21 Kasım 2021

Liman Mehmetcihat’ın “Elllere vay delisi” Şiiri Hakkında

 

Ellere vay delisi
Ellere vay delisi geçiyor sokaktan
Her gün aynı saatte
Adını söylediği türküden alan deli
Delinin kafası karıncalı, öyle. Karıncalar felaket getirir
Kırar insanı delinin neden bu türküyü seçtiği.
Birine kırk kere deli dersin o da gitti ellere vay diye dolaşır
Deli akşam yemeği olur kırar insanı.
Bilmek istiyorum başka deli var mı üzücü türkülerle saldıran
En nadir çılgın söğütler tanıdığım tek ağaçlardır.
Söğütlerin deli olduğunu hissediyorum.
Yere bakıyorlar. gibi görünürler. Aslında tavana bakarlar.
Yukarda deniz vardır onlarca.
Ah yumurcak deli. Fransa’da doğsan sanatçı olurdun.
Buralarda sadece deli oldun. Yoğurt koydun dolaba. Ellere vay.
gerçeklerin delirmesi, yedi yıla kadar harikulade yatmış
korkunç yattı yıllar geçmişte
o çantada keklik insanlara kırk kere keklik denmiş de
öyle olmuş değillerdi sen mesela öyle mi keklik oldun
Kalabalar içinde, ölümü dayatan selalar, pek de umut vermeyen iş ilanları, lokma dağıtılan lokasyon bilgileri, mahalle karısı denilerek bir parça ayıp edilen mahalle karılarının yaşamak umurları içinde arkadaşına hey george versene borç diye bağıran tahmini 2012 doğumlu inanılmaz çocuklar, yan masaya dört mü diyon göt mü diyon belli değil diye sataşan kahve milletinin insanları, pembe şalvar da kendi çapında erotik aslında, tiril tiril, iyi bir dokunuş iletkeni düşüncesiyle folkunu anlayan bir şairin imgelemi içinde kim bilir neye kahretmiş bu ellere vay delisini duymak zor ama şair duyar.
Dışardan deli bağırıyor içerden frank zappa bağırıyor
“a prune isn’t really a vegetable. cabbage is a vegetable”
Tostçuda denk geldi, merhaba deyip elini uzattı. Tanışıyoruz sandım. Tanıdığım insanlarla karşılaşınca da ilk defa görüyormuşum gibi geliyor nedense. Hocam bana tost söyler misin dedi. Sen söyle hesabıma yazdır dedim. Hesabım filan da yok gerçi. Bana inanmazlar sen söyle hocam dedi. Biz de kalkıyorduk, giderken söylerim. Hesabı ödedim, çıkarken benim tostu söyledin mi hocam dedi. Söyledim söyledim. Bekle söyledim. Neden söylemedim bilmiyorum. 10 liradan kaçacak değilim. Korona’dan korktum herhalde. Tostçunun böylelerini alıştırma hocam gibi laflarını da duymak istemedim. Delinin ilk teklifimi reddedip ısrarla bana zahmet çıkarmasına da uyuz oldum. Fazladan sözcük sarf etme zahmeti yani. Keşke 10 lirayı masaya koyup gitseydim o da aklıma gelmedi. Durduk yere vicdan yapacak bişey daha çıktı fuckkkk. Jean valjean mıyım lan ben.
Bu şiiri yazarken, balkona sigara içmeye çıktım. Baktım aşağıdan geçiyor. Gece 3 civarı. Türküyü söylemiyor ama. Elleri cebinde usul usul yürüyor. 50 metre ilerde, gülseren kuaför’ün önünde durdu. Aynalı camdan beni kesiyor sanki. Sanki tost zaten onunmuş da ben ayağımla ezmişim gibi, ne biçim insanmışsın sen adi herif der gibi ya da daha kötüsü, canın sağolsun der gibi bakıyor.
Liman Mehmetcihat






Liman Mehmetcihat'ın müthiş şiiri Ellere Vay Delisi’ni okur okumaz tekrar okudum 😊

Daha yakınlarda bir yerlerde acılara mesafe alarak bakabilmekten, acıların üstünde tepinmemekten söz etmiştim, yoksa işin arabeske dönüşeceğinden filan. Gül Abus Semerci’nin Dışarıdan İyiyiz de İçimizdeki Sıkıntılar Büyük adlı şiiri vesilesiyle. Liman’ın şiiri de tam kıvamı tutturuyor. Yine yaptığımız kötülüklerin unutulup gidememesi var.

 


Evet normal böyle şeyler, hayat böyle, ben ne yapabilirim ki filan. Tamam da şair sonra o bedenine batan cam kırıklarını temizleme çalışıyor, çalışacak. ‘Ölmeyen’ ve giderek çevresindekilere ‘yük’ haine gelen bir ‘arkadaş’ gibi, Liman’ın şiirinde de basit bir şey var: Bir meczuba, deli-dilenci birine yapılan kötülüğün (ya da kaçınılan bir iyiliğin mi demeli) kalbe yer etmesi, bir hesaplaşmaya dönüşmesi. Böyle şeyler yaşanmadan yazılamaz, bunu biliyorum.

 

“Adını söylediği türküden alan deli” olarak tanıyoruz. Var böyle bir adlandırma biçimi: Adını “çıktığı yöreden alan tatlı” “rakibini öldürme biçiminden alan seri katil” Her şeyin bir alametifarikası var. Bununki de söylediği türkü.

Adını söylediği türküden alan deli: Ellere Vay Delisi

Halkımız pek mahirdir delilere isim takmada, bilyeli deli, abalı, Napolyon, örümcekçi, entel deli, deli veli, ipli, atçı, kaydıraklı, padişah, popyonlu, kabakçı mustafa, duvaklı…

Bu da Ellere Vay Delisi

Delinin kafası karıncalı, öyle. Bir psikiyatr hassaslığıyla teşhisi koyuyor: Karıncalı. Adamcağızın kafasına karıncalar üşüşüyor. N’apsın deli olmasın da!?

Karıncalar felaket getirir. Şahsi tarih. Kötü anılar. Karıncalar basmış bir mutfak. Bir psikolojik gerilim filminde kötü gidecek günün başlangıcı: Tuhaf bir farklılık. Anlam verilemeyen şeylerin daha anlamlı olması ya da kötü anlamlı olarak yorumlanması. Kunduz kaçmıyor, kaçmadan yüzüme bakıyor. Ne olacak? Hayvanlar, totemler… Ben çöpün kapağını kapamamış mıydım, neden açıldı? Hava kızıllaştı, deprem mi?..

 

Kırar insanı… ne acayip ne etkili. Kalbimize dokunur gibi ağdalı değil, İçimizi daraltır gibi kasvetli değil. Vicdanımızı rahatsız eder gibi kentsoylu değil: Kırar insanı! Düpedüz hakikat. Düpedüz şair.

Kırar insanı delinin neden bu türküyü seçtiği

Düşünelim: Deli “Yoğurt koydum dolaba/Elllere vay/ Bögün başım kalaba/ Ellere vay/ Seni doğuran ana/ Ellere vay/ Olsun bana kaynana” diyor, bu bizi kırıyor. Neden kırıyor? Yaklaşalım biraz. Karıncalar var kafada, kalaba. Adam deli ve sözleri böylesine absürt olan bir türküyü söyleyerek dolaşıyor. Alakasız şeyleri bir araya getiriyor. Ne ilgisi var dolaba yoğurt koymanın bugün başımızın kalabalık olmasıyla. Ve bütün bunların sonucunda benimle evlenir misin dileğini annen benim kaynanam olsun diye bir yere bağlamanın. Ama deli ya, daha iyisi mi olur. Deli mi akıllı mı? Fransa’da doğsan sürrealizmi filan kurardın, burada doğdun Ellere Vay delisi oldun. Bu insanı kırmaz mı? Kırar. Fazla düşünmeyeceen bu devirde. Kafayı yersin yoğusa.. Üstelik bizi kıran ve gayet acıklı bir hal olan şey oyun havası olarak çalınır söylenir. Bu da insanı kırar.

 

Bilmek istiyorum başka deli var mı üzücü türkülerle saldıran


Delilere hep saldırı öznesi olma potansiyeli atfedilir. Çoğu yapmaz bunu aslında. Ama öyledir. Çocuklar böyle korkutulur. Ama bizim delimiz gerçekten saldırgan. Tek ki üzücü bir türküyle saldırıyor insana!..

Bir insanın bütün gün aynı türküyü söyleyerek dolaşması, böyle bir oluş… Hayatın bazılarına bu derece zalim olmasına nasıl kayıtsız kalacaksın? Ama kalıyorsun işte. Deli varlığıyla bu kayıtsızlığa saplıyor okunu: Yoğurt koydum dolaba!..

Söğüt dediğin ağacın delisi: Yere bakıyor gibi görünürler aslında göğe bakarlar.

Söğütler çılgın/mecnun/meczup ağaçlardır. Sağ gösterip sol vururlar. Delilerin sözlerinde ayrı bir hikmet aramaya eğilimliyizdir. Çocuklar hariç. Tehlikeli Oyunlarda’ydı herhalde, Oğuz Atay söyler: Delileri önce çocuklar fark eder. 

Tunceli en çılgın dünya şehridir, meydanında Seyduşen’in heykeli vardır. Bir gece yarısı çılgın bir söğüt tarafından kafası taşla ezilen Seyduşen’in. Ki karla karışan kanı pembe bir leke gibi durur hafızalarda. Delinin adını dağlara taşlara yazan yöresel ressamların gayet kötü resimleri durur meyhanelerinde.

Bütün gündelik hay huy içinde, günü akşama erdirme gayretleri içinde, kaygısızlıklar, umursamazlıklar, küçük iyilikler, kötülükler, gösterişler, yalancı alçakgönüllülükler içinde adam bir şeye kahrediyor ve başlıyor söylemeğe: Ellere vay... Şairin çekirge zihni “kalaba”yı türküden çekip alıyor tabii bunu anlatmak için: “Kalabalar içinde, ölümü dayatan selalar, pek de umut vermeyen iş ilanları, lokma dağıtılan lokasyon bilgileri…” Türküden delinin deli oluş nedenine karıncalar olarak geçip oradan bizim akıllı usturuplu dünyamızın öznelerine dönüşüyor kalabalar karıncalar, delinin rüya gerçekliği olmaklıktan kurtulup bizim sert gerçeğimiz oluyor.

“kuru erik gerçek bir sebze değildir, lahana boru gibi bir sebzedir.”diye nazire yapıyor Frank Zappa bizim deliye.

 

Liman bir tostçuda rastlıyor tanıdığı deliye. Deli, ondan bir tost söylemesini istiyor. Geçiştiriyor o, deli ısrar ediyor. Ne biçim deliyse, çok da akıllı. Liman ikinci bir çalımla kalkıyorduk, hesabı öderken söylerim diyor. Sonra “Bekle söylerim.” diyor içinden. Kötülük cümlesi bu. Sonra neden söylemediğinin muhasebesini yapıyor filan, canı sıkılıyor. Sonra gece yarısı delinin, evinin önünden geçtiğini görüyor, sanıyor vs. Dilenci manalı bakıyor. Şair daha manalı anlıyor. Ellere vay delisi gerçekte yok belki de ama şair aklından çıkaramıyor:

“Bu şiiri yazarken, balkona sigara içmeye çıktım. Baktım aşağıdan geçiyor. Gece 3 civarı. Türküyü söylemiyor ama. Elleri cebinde usul usul yürüyor. 50 metre ilerde, gülseren kuaför’ün önünde durdu. Aynalı camdan beni kesiyor sanki. Sanki tost zaten onunmuş da ben ayağımla ezmişim gibi, ne biçim insanmışsın sen adi herif der gibi ya da daha kötüsü, canın sağolsun der gibi bakıyor.”

 

Yaptığı küçük kötülüklerle kafası karıncalanan kaldı mı şairlerden başka?

 

                                                                                                                      Mehmet işten

                                                                                                                      2021 Kasım, Merkezefendi.

 

 

 

Hiç yorum yok: