SÜHEYB ÖĞÜT / Sosyolog-Yazar
Cemaatin dünyanın en ücra köşelerine gidip okullar açmasını ve bu okullarda Türkçe eğitimi vermesini her zaman müspet bir hadise olarak değerlendirmişimdir. Zira bu okullar mevcut küresel hegemoniye karşı bir karşıt hegemonik mücadele olarak tezahür etmektedirler. Fakat cemaatin bu yıl onuncusunu tertip ettiği Türkçe Olimpiyatları, okulların karşıt hegemonik siyasetini nakzeden bir mahiyet arz etmektedir. Olimpiyatlardaki müsamerelerde boy gösteren farklı etnik ve ulusal kökenden çocuklar için Türk kültürünü çok iyi öğrenmiş talebeler değil Türkleri çok iyi taklit eden kolonyal taklitçilerdir diyebiliriz sadece. Bu da aslında karşıt hegemonik bir mücadele olarak başlayan hareketin mevcut Batı hegemonisini bertaraf edecek şekilde teşkilatlanmak şöyle dursun tam da onu en menfi hususiyetleriyle taklit eden ve bundan fazlasıyla keyif alan bir failliğin ürettiği hem kolonyal hem de kolonyalist bir siyasete inkılâp ettiği anlamına gelmektedir.
Evvela neden cemaatin Türkçe Olimpiyatları haricindeki küresel siyasetini “karşıt hegemonik” olarak tavsif ettiğimi izah edeyim: Birincisi cemaatin bu siyaseti mevcut hegemoninin aksine seküler değildir. İkincisi (cemaatin kendisine belli bir manevra alanı açmak için lafzileştirdiği “hoşgörü”yü saymazsak) adalet, merhamet, misafirperverlik, komşuluk, dostluk, hayâ ve îsar gibi değerler ve ilkeler temelinde vücut bulmaktadır. Üçüncüsü hegemon kapitalist Batı kültürünün yerine çok daha insanî ve İslamî bir kültür ikame etmektedir. Dördüncüsü İslam’ın bayraktarlığını yapacak bir Türkiye’nin küresel bir güç olmasına katkıda bulunmaktadır. Beşincisi hitap ettiği ülkelerdeki insanların tasavvurlarını değiştirmekte, ufuklarını açmakta ve onlara nefyettiği Batı (popüler) kültürünün menfi hususiyetlerini temsîli olarak izhar etmektedir. Altıncısı yöneldiği ülkeleri (iktisadi açıdan) kolonize etmek gibi bir amaç gütmemektedir.
Batılı gibi görünen Doğulu
Şimdi de Türkçe Olimpiyatları’nın nasıl bu müspet siyaseti nakzettiğini izah etmeye çalışayım. Kolonyal faillikler tabiri caizse yarık failliklerdir; kolonyal efendinin kültürüyle yerel kültüre bölünmüşlerdir. Bu yüzden kolonyal fail ne Batılıdır ne de Doğulu. Ama Batılıya daha çok benzemektedir. Homi Bhabha’nın ifadesiyle hemen hemen Batılı’nın aynısıdır ama tam değil. O bir taklitçidir; Batılıyı hayat tarzı itibariyle taklit eder. Onun keyifleriyle keyiflenmeye çalışır. Onun gibi dans eder, onun gibi şarkı söyler, onun gibi oyunlar (tiyatrolar) oynar, onun gibi giyinir, onun gibi yemek yer, onun gibi şiir okur, onun gibi spor yapar. Fakat kendisi sadece Batılıyı taklit ettiği ve bizzat Batılının kendisi olamadığı için kaçınılmaz olarak Batılıyla kendisi arasında belli bir
fark üretir. Fakat taklidinin sürekliliği içinde kendisinin sahip olduğu farkın ne olduğu tam olarak söylenemez; kayda geçirilemeyen o fark daima tehir edilir. Bununla beraber bu mücerret ve muhayyel fark, taklidin istikrarı için son derece elzemdir: Kolonyal fail tam da taklit sayesinde Doğulu (ya da Asyalı, Afrikalı) kimliğine sahip olur ama bu kimlik taklit tarafından bastırılır, kamufle edilir, görünmezleştirilir.
“Heidegger okuyorum” dediğimde Heidegger’le Heidegger’in kitabını kastetmekteyimdir. Ya da “Ankara’nın bu konudaki açıklaması bekleniyor” dendiğinde Ankara ile hükümet kastedilmektedir. Malum olduğu üzere bu tür ifade şekillerine edebiyatta mecaz-ı mürsel (metonimi) denilmektedir. Bu cümleden olarak taklitte de bir mecaz-ı mürsel söz konusu olduğu söylenebilir. Yerli failin temsilinin yerine Batılı’nın temsili geçmekte, yerli fail kendisini Batılı gibi göstermektedir. Fakat görünen Batılı temsilini metonimik kılan, bu temsilin Batılıyı değil Doğuluyu kastetmesidir. Kolonyal fail her ne kadar Batılı gibi görünse de o yine de bir Hindistanlıdır, bir Afrikalıdır, bir Türkiyelidir. Yani yerli fail Batılıyı taklit eden kolonyal bir faile inkılap ettiğinde kendisini taklit ettiği Batılı vasıtasıyla kastetmektedir. Görünen kolonyal efendinin failliği, görünmeyense yerel faillik olduğu ve görünenin arkasında hala bir görünmeyen olduğu farzedildiği için görünen, görünmeyenin yerine geçerek görünmeyeni metonimik olarak kastetmektedir.
Taklit, kolonyal failin bizzat taklit ettiği fail olmadığına delalet eder ve böylece onu taklit ettiği failden tefrik ederek ona taklit ettiği failden ayrı bir kimlik tahsis eder. Her ne kadar kolonyal failin önce yerel bir kimliğe sahip olup sonra kolonyal efendiyi taklit ettiği ileri sürülebilse de taklidin sürekliliği içinde arkada -taklidin arkasında- başka bir kimlik kalmadığı, sadece taklit eden ve edilen failler tarafından bu kimliğin varsayıldığı yani taklidin belli bir Doğulu/kolonyal kimliği ürettiğini söylemek daha isabetli olacaktır. Başka bir ifadeyle kolonyal failin kimliğinin teşekkül etmesindeki öncelik ve sonralık ilişkisi tersine dönmüştür; kolonyal fail önce kolonyal efendiyi taklit eder ve sonra yerel bir kimliğe sahip olur. Şayet yerel kimlik önce taklit sonra gelseydi o zaman taklidin arkada olan bir kendiliği faş ettiği gibi bir hüküm vermek mecburiyetinde kalırdık. Halbuki kolonyal taklit arkadaki “esas” kimliği sürekli olarak nefyetmekte ve en nihayetinde de boş bir faillik üzerinde yükselmektedir.
Kolonyal failin taklit etmesini en çok da kolonyal efendi arzu etmektedir. Zira taklit etmeyen bir fail kolonyal efendi tarafından tanınamayan, simgeselleştirilemeyen ve tahakküm edilemeyen bir tekinsiz vücuttur. Taklit, yerel faili kolonize eder, “ıslah” eder, düzene sokar, tebaalaştırır, anlamlandırır. Kolonyal efendi için yerel failin müzakere edilebilir, diyalog kurulabilir bir öteki haline gelmesi ancak onun taklitçi olmasıyla mümkün olmaktadır. Kolonyal fail taklit ettikçe kolonyal efendi tarafından hem takdis edilir hem de zelilleştirilir. Takdis edilir çünkü artık o “ilkel” halinden kurtulmuş, Batılılaşmış, aydınlanmıştır. Zelilleştirilir çünkü taklidi kendisinin bizatihi Batılı olmadığına ama sadece ona öykündüğüne ve bu yüzden hala mukaddes Batılı’nın dışında kaldığına işaret etmektedir. Hülasa taklit kolonyal faili, Batılılığın ve Doğululuğun, mukaddesliğin ve zelilliğin üst üste olduğu süperpoze bir konuma yerleştirir.
Kolonyal efendilik...
Nasıl ki kolonyal fail kolonyal efendiyi taklit ediyorsa Türkçe Olimpiyatlarında yer alan talebeler de öyle ‘Türkler’i taklit etmektedirler. Sadece Türkler gibi konuşup şarkı söylemekle kalmamaktadırlar aynı zamanda Türkler gibi yağlı güreş yapmakta, çiğ köfte yoğurmakta, geleneksel Türk kıyafetleri içinde halk oyunları oynamaktadırlar. Türk’ü Türk yaptığı düşünülen ne kadar ulusal keyif varsa bütün bunların hepsini bedenleriyle temsil etmektedirler. Böylece Türkler taklit edilen bir efendi mertebesine yükseltilmekte, talebeler de taklit eden kolonyal fail derekesine düşürülmektedirler. Müsamereleri seyredenlerin gözlerini yaşartan, hep kolonyal tebaa olmak zorunda kalmış olan (Müslüman) Türklerin sonunda sahip oldukları efendilik payesidir. Nitekim Türkçe Olimpiyatları aslında kolonyal efendiye benzeye benzeye kolonyal efendinin yerine geçmiş olan laik (Batılı) kesime karşı “siz bizi yerel kimliğimizle adam yerine koymadınız ama bakın biz artık bu kimliğimizi dünyaya kabul ettiriyor, onu öykünülecek bir şey haline getiriyoruz” mesajı verme amacı taşımaktadır.
Olimpiyatlarda yer alan talebelere bilhassa şarkı söylerken kendi yerel kıyafetlerinin giydirilmesi onların ötekiliklerinin Türkler tarafından kabul görmesi ve ağırlanması için değil, onların taklitçi kimliklerinin muhafaza edilmesi içindir. Seyircilere sürekli olarak bu çocukların aslında Türk olmadıkları ama buna rağmen Türkleri taklit ettikleri hatırlatılmaktadır. Taklidin imkânı ve istikrarı taklidin arkasında bir fail olduğuna dair inancın kuvvetlendirilmesinde yatmaktadır. Halbuki taklidin “arkasında” bir kendilik falan kalmamaktadır; bilakis taklitle beraber yeni bir kendilik tebarüz etmektedir. Ve taklit arkada olduğu varsayılan kendiliği gerçekten de arkada bırakmakta, metonimik olarak onun üzerini örtmektedir.
Efendiyi taklit
Biz, ‘biz’i taklit eden bu çocuklarla Kur’an’da vahyedildiği gibi tanışmış olmuyoruz. Tam aksine onları tek taraflı olarak (yanlış) tanıyor, onları ‘biz’e benzetmeye çalışıyoruz. Buna rağmen onları fiillerinden (taklitlerinden) bağımsız failler olarak tahayyül etmeye devam ediyoruz. Ama görmüyoruz ki onlar sadece taklitçiler. Taklitçilik artık onların kolonize edilmiş kimliklerinin ayrılmaz bir parçası. Taklit ettikçe kolonize ediliyor, (kültürel) kolonize edildikçe taklit ediyorlar. Dahası onlar üzerinden de kendimizi (yanlış) tanıyoruz. Bizim yaptığımız şey kendimizi ‘öteki’de görerek kendimizi tanımaya çalışmak değil ötekiyi ötekiliğinden çıkartarak bizleştirip kendimizi bu biz olmuş ‘öteki’de görerek tanımaya çalışmak. Öteki bizim hayat tarzımızı ispat ediyor, ‘biz’i biz-olmayan olarak ikrar ediyor, bizi sübjektiflikten kurtararak objektifleştiriyor.
Türkçe Olimpiyatları’ndaki talebelerin içine düştükleri kolonyal failliği anlamanın en kolay yolu kendimizi hatırlamak olacaktır. Nasıl ki kolonyal efendiye öykünüp balolarda vals yaptığımızda, frak ve şapka takıp klasik müzik konserlerine gittiğimizde kolonyal bir taklide dûçâr oluyorsak işte aynı şekilde yağlı güreş yapıp çifte telli oynayan Nijeryalı, Şilili çocuklar da kolonyal bir taklide dûçâr oluyorlar.
Star Gazetesi
3 yorum:
hoş, güzel, sağlam, kaliteli. tebrik edilesi.
Bence çok komik yazmışsın...Bu bir yarışma... bu çocuklar günlük hayatlarında halay çekip, horon oynamıyor... Nasıl yaşadıklarını git yerinde gör istersen....
Sanirim biraz daha kendinizi yetistirmeniz gerekiyor. Tespitlerinizin bir kismi dogru digerleri ise ici bos ve sacma sapan dizelenmis degersiz kelime dizinlerinden ibaret...
Yorum Gönder