08 Eylül 2013

biraz çadır lazım olmuştu da, mehmet işten


BİRAZ ÇADIR LAZIM OLMUŞTU DA!

“ Türklerin evren tasavvuru ile yaşayışları arasında doğrudan bir ilgi vardır. Mesela, Türklere göre” gök” yeryüzünün üstüne gerilmiş bir çadırdı. Çadırın ayakta durmasını sağlayan da Demirkazık’tı. Gerçekten de bütün diğer gök cisimleri yer değiştirirken Demirkazık, Dünya’nın ekseniyle aynı doğrultuda olduğundan gökyüzünde hareketsiz gibidir.”

2013 yılı, Türklerin Anadolu'ya giriş tarihi olduğu söylenen 1071 Malazgirt Savaşı'nın 942. yıl dönümü ve nedense bu olayın görkemli bir biçimde kutlanmasına karar verildi bu yıl. Bu seri, Fetih kutlamaları ile başlamıştı. İstanbul'un fethi bilindiği gibi epeydir çok daha görkemli kutlanıyor. 

Bir yeri fethetmenin üzerinden 500 yıl 1000 yıl geçtikten sonra hâlâ kutlanıyor olması ne acayip bir şeydir! Mesela Berlin'in, Zürich'in de fethi kutlanıyor mu acaba?  Dışarıdan gelip buraları işgal etmiş olduğunu her yıl ilan etmenin ve hatırlatmanın manası ne? Buralarda senden önce de var olanlara yönelik tarihsel bir kabadayılık mı yoksa kendini buralara ait hissedememenin ilanı mı? 

Bütün tarihsel olaylar kendi koşulları içinde değerlendirilir, aksi takdirde ortaya anakronik bir tablo çıkar; fetih'in, savaşın kutsandığı dönemlerdeki olayları bugüne çekip bugünün değer yargıları üzerinden anlamlandıramazsınız. Ortaya bir sürü insan hakları ihlali, bir sürü antidemokratik şey saçılır. Diyelim Osmanlı emperyal devletini işgalcilikle, saldırganlıkla suçlayamazsınız. Ya da daha gündelik bir örnek, düello kültürünü bugüne çekip yargılayamazsınız. Peki tersini yapabilir misiniz? Yani, geçmişin koşulları içerisinde gerçekleşmiş bir olayı, bir savaşı, zaferi bugüne çekip kutlayabilir misiniz! Şiddet sahnelerinin televizyonlarda mozaiklendiği, en azından teorik olarak barışın, hoşgörünün yüceltildiği, nefret kültürünün mahkum edildiği bir kültürel dönemde… küffarın üstüne atılıp kafasını gövdesinden ayıran yeniçerilerin olduğu bir törenle kutlama yapabilir misiniz? Yapamazsınız, yapmamalısınız. Yaparsanız bu da bir anakronizm olur. Televizyonlarda attığınız nutuklarla; okullarda, evlerde aşılamaya çalıştığınız değerlerle çelişirsiniz. Eskiden çekip bugüne getirdiğiniz dönemin yüceltilen değerleri ile bugünün yüceltilen değerleri arasındaki uyumsuzluk rahatsız edici bir durum yaratır.

Benzer şeyleri Kurtuluş Savaşı kutlamaları için de söylemek mümkün. İrili ufaklı pek çok şehrimizde şehrin düşman işgalinden kurtarılışı canlandırılıyor her yıl. Türk askeri kılığına girmiş birtakım kişiler, Yunan;
Fransız askeri kılığına girmiş birtakım kişileri öldürüyor. Düşman askerlerinin kıyafetleri komik, canilikleri görkemli. İyiler çok iyi, kötüler çok kötü yani. Törenlerde o milletler hakkında abuk subuk ve aşağılayıcı sözler sarf ediliyor, işte hain Yunanlılar, alçak Fransız askerleri falan.  Alkış kıyamet. Dönemin koşulları içinde gerçekleşmiş olan bir şeyi bugüne getiriyorsun. İyi ama senin vatandaşların içinde Yunan kökenli insanlar var ve diyelim Fransız bir turist de izliyor bu canlandırmayı. O milletlerden insanları rahatsız etmez mi bu görüntüler?





Malazgirt kutlamalarına dönersek yine, Alparslan adını taşıyan 1071 genç bulundu. Bunlar Malazgirt'te buluştular. Savaş canlandırıldı. Bu gençler savaşın canlandırılması için Kırgızistan'dan getirilen 71 kıl çadırda konakladılar. Masal gibi yani; 1071 Alparslan adlı genç 71 çadırda konakladılar, sabah hep birlikte namaz kılındı. Önlerinde dişi bir kurt vardı falan şeklinde gayet epik bir tablo.  Alp Arslan, tıpkı kendisine benzeyen bir ünlü tarafından canlandırıldı. Bu Alp Arslan, tören sırasında Bakan Suat Kılıç'a şehrin anahtarını teslim etti. Ne gurur! Koskoca Alp Arslan, ülkede politikanın rasyonel gerekçelerinin olmamasıyla Bakanlığa kadar yükselen Suat Kılıç'a şehrin anahtarını veriyor! Alp Arslan hangi şehrin anahtarını alıp kime vermiş diye sormaya ne hacet, politika söz konusu olunca!

Tabii işin içine hile hurda karıştırılmazsa, tarih çarpıtılmazsa olmaz. Suat Kılıç, konuşmasında Alp Arslan'ın övgüsünü yaparken "Asla birbirlerine ihanet etmediler. Birbirlerini sırtlarından hançerlemeyi rüyalarında bile görmediler. Onun için Malazgirt’te kendilerinden kat be kat fazla olan bir orduyu dize getirdiler." diyor. Tarih adına doğru bir şey söyleyecekse Malazgirt zaferini getiren şeyin biraz da ihanet olduğunu söylemeli oysa. Çünkü Diyojen'in ordusundaki Türk kökenli Peçenekler, Kıpçaklar Alp Arslan ordusundaki komutanların Türkçe konuştuğunu duyunca saf değiştirmişlerdir. 30-40 bin kişilik Selçuklu ordusunun en az 200 bin kişi olduğu söylenen Bizans ordusunu yenmesi neresinden bakılırsa bakılsın askeri bir başarıdır elbette, ama Bizans askerlerinin bir bölümünün saf değiştirmesinin savaş üzerindeki etkisini söylemek gerekir. Ayrıca insan sormadan edemiyor: Malazgirt Türklerin Anadolu'ya girişi ise düşman ordusundaki bu Türkler nedir?!

Şanlı Türk Bakanı Suat Kılıç'ın saçma bir biçimde taltif edilip saçma bir biçimde tarihimizi taltif etmesi dışında da ironik şeyler var Malazgirt kutlamalarında. Habere göre Bakan Nüfus Müdürlüğünden adı Alp Arslan olan kişilerin listesini istiyor. Bakan'a 3.600 kişinin adı ve bilgileri veriliyor. Bakan bunlar arasında 1071'ini bizzat telefonla arıyor. Ama ne mutlu bir tesadüftür ki aradıklarının 300 tanesi Malazgirt ilçesinden. Malazgirt'te 300 tane Alp Arslan! Adı Alp Arslan olan her 12 kişiden biri Malazgirt’te yaşıyormuş!

Bir diğer ve asıl önemli konu törende kullanılacak 71 kıl çadırın Kırgızistan'dan getirilmesi. Bu çadırların alınmasında da yolsuzluk yapıldığı, birilerinin fahiş para kazandığı da iddialar arasında. Medenileşmenin bu kadarı insana pes dedirtir vallahi!

Tarihi; göçebeliğe, çadıra dayalı bir millet için ne utanç verici bir tablo!

Medenileşme sürecinin amacına ulaştığını daha iyi gösteren bir şey olamaz. Yaşam tarzını kendi dinamikleri ile ve yavaş yavaş değiştiren milletler tarihlerini utanılacak bir geçmiş olarak görmezler; oradaki her eseri, her kültürel ürünü itinayla korurlar. Ama bizim gibi iç dinamikleri ile değil de yukarıdan aşağıya emir yoluyla değişen, emirle bağlı bulunduğu kültür dairesini değiştiren milletlerde geçmişe ait her türlü değerden, objeden, anıdan, birikimden kurtulunmak istenir... Bunları muhafazaya çalışanlar en hafifinden gerici olurlar. Hain olurlar. Giderek yaygınlaşır psikoloji. Osmanlı Şamanizm ve göçebilikle ilgili her şeyden nefret eder. Yörüklere, Türkmenlere bu nedenle düşmandır. Yerleşik ve tektanrılı Osmanlı, göçebe ve şamanist yörükleri, Türkmenleri bu nedenle kılıçtan geçirir.

TC, Osmanlı geçmişine düşmandır. Doğulu bir medeniyeti temsil eden her şeyini tarihin çöplüğüne atar Osmanlının. Harf, giyim, eğitim, askerlik, yeme içme, zaman, sayı... nesi varsa yasaklar.

İş bittikten sonra o tarihe yeniden bakılır. Oradan bugünle çelişmeyen ama övünmeye yarayacak unsurlar çıkarılır, onlar müzelerde sergilenir, bayramlarda canlandırılır. Artık onlar isteseler bile bugüne dahil edilemeyecek noktaya gelmişlerdir. ABD, yok ettiği kızılderi kültürünü müzelerde sergiler, orijinaline uygun kızılderili köyü canlandırmalarını girişi 1 dolardan sergiler mesela. Bizimkiler de yayla şenlikleri yapar, Okmeydanı'nda 'dünya ok yarışmaları', 1071 Alparslan şenlikleri falan düzenler mesela. Her şey turistiktir. 

Kıl çadırları Kırgızistan'dan getirmek zorunda kalırsın işte böyle! Üstelik işin içine rant, hampacılık karışmasını da engelleyemezsin, Batılılaşma budur. Peki, Sarıkeçililer var şurada.. Bak hazır kıl çadırları da var.. Develeri ve atları var.. Onlardan iste! Ama beş yüz yıl boyunca aşağıladın, yok etmeye çalıştın onları. Çadırlarını bıraktırıp evlere yerleştirmek için fermanlar çıkardın. Yerleşmek istemeyenleri kılıçtan geçirdin. O tarih asıl onların. Sen neyi kutluyorsun! Kendi milletini ve kültürünü nasıl yok ettiğini mi? Onlar ki Kırgızların zulmünden kaçıp gelmişlerdi!

Şimdi çadırları almak için yürü bakalım Kırgızistan'a.















Hiç yorum yok: