutulmuyorlardı.. Sen şimdi tut böyle bir ecdattan gel.. Sonra Başbakan'ına ibne diyerek hakaret ettiğini düşün, o da bunu hakaret olarak alsın:) Başbakan, ileri demokrasi için kafasını yanlış yerlere çevirmiş herhal. Muhteşem Yüzyıl için "Biz böyle bir Kanuni tanımıyoruz.” diye zıplamıştı… Bunları okusa mazallah kalp krizi geçirir, hele Fatih'in Ahmet Paşa'yı bir oğlan nedeni ile sürdüğünü falan söylesek... Yeri gelmişken bu ne zaman söz konusu olsa adeta öldürmek için bakanlar oluyor.. Adam diyor ki mesela “müjdesini peygamberin verdiği bir padişah... olur mu hiç öyle şey…” diyorum ki o zaman "yav birader, sen kendi ahlakın üzerinden bir yorum yapıyorsun, yani sorun padişah'ın ne yaşadığında değil senin kafanın içinde.." Ama olay açık, Aşıkpaşazade tarihinde… Ahmet Paşa Fatih’in gözdelerinden biri için



“zülfin gidermiş ol sanem kafirliğin komaz henüz
kesmiş veli zünnarını dahi müselman olmamış” dizelerini yazıyor.


Ahmet Paşa’nın dizeleri bunlar. Sürgüne neden olan dizeler. Türkçesi, o put gibi güzel, saçını saklamış ama kafirliği henüz elden bırakmamış. Belindeki papaz kuşağını kesmiş fakat henüz Müslüman olmamış. Yani ‘gözde’, bir papaz yamağıdır!



ÇEŞMİSANSAR: Tabii burada şöyle bir noktaya da parmak basmak lazım. Bugün Ahmet Ayşe’ye aşık dediğimizde aklımıza ilk olarak seks gelmiyor ama Ahmet Recep’e aşık dediğimizde hemen cinsel bir ilişki tasavvur ediliyor. Erkeğin kadına aşkında var olduğu bilinen cinsellik dışı her şey, erkeğin erkeğe aşkında –zaten bunu alamıyor havsalalar- direkt yok sayılıyor.



KALENDER: Evet bu da çok önemli bir nokta. Geçen Ahmet Yaşar Ocak'ta okudum..Kalenderiler arasında “cemalperestlik, mahbubperestlik” olgusunun çok yaygın olduğunu söyledikten sonra, Allah'ın güzelliğinin genç delikanlıların yüzünde tecelli ettiğine inanıldığını, bazı sûfîlerin kendilerine güzel yüzlü delikanlılardan dost edindiklerini söylüyor. Yani buradaki "eşcinselliğin" cinselliği ne kadar içerdiği de çok da belli değildir. Mesela Fuzuli'de var böyle dizeler... Hatta divan edebiyatında genel olarak anlatılan sevgilinin erkek olduğu iddiaları var… Kadına duyulan ilginin muhakkak şehevi bir yanı olduğu, dolayısıyla şiirlerde kadına yönelmiş bir duyguyu anlatmanın doğru olmayacağı düşüncesi ile başlamış bir genç erkek güzelliği övgüsü var. Belki böyle başlıyor da sonra çeşitli şekillere giriyor. Mesela, demin dediğim tasavvuf anlayışında, genç erkeğin yüzünde Allah’ın tecelli bulması noktasını saklı tutmak kaydıyla…
Fuzuli’nin;
"subh çekmiş çerha tıygın taşa çalmış afitab
zahir etmiş ol meh-i dellake aynı intisab"


mısralarıyla, yani "sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi tellaka bağlılığını göstermiş" sözleriyle başlayan gazelinin bir delikanlıya yazıldığı hemen anlaşılıyor… Fakat bu delikanlıda ne gördüğü epey yoruma açık olabilir.



KARAMALAK: Divan edebiyatının eşcinsel güzellemeleri deyince çok önemli bir noktaya geliyoruz. İlginçtir, Türkiye’de "ilerici" çevreler 80'li 90'lı yıllarda eski edebiyatı bir bütün olarak almazlar da “Oğlancı Güzellemeleri” diye, mütedeyyin çevreyi incitmek için kullanırlardı.



KALENDER: Nasıl yani?



KARAMALAK: Yani ilerici bir özgüvenle geçmişi aşağılamak için sıklıkla başvurulan bir yöntemdi eşcinsel edebiyatı kaşımak. Cumhuriyet- Osmanlı ilişkisi deşmek için güzel bir kapı gibi görünüyor bana




ÇEŞMİSANSAR: “ Padişah Anaları”, “Divan Şiirinde Sapık Sevgi” falan gibi kitaplar var, öteki tarafın gülünesi, padişah (ecdat) Türkoğlu Türk ve sapına kadar erkek olmazsa o benim padişahım (ecdadım) olamaz zihniyetini incitmek üzere yazılmış. Güya Osmanlı’yı aşağılıyor; bak, padişahların çoğunun anası Türk değil, divan edebiyatı diye böbürlendiğin şey de oğlancı güzellemelerinden ibaret. Bu iki zihniyeti de birleştiren bir dip ırmak var. Her iki taraf da eşcinselliği ve Türk olmamayı falan filan neredeyse bir suç olarak görüyor.





KARAMALAK: Bu da komik aslında mükemmeliz ama olur ya bir kusurumuz varsa Padişahımızın anası Polanyalı mesela, ondandır...
Tabii bu örnekleri veriyoruz fakat kimseyi incitmek için değil. Bu bizim toplumumuzun normaliydi bir zamanlar ve şimdi LGBT bireyleri gibi insanlar yeniden bu normale dönmek için çok acı mücadeleler veriyorlar. Oysa tarih kendimize ecdat beğeneceğimiz bir antika dükkanı değil.




KALENDER: Evet, “tarih kendimize ecdat beğeneceğimiz bir antika dükkanı değil!” şahane bir özet oldu.



ÇEŞMİSANSAR: İdeoloji üretimi aynı zamanda bir tarih yazımıdır ve tersi. Birbirine karşıt görünen akımlar zurnanın zırt dediği yerlerde, gerçekten hürriyetin, eşitliğin adaletin söz konusu olduğu yerlerde nasıl da usulca birleşiveriyorlar; orospuluk da ibnelik de suç onlara göre. Bir hakaret nedeni. Böyle başa böyle tarak, böyle iktidara böyle muhalefet diyorum ben.



KALENDER: Şunu da söylemek lazım, Gezi direnişi hem oluştuğu coğrafya hem oluşma nedeni açısından çok önemli ve ilham vericidir, tahakkümün değil özgürlüğün kazanacağına dair büyük bir ümittir. Böyle bir kalkışmanın kullandığı dilin de özgürleşme pratiğinin bir parçası olması yakışır. Aman diyelim çocuklar!











http://anarsistgazete.org/ dan alınmıştır.





travestibalosu@gmail.com





*

Hiç yorum yok: