13 Temmuz 2012

İlkellik ve Anarşi, Yaşar Çubuklu



RADİKAL toplumsal kurtuluş projeleri öneren teoriler var olan sis­temden şiddetli bir kopuşu savunurlar genellikle. Çare bir süreç içine yayılan dönüşümlerden ziyade bir kesintinin aracılığıyla gerçekleşe­cek toptan çözümde aranır. Bu kesinti asıl olarak ekonomik ve top­lumsal bir kriz ve buna eşlik eden bir devrimdir. On dokuzuncu yüz­yılda ve yirminci yüzyılın başlarında etkin olan bu yaklaşım insanın yaratıcı potansiyeline, onun iyiliğe olan eğilimine güvenen Aydınlanmacı iyimserliği paylaşır. Ütopyanın önemli bir yere sahip olduğu bu yaklaşımda geçmişin sınıfsız ilkel toplumu geleceğin özgür toplumu için bir model oluşturur. İktidarın devlet ve burjuvaziyle özdeşleşti-rildiği bu modelde devrim iktidarın ortadan kaldırılmasının temel ara­cıdır. Bu görüş devlet ve sınıf baskısı dışında kalan iktidar ilişkilerini önemsemez, onları sınıf mücadelesine tâbi kılınacak ya da devrimden sonra halledilecek konular olarak görür.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gerçekleştirilen teorik çalışmalar iktidar ilişkilerinin çok geniş bir alanda, tüm toplumun ka­tılımıyla üretildiğini ortaya koydu. Hiyerarşi ve otorite ilişkileri sınıf çatışmasının yanı sıra özel hayat alanını da kapsıyor, tarihin çok eski dönemlerinden bu yana insanlar gündelik hayat bazında bu ilişkileri doğalmışçasına her gün yaşıyorlardı. Bu tespitin iktidar ilişkilerinden bir ayaklanmayla kurtulmayı uman radikal devrimci kopuş teorileri darbe indirmesi kaçınılmazdı, nitekim öyle de oldu. Ancak iktidarın insan uygarlığıyla bütünleştiğini kabul edip yine de radikal dimi şu elden bırakmayanlar var. Anarşist teorisyen John Zerzan bunlardın biri. Zerzan'ın Gelecekteki İlkel adlı kitabı aynı zamanda yazarın I li ments OfRefusal adlı kitabının beş bölümünü de kapsıyor.

Zerzan'a göre insanlar ilkel avcılık-toplayıcılık dönemi boyum milyonlarca yıl özgür bir biçimde yaşamışlardır. Bu dönem İnsanın doğadan kopmadığı, şiddet ve iktidar ilişkilerinin var olmadığı bir dönemdir. Ancak on bin yıl kadar önce tarıma geçişle birlikle özgür dönem sona ermiş, uygarlığın gelişimiyle birlikte şiddet ve iktidar iliş­kileri toplumsal yaşama egemen olmuştur. Sadece yaşanan anın önemli olduğu ve zaman kavramının olmadığı ilkel dönemden farklı olarak uygarlık toplumun yaşamındaki olaylardan bağımsız, birbirin­den farksız soyut anlardan oluşan tekdüze bir sürekliliği ifade eden bir zamanı, çizgisel zamanı yaratmıştır. On sekizinci ve on dokuzun­cu yüzyıllarda zamanın saatler ve dakikalara bölünmüş standart par­çalara dönüşmesiyle birlikte zaman endüstriyelleşmiş ve kapitalist üretim temposunun artırılmasına hizmet eder hale gelmiştir. Yine avcılık-toplayıcılık döneminde insanın doğayla adı konmamış duygu­larla kurduğu iletişim uygarlığa eşlik eden dilin oluşmasıyla birlikte bozulmuş, insan kelimeler aracılığıyla dış dünya üzerinde iktidar kur­maya yönelmiştir. İlkel dönemde var olmayan, gündelik yaşamın do­ğal bir parçası olduğu için ayrı bir alan olarak ihtiyaç duyulmayan sa­nat, uygarlıkla birlikte ortaya çıkmış, zamanla kültürün diğer öğeleri gibi metaya dönüşmüştür. Sayılara, ölçüye, tartmaya ihtiyaç duyul­mayan avcılık-toplayıcıhk döneminden farklı olarak uygarlığın, tarı­mın ve mülkiyetin gelişmesiyle birlikte rakamların egemenliği kurul­muş, zaman gitgide artan bir biçimde matematiksel olarak algılanır olmuştur. İnsanın uygarlaşma serüveni iktidarın oluşma süreciyle öz­deştir. Zerzan içinde yaşadığımız uygar, teknolojik toplumun tasfiye edilmesi için zamanın, tarihin, sanatın, dilin, sayıların ortadan kaldı­rılması gerektiğini savunur.

Uygarlığı, kültürü, teknolojiyi tamamen reddeden bir iktidar eleştiri­sinin Marksist değil, anarşist kuram içinden çıkabilmesi ikincisinin özgürlüğün ayrılmaz unsurları olan negatifliği, reddi, yıkıcılığı uç bi­çimlerde içinde barındırdığının bir göstergesi. Anarşizmin aşırılığının yanında Marksizm yükselen burjuva kültürüne atfettiği ilericilik vas­fıyla ağırbaşlı bir görünüm sergiliyor. Zerzan, Marksizm'in uygarlığı eleştirel bir biçimde sahiplenerek aşma yaklaşımının karşısına toptan bir reddi koyuyor. Bu noktada Marksizm soyut düzeyde haklı görü­nüyor. Eğer insanlık kendi yarattığı kültürü, iktidarı eleştirerek aşa­cak bir potansiyele sahip olsaydı bu iyi bir şey olurdu. Ancak tarih uy­garlık geliştikçe iktidar ilişkilerinin daha da yaygınlık kazandığını, kökleştiğini, insanların özel hayatlarında içselleştiğini gösteriyor. Ta­rihin ilerlemesi özgürlüğün değil, iktidarın güçlenmesi yönünde ol­muş, kapitalizm bu süreci geçmişte görülmemiş biçimde hızlandırmıştır. Özellikle 1970'lerin ortalarından itibaren Batı'da toplumsal muhalefet marjinal bir varoluşa indirgenmiş, gündelik hayat esas ola rak iktidar ilişkilerinin üretildiği bir alan haline gelmiştir.

Marksist eleştirel aşma yaklaşımının toplumsal planda pratik geçerliliğinin kalmadığı bu koşullarda Zerzan'ın toptan ret kuramı geçerlik kazanıyor mu?

Bunu olumlu cevaplamak zor. Kendini eleştirip aşamayan bir insanlık kendi yarattığı uygarlığı nasıl olup da ilkellik teme­linde gerçekleşen toptan bir kopuşla reddedecek? Zerzan bu noktada radikal politikayla uğraşanların genellikle başvurduğu bir çareye, inanca sarılıyor. Foucault'nun, iktidarın bir parçası olmayan direniş bi­çimi olmadığı yolundaki görüşlerini eleştirerek onu determinist ol­makla, inançsızlıkla suçluyor. Radikal Marksistler gibi Zerzan'ın inan­cına da sistemden şiddetli bir kopuş yaklaşımı eşlik ediyor: "Her şeyin ortaya sürüleceği ve koca bir dünyanın kazanılacağı, muazzam ve ni­hai bir hesaplaşma anma yaklaşmakta olduğumuza inanıyorum" (s. 8).

Kitabın sonuna eklenmiş söyleşide Zerzan Pavlov'un laboratuvarındaki belli uyarımlara tepki verecek şekilde koşullandırılmış, eğiti­lip evcilleştirilmiş köpeklerin, yaşadıkları bodrumu su bastığında bir anda öğrendikleri her şeyi unuttuklarını örnek göstererek insanların da aynı şeyi en azından onlar kadar iyi yapabilmeleri gerektiğini söy­lüyor. Ancak Zerzan'ın unuttuğu bir ihtimal var. Panik, hayati tehlike, varlık koşullarına yönelik tehdit, vb. durumlarda ortaya çıkan ilkel tepkiler doğrudan kötücül, vahşet içeren ve etik açıdan hiçbir biçim­de onaylanamayacak tepkiler olabilir. İlkel güdüler asla milyonlarca yıl öncesinin saf biçimleriyle bugüne gelmezler ama binlerce yıl sü­ren iktidar pratiklerinin damgalarını taşırlar. Faşizm insanın ilkel gü­dülerine seslenerek gelmiştir iktidara. Öte yandan Zerzan'ın sözünü ettiği tarım öncesi avcı-toplayıcı toplumun insanları da, iddia ettiği gibi şiddet kullanmayan, iyilik timsali insanlar değillerdi. Hayvanla­rı öldürmenin yanı sıra insanlar arasındaki güç ve şiddet ilişkileri bu ilkel dönemde de yaygındı. Zerzan bu ilkel dönemi mitleştirerek ken­dine saf bir dayanak noktası bulmaya çalışıyor, uygarlığı nasıl mutlak olarak reddediyorsa, avcı-toplayıcı toplumu da aynı mutlaklıkla onaylıyor. Zerzan'da dolayımlara, ara tonlara yer yok. Anarşist yazar uygarlıktan o kadar nefret ediyor ki kitabın Türkçe baskısına yazdığı önsözde sistemi tamamen ortadan kaldırma gerekliliği konusunda dostlar ve müttefikler arasında saydığı radikal İslamcılarla anlaşabi­leceğini söylüyor.

Zerzan'ın kendini her türlü iktidar ilişkisinin dışında gören politik özne tavrı zaman zaman yumuşuyor. Kitap boyunca kelimelerin, di­lin iktidarı temsil ettiğini söyleyip ilkel insanların dilsizliğini savunan Zerzan bakın neler diyor: "Açıkçası ben de dilin kuşatılmışlığı içinde yazıyorum ve dilin, şeyleşmeye yönelik direnişi şeyleştirdiğinin far­kındayım" (s. 82).

"...şimdilik kültürel eleştiriyle yetinmeyi uygun buluyorum. Be­nim için sözcükler tüfekten çok daha iyi bir silah" (s. 280).

Şiddete karşı olan Zerzan şiddetsiz, kansız kitlesel ayaklanmaları onaylıyor. İktidarın saldırısına karşı savunma amacıyla başvurulan şiddeti meşru gören yazar, "belki de yenmemiz gerekenlere benzeme­miz gerekecek," diyor. Kitaptaki diğer bir önemli saptama ise hepimi­zin insanlığın suçuna ortak olduğu. Zerzan daha çok söyleşisinde di­le getirdiği bu tür "itirafları" mantıki teorik sonuçlarına götürmüyor elbette, çünkü bu durumda geliştirdiği ilkel kopuş teorisi büyük yara­lar alacaktı. İktidara karşı yürütülen mücadelenin ancak onun içinden, onun tarafından "kirletilmiş" biçimler içinde yürütülebileceği sonucu çıkacaktı ortaya. İktidarla özdeşleşmiş kültürü, uygarlığı reddetmek yerine onu iktidarsızlaştırmak, onun birikimini onda çatlaklar açmak ve bu çatlakları tüm yapıyı tehdit edici boyuta varıncaya kadar geniş­letmek için kullanmak bir alternatif olabilirdi. Zerzan da zaten, her ne kadar itiraf etmese de bunu yapıyor. Kapitalizmle birlikte gelişen nes­nel zaman ve tarih bilinci olmasaydı acaba Zerzan avcı-toplayıcılann zamansız, tarihsiz geçmişsiz, geleceksiz yaşamlarım değerlendirme­sini sağlayan teorik çerçeveyi kurabilir miydi? Kitap boyunca yapılan yüzlerce gönderme ve kitabın sonundaki dokuz sayfalık kaynakça bö­lümü yazarın kültürden bir hayli nasiplendiğini ortaya koyuyor.

Avcı-toplayıcı toplumun yaşamının günümüz uygarlığının eleşti­risinde önemli bir dayanak noktası olduğu görüşüne katılıyorum. An­cak ilkel toplumu mutlaklaştırarak, mitleştirerek bir model, kirlenme­miş bir ideal olarak sunmak yanıltıcıdır. İlkel olsun uygar olsun insan­da saf olan bir şey yoktur. Toplumsal planda olsun bireysel, duygusal planda olsun saflığı, bozulmamışlığı mutlaklaştırma, kendini her tür­lü iktidar ilişkisinin dışında görme tavrı otoriter, tahakkümcü ilişkiler üretir. Sadece zayıflıklarının, kirlenmişliklerinin, çaresizliklerinin farkında olan insanlar, özlem duydukları saflığa doğru ilerlemek için ödemeleri gereken bedelin ağırlığı altında ezilen insanlar arasındaki ilişkilerde görülür güç ve otorite kullanımının azalışı.

Hiç yorum yok: