27 Aralık 2012

Soykırımla Karşılaşma: Kanada ve Türkiye Örnekleri, Serdar Kaya



Kanada’nın en muteber siyaset bilimi dergisi Canadian Journal of Political Science‘ın (CJPS) Haziran 2012 sayısında yayınlanan bir makale, Kanada’nın Kuzey Amerika yerlilerine karşı kültürel soykırım suçu işleyip işlemediğini sorguluyordu… Çok kültürlü yapı oluşurken, geçmişteki yanlışların sorumluları, mağdur ettikleri insanlardan özür dilemeyi ve artık geri döndürülemeyecek olan yanlışlarını kısmen de olsa telafi etmeye çalışmayı da unutmadılar. İlk olarak, okulların idaresinde rol alan bütün kiliseler, 1986 yılından itibaren birer birer yerli halklardan özür dilemeye başladılar. 1998 yılında, Kanada devleti bir Barış Bildirgesi yayınladı ve mağdur ettiği yerlilerden özür diledi. Devlet, buna ek olarak bir de mağdurların sorunları ile ilgilenecek bir vakıf kurdu ve bu vakfa 350 milyon dolarlık bir fon aktardı. 2005 yılında, onbinlerce mağdurun sorunlarını çözmek üzere harcanacak olan 1.9 milyar dolarlık bir tazminat paketi onaylandı.

[16 Aralık 2012 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlandı.]

Kanada’nın en muteber siyaset bilimi dergisi Canadian Journal of Political Science‘ın (CJPS) Haziran 2012 sayısında yayınlanan bir makale, Kanada’nın Kuzey Amerika yerlilerine karşı kültürel soykırım suçu işleyip işlemediğini sorguluyordu. Soykırım sorgulamasına konu olan uygulama, Kanada’nın 1880′lerde yerli çocuklar için tesis ettiği yatılı okul sistemiydi.

Özellikle 1946′ya kadar aktif olan söz konusu okullar, 5 ila 16 yaş arasındaki bütün yerli çocuklara zorunlu eğitim hizmeti veriyordu. Okulların devlet-kilise işbirliğiyle yönetilmesi, yerlilerin yaşadıkları rezervasyonların dışında bulunması ve bütün öğrencilerin yatılı olması gibi nedenler ise, yerli halkların zaman içinde beyaz kimliğe asimile olması sonucunu doğuruyordu. Ancak bu asimilasyon, sistemin yapısının bir yan ürünü değildi. Aksine, devlet, okul sistemini, yerlileri beyaz kimliğe asimile edecek şekilde tasarlamıştı. Bu amaç gizlenmiyor, hatta (o dönemde böyle şeyler normal görüldüğünden) açıkça ifade ediliyordu.

Yerli aileler, okulların asimilatif yapısından elbette rahatsızlardı. Ancak beyaz adamın kanunları karşısında tamamen aciz durumdaydılar. Çocukları okul çağına geldiğinde bu devlet okullarına gidiyor, kendi dillerini konuşmalarının yasak olduğu bu ortamda yıllarca eğitildikten sonra kültürlerinden uzaklaşıyor, neticede eski kuşaklar ile yeniler arasında uçurumlar ortaya çıkıyor, ve bu durum yerli halkları parçalıyor, travmatize ediyordu. Dahası, ilgili okullarda yerli lisanlarda konuşan öğrenciler cezalandırılıyor, yerli kültür aşağılanıyor ve çocuklar zaman zaman fiziksel şiddete ve hatta cinsel tacize maruz kalabiliyorlardı.

Bu uygulamaların hepsi zaman içinde sona erdi. Kanada bugün itibariyle (Avustralya ile birlikte) dünyanın çokkültürlülüğü en fazla benimseyen ve yerli kültürleri hem maddi hem de manevi anlamda en fazla destekleyen ülkesi durumunda. Ülkenin milli sembollerinde ve kamusal alanında artık yerli geleneğe ait kültürel öğelere de yer veriliyor.

Özür ve Af

Bu çokkültürlü yapı oluşurken, geçmişteki yanlışların sorumluları, mağdur ettikleri insanlardan özür dilemeyi ve artık geri döndürülemeyecek olan yanlışlarını kısmen de olsa telafi etmeye çalışmayı da unutmadılar. İlk olarak, okulların idaresinde rol alan bütün kiliseler, 1986 yılından itibaren birer birer yerli halklardan özür dilemeye başladılar. 1998 yılında, Kanada devleti bir Barış Bildirgesi yayınladı ve mağdur ettiği yerlilerden özür diledi. Devlet, buna ek olarak bir de mağdurların sorunları ile ilgilenecek bir vakıf kurdu ve bu vakfa 350 milyon dolarlık bir fon aktardı. 2005 yılında, onbinlerce mağdurun sorunlarını çözmek üzere harcanacak olan 1.9 milyar dolarlık bir tazminat paketi onaylandı. Hükümet üyeleri, ilgili paket vesilesiyle, okullarda yerli öğrencilerin yıllarca maruz kaldıkları uygulamaların ülkenin tarihindeki en ırkçı ve utanç verici hadise olduğunu söylediler. 2008 yılının Haziran ayında, ilgili okullarda takriben 100 yıl boyunca işlenen suçların araştırılması için bir barış komisyonu kuruldu. Halen çalışmalarına devam eden bu komisyonun kurulmasından bir hafta sonra, Kanada başbakanı mecliste yerli halklardan resmi olarak özür ve af diledi.

Peki ilgili uygulamalar bir kültürel soykırıma karşılık gelir mi? CJPS‘te yayınlanan makale, yerli çocukların maruz kaldığı kitlesel asimilasyonun yerli kültürleri topyekün zedelediğini ve hatta bazı kültürleri tamamen ortadan kaldırdığını belirtiyor. Makalenin yazarları, okullardaki uygulamaların, takriben aynı yıllarda Avustralya’da yaşanan ve bugün bir soykırım olarak görülen (yerlilerden beyazlara yapılan) çocuk transferleri ile aynı sonuçları doğurduğunu da iddia ediyor ve bu soruya “Evet” yanıtını veriyorlar.

Sonsöz

Soykırım kavramı 1940′larda ortaya çıktı. 1970′lere gelindiğinde Türkiye 1915′i çoktan unutmuş, soykırım kavramını ise hala öğrenmemişti. Bu, dünyayı geriden takip etmekle ilgili bir durumdu ve bunun bir bedeli vardı.

Son dönemde bu konularda çok fazla mesafe alınmış olsa da, Türkiye bugün hala dünyanın çok gerisinde. Kürtçe eğitime gösterilen direnç, bunun bir göstergesi. Ve tabii bunun da bir bedeli olacak…

KAYNAK

Raporlar ve BelgelerYazarlar, 26/12/2012, Soykırımla Karşılaşma: Kanada Örneği (Serdar Kaya)






Soykırımla karşılaşma: Türkiye örneği


1915 yılında, İttihatçılar Anadolu’da yaşayan Ermenilerin büyük bir kısmını tehcir ve imha ettiler. Bu süreçte, binlerce yıldır Anadolu’da yaşamakta olan bir halk yurdundan sürüldü ve büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Anadolu Müslümanları, bu binlerce yılın (takriben) son 1000 yılında Ermenilerle (birlikte olmasa da) yan yana
yaşamışlardı. Ancak buna rağmen, onları unutmaları zor olmadı. Ermeniler, yok edilen (ya da değişip başka bir hâl alan) köyleri, kiliseleri ve ticarethaneleri ile birlikte hafızalardan silinip gittiler. Ermenilerin yeniden Türklerin gündemine girmesi, 1973’ten itibaren bazı Ermenilerin dünyanın çeşitli yerlerinde görev yapan Türk diplomatlara suikastlar düzenlemeye başlamalarıyla birlikte oldu.

Sonrasında da, giderek artan soykırımın tanınması talepleri, Türkleri Ermenilerle olan geçmişlerini hatırlamaya itti. Ancak buna tam olarak hatırlamak da denemezdi. Zira Ermeni kimliği Türkler için artık sadece siyasi bir anlam ifade ediyor ve ilgili siyaset, sadece düşmanlık hisleriyle şekilleniyordu. 1915 ve öncesine dair olumlu ve olumsuz anılar çoktan unutulmuştu.

Ermeniler

Soykırım kavramı, II. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıktı ve 1948’de uluslararası hukukun bir parçası oldu. Türkiye, 1950 yılında ilgili Birleşmiş Milletler sözleşmesini imzalayarak soykırım konusunda yapılan bu düzenlemeleri tanıdı. Ancak, soykırım kavramının ne mana ifade ettiği Türkiye’de uzun yıllar boyunca merak bile edilmedi. Bu ilgisizlik, 1970 ve 80’lerde birbiri ardına yaşanan diplomat suikastlarıyla birlikte soykırım kelimesi ülkenin gündemine dâhil olduktan sonra dahi değişmedi. Dolayısıyla da, soykırım kavramı, Türkiye’de yıllarca anlamı çok fazla bilinmeden ve katliam kelimesiyle eş anlamlı olduğu varsayılarak “tartışıldı”.

Bunun böyle olmasında, devletin bilgiye ulaşan kanalları kapatmasının da payı büyüktü. Örneğin, soykırım konusunda Türkiye’de yapılan ilk ciddi yayın, Ayşe Nur ve Ragıp Zarakolu’nun kurdukları Belge Yayınevi tarafından 1993 yılında basılan, Fransız yazar Yves Ternon’un Ermeni Tabusu (Les Armeniens: Historie d’un Genocide) adlı kitabıydı. Ancak kitap, yayımlanır yayımlanmaz yasaklandı. Ardından da, Devlet Güvenlik Mahkemesi, (Terörle Mücadele Yasası’nın sekizinci maddesinden açtığı dava sonucunda) Ayşe Nur Zarakolu’nu iki yıl hapse mahkûm etti. 1994 yılında, 3 Aralık’ı 4 Aralık’a bağlayan gece, yayınevinin Cağaloğlu Başmusahip Sokak’taki ofisi bombalandı. (Aynı gece, Gündem gazetesinin Kumkapı’daki merkezi de bombalanmıştı.)

Devletin bu konudaki sert tavrı nedeniyle, soykırım kelimesini başına “sözde” sıfatı eklemeden kullanmaya, 2000’li yıllara dek, kolay kolay pek kimse cesaret edemedi. 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilmesi planlanan soykırım konulu bir konferansın mahkeme kararıyla engellenmesinin, bu konuda devletin açıktan yaptığı son ciddi müdahale olduğu söylenebilir. Türkiye’de soykırım kavramı (ve spesifik olarak da 1915), ancak 2005 civarında yaşanan süreçten sonra yavaş yavaş tartışılmaya başlandı.

Sırada Kürtler var…

İnsan hakları eksenli pek çok kavramı olduğu gibi soykırım kavramını ortaya çıkaran süreç de Batı’da yaşandı. Türkiye bu sürecin içinde olmadığı gibi, süreçle ilgilenmedi de. Kavramın ortaya çıkmasından bu yana neredeyse 70 yıl geçti. Bu süre zarfında, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde konu hakkında kitaplar yayımlandı, filmler, belgeseller çekildi, önemli tartışmalar yaşandı. Türkiye bunların hep dışında kaldı. Bu nedenle de, şimdilerde ülkede soykırım konusunda yapılan değerlendirmelerin ekseriyetle epey yüzeysel olması şaşırtıcı değil.

Türkiye maalesef dünyayı geriden takip ediyor. 1915’te yapılanlar Türkiye’nin karşısına geldiğinde ve ilgili uygulamaların soykırıma tekabül ettiği söylendiğinde, insanların önce şaşkınlık geçirmeleri ve ardından (ilgili dönem ve kavram hakkında hiçbir şey bilmeseler bile) öfkelenmeleri bundandı. Bu geriden gelme durumu halen değişmedi. Dolayısıyla, Türkiye yeni şaşkınlıklar yaşamaya ve yeni öfke nöbetleri geçirmeye mahkûm. Örneğin, ileride Kürtlerin (fiziksel ve kültürel) soykırımı konusu da gündeme geldiğinde, benzeri tepkilere yine şahit olacağız.

KAYNAK

Raporlar ve Belgeler, Yazarlar, 26/12/2012, Soykırımla karşılaşma: Türkiye örneği (Serdar Kaya)








Hiç yorum yok: