26 Ocak 2012

Yakup Kadri’nin 1934 Sovyet Yazarlar Birliği Kurultayı’ndaki konuşması (Mustafa Yılmaz)

Yakup Kadri’nin 1934 Sovyet Yazarlar Birliği Kurultayı’ndaki konuşması (Mustafa Yılmaz)


“Yine devrim sırasında söylenen bir yalan mı keşfettin?” diye takılmıştı bir arkadaşım bir diyalog esnasında. Diyalogun geçtiği günlerde blogta yayınladığım “Çelik gerçekten böyle mi sertleşti?” yazısına atıfta bulunuyordu. Kendime ve bu bloga böyle bir misyon biçmişliğim yok ama bazen yalanlar onca yılın ardından, tabiri caizse, yuvarlana yuvarlana gelip insanın önünde duruveriyor. Tek tek bakıldığında hiçbiri uzun uzadıya üzerinde durulacak konular değil belki ama kısaca da olsa değinmemek, kayda geçirmemek de olmuyor.

Boris Pasternak ve Korney Çukovski yazarlar birliği kurultayında. (1934)

Bu postta Sovyet edebiyat bezirganlarının 1980′lerin başında büyük mizah ustası Aziz Nesin’e yutturmayı başardıkları tümüyle yalan olmasa da, yarı sahte sayılabilecek bir metinden bahsedeceğim: 1934′te Sovyetler Birliği’nde düzenlenen I. Yazarlar Birliği Kurultayı’na Türkiye’yi temsilen Falih Rıfkı’yla birlikte katılan Yakup Kadri’nin kurultay konuşması.

Aziz Nesin bu konuşmanın tam metin çevirisine 1981 tarihli bir denemesinde yer verir. “Sovyet Yazarlar Birliği Yedinci Kurultayı ile İlk Kurultay’da Yakup Kadri’nin Konuşması” başlıklı deneme 1985 tarihli “Ah Biz Ödlek Aydınlar” kitabında mevcuttur. Tam metin çevirisi diyorum, zira Yakup Kadri 1934′teki konuşmayı Fransızca olarak yapar. Konuşma Rusçaya çevrilir, 1981′de 7. kongre için Moskova’da bulunan Aziz Nesin’e Rusça metinden yapılmış Türkçe çeviri verilir. Nesin’in denemeye aldığı metin işte bu Türkçe metindir.

“Yakup Kadri’nin bu konuşması bugüne dek Türkiye’de yayınlanmamıştır,” diye başlar söze Aziz Nesin ama birazdan göreceğimiz üzere, yanılmaktadır. Devamında yazarlar birliği hakkında bazı bilgiler sıralar ve ardından konuşmanın metnini verir. Kendi kurultay deneyiminin anlatımına geçmeden de aşağıdaki paragrafla Yakup Kadri faslını kapatır:



“Yakup Kadri’nin bu çok ilginç konuşması üstüne yorum ve değerlendirmede bulunmayacağım. Bunu, eleştirmenlerimizin ve yazın tarihçilerimizin yapacağına hiç kuşku yok. Ancak şunu söylemek isterim ki, bu konuşmasında Yakup Kadri’nin yazın sorunları üstündeki düşünceleri benim için çok şaşırtıcı olmuştur. Sonraları, o zamanki düşünceleriyle uygun olmadığı da açıktır.”
Aziz Nesin şaşırmakta ve şüphelenmekte haklı, çünkü Yakup Kadri’nin konuşması gerçekten insanı serseme çeviren radikal bir ruha sahip. Alttaki imza olmasa “Bunu bir komünist yazmış,” denilebilecek bir radikallik hem de. Ne var ki, Aziz usta şüphesinin peşinden gitmek yerine, muhtemelen “dostlar arasında” olmanın verdiği güvenle önüne konanı olduğu gibi kabul ediyor. Ben de konuşma üstüne başka bir yorumda bulunmak istemiyorum. Bunu, yine hemen hemen aynı dönemde, yani 1986′da “Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları” adlı nitelikli eleştirel çalışmasında Ahmet Oktay yapmış zaten.

Ahmet Oktay, kitabın Kadrocularla toplumsal gerçeklik akımının ilişkisini ele aldığı ““Kadro” ve Yazın” başlıklı bölümünde Yakup Kadri’nin katıldığı kurultaya genişçe yer verir. Kurultayda yaptığı konuşmayı bir ay sonra bizzat Yakup Kadri’nin Türkiye’de Türkçe olarak yayınladığını da Ahmet Oktay’dan öğreniriz. Kadro dergisinin Eylül 1934 tarihli 33. sayısında çıkan “Moskova Edebiyat Kongresinde” başlıklı yazı Yakup Kadri’nin konuşmasının tam metnidir.

Ahmet Oktay, ilgili bölümde konuşmadaki en can alıcı paragraflardan birini çeker çıkarır:

“Onun içindir ki, mesela harp sonrasının bazı inkılapçı cemiyetlerinde –ki buna Türkiye’yi de dahil ediyorum– zorla inkılap emrine alınmak istenen sanatkarın meydana hiçbir şey çıkaramadığı ve çıkaranların da yeni insanı, yeni cemiyeti, yeni hayatı, görüş ve anlayış tarzını daima eski tasvir ve tahkiye usulleriyle anlattıkları; cihanı eski sanatkarın gözüyle görüp, eski sanatkarın diliyle terennüm ettikleri görülüyor.”

Bir an için 1934 yılında Moskova’da kurultayın yapıldığı salonda hayal edelim kendimizi. Maksim Gorki orada, Boris Pasternak orada, Korney Çukovski orada, Aleksey Tolstoy orada, Yuri Oleşa orada, İlya Ehrenburg orada, Mihail Şolohov orada…Yakup Kadri “zorla inkılap emrine alınmak istenen sanatkar meydana hiçbir şey çıkaramaz” uyarısında bulunurken kurultayın görevlendiriği çevirmenler “çevirmeli mi, çevirmemeli mi” tereddüdü içerisinde şöyle bir yutkunmuş mudur acaba? Bu ifadeleri tam olarak aktarmış mıdır o sıralara dizilmiş dinlemekte olan edebiyat devlerine? Ya da bu devler arasında halihazırda az biraz yabancı dili olup da çevirmenin cesaretine bağımlı olmayanlar ne düşünmüştür bu cümleden sonra? Mesela düşüncelere dalmış mıdır Doktor Jivago’nun müstakbel yazarı?

Tam olarak bilmemize imkan yok elbette. Ama konuşmanın Aziz Nesin’in “Ah Biz Ödlek Aydınlar” kitabına aldığı versiyonu bu konuda bize çok değerli bazı ipuçları veriyor. İlgili paragrafı alıntılıyorum:

“İşte buyüzden, kimi devrim ülkelerinde –Türkiye de içinde olmak üzere– yazarlar çağlarını tam yansıtan ölümsüz yapıtlar yaratamamıştır. Öyle görülüyor ki, çağımızın sanatçıları dediğimiz insanların görmek ve anlamak yetenekleri, yazının eski yöntemlerine göredir (Eski yöntemleri kullanıyorlar.) Geçmiş kuşağın sanatçısı dünyayı nasıl inceliyorsa, bugünkü sanatçı da aynen öyle inceliyor.” (sic)

Bu alıntının ardından insan merak ediyor haliyle: İyi de Yakup Kadri’nin bahsettiği “zorla inkılap emrine alınmak istenen sanatkar” nerede? Aparatçik, redaktör, yazar ve çevirmen hep birlikte dil çıkarıyor: Dağa kaçtı! Kelimenin hem mecaz, hem de gerçek anlamında biz onu inkılabın emrine aldık, sonra da buharlaştırdık!



Yakup Kadri’nin “Kadro” dergisinde Eylül 1934′te yayınladığı metnin tamamını ve kurultay tutanaklarına geçen çeviri metni bulup dört başı mamur bir karşılaştırma yapmakta ve tahrifatın boyunu tespit etmekte yarar var aslında. Ne var ki, buna harcanacak enerjiye ne kadar değer, şüpheliyim.
Bu çatal dilli çeviri hadisesinden çıkardığım zıt yönde iki gözlemle yapayım kapanışı.
Evvela, dünya edebiyatında iz bırakmış yüz isim sayın deseler, hiç tereddütsüz yirmi, otuz edebiyatçısının adını vereceğimiz bir ülke edebiyatının yirmi yıldan az bir sürede gelip dayandığı bakış açısının Yakup Kadri’nin bile gerisine düştüğü görülmektedir.
İkincisi, aydınımız ödlek mi bilmiyorum, ama umuttan mıdır, yoksa umutsuzluktan mı, en zeki saydıklarımız bile punduna getirildiğinde pek bir saf olabilmektedir.
13 Kasım 2011, Moskova.






Hiç yorum yok: