12 Ocak 2011

Parçalı Ham - Taşıyıcı Monolog, Ahmet Güntan



Parçalı, Ham. Taşıyıcı Monolog


1. Büyüklerin çirkin dünyasına bir adım kala şaşkın düşmüş tıfıl garsonu fark edip - mevcut yoksulluğun onu puşta çevi­receğini bilerek kızıp ayaklanıp - bunu hazırlayan dizgeye kökten karşı çıkıp- kendi­ni modern şiirin seni tıfıl garsondan bile koparacak o en ıssız sözsüz zirvesine atabilir misin? Ben yapamıyorum, tıfıllığın son durağandaki hamlığa gözü takılı kalıyorum, şiiri bir edebiyat türü olarak göremiyorum.


2. Aleladelikten asla kopma, bu seni şi­ire götüren yoldur, bir görev adamı gibi kendini programa bağlayan şaşkın, Bütün Kutu'nun parmaklıkları arasında sefilleşir.


3. Şiire, işin gereği, bir edebiyat türü olarak başlayan her şair, yaptığı işin neliği ile ilgili her soru soruşunda tersine bir yol izleyerek edebiyatın içine doğru değil, dışı­na doğru yol alır. Şiirin bir edebiyat türü olmadan önceki hali vardır, bunun farkına varan şair poetikanın farkına varmış de­mektir. Şiirin edebiyat türü olmadan önce­ki halinin bilincinde olan şair, elinden kâğıdı kalemi, ağzından dili sökülüp alınsa bile önüne konan çamurdan şiirini kurabi­lecektir. Şairlerin yeri yurdu yoktur sözü bu anlamda söylenmiştir, edebiyat şairlere başını sokacakları son yuva değildir. 2005 yılında her şeyi işgal etmiş Kör Şeytan'ın şiirin alanını işgal edemediği söylenemez. Yılışık Söz, Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir'i işgal etmiştir. İşgalin ulaşamayacağı alan şiirin edebiyat türü olmadan önceki halidir, o alanı ise Şiire Bir Edebiyat Türü Ola­rak Hayır diyebilen şairler koruyacaktır.


4.  Ezra Pound'un düzensiz bağlantısız hafızası tanrıları geri getirme göreviyle yük­lenmişti, okumalar, alıntılar, yanlar, dip­notlar, açıklamalar, göndermeler, saptamalar, tarihler, iddialar karışık yan yanaydı. İtalya'daki konuşmalarını İnceleyen psikiyatr onun haritasının Avrupa kültürünün parçalı-şizofrenik bir kaydı olduğunu söyle­di. Bu korkutucu gücüyle Pound, T.S. Eliot’un dediği gibi aslında ne deliydi ne de aklı başında, o ayrı bir tertiptendi. Bütün bu karışık kaydı tutarken yaşadığı yoğun düzensizlik korkusu da bu hafızayı
daha da biricik kılmaktadır (13. Kanto). Düzene sokmak istedikçe dağılan bir kayıt, bilginin parçalanmış parçaları. Bütün gerilimleriyle Pound'un Hafızası modernliğin başlangıç noktasıdır. Ezra Pound modern şiirin Bü­yük Ustası'dır ("il miglior fabbro").


5. Şiirin bugün bir kenarda unutulup bittiğinden çok, işgal edildiği daha doğru­dur. Edebiyat dergilerinden televizyona kadar her yerde şiir yerine kabul gören Yılı­şık Söz, bunun karşısında çok okumuş hem de yazmış Metinlerarası Kıl Tüy, şairi şiirin dışına atmış, şiir muhalefetinin önü­nü kapatmıştır. Yağmalanan şair, artık bir edebiyat türü icra etmesine imkân kalmadığına göre bugünkü haliyle yalnıza Taşıyı­cıdır, o yüzden bir edebiyat türü olarak şi­irin zorunluluklarını atıp unutup gitmeli­dir, çünkü nasılsa şiir bir icra gücü değil, varoluş gücüdür. İşgal edilmiş topraklarda Taşıyıcı’ya düşen hiç utanmadan yılmadan uygulayacağı bir Monolog'tur: tanınmadı­ğınız bir ortamda kimse sizi sallamıyorsa kendi kendinize konuşma hali.

6. Kitap indirdiği her kavme kendi di­liyle konuşan Allah bizim kavmimize de bundan 75 yıl önce bir kitap indirseydi, di­lini dağarcığını alfabesini değiştirmiş olan bu kavme nasıl bir dille konuşacaktı? Türkçe, imparatorluğun bitiminde Musul'u dışarıda bırakarak daralmıştı. Önem­li bir kaynak dışarıda kalmıştı. Her şeyi her konuyu istenilen genişlikte, tarihiyle, bağlantı kurabilecek zenginlikte, kendi üs­tüne kapanıp felsefi bir hayret duyabileceği derinlikte yazabilecek bir dil ortada yoktu. Bugün Cemil Meriç'in arzuladığı gibi Allah'la konuşur gibi yazabilme özgürlüğümüz varsa bunu o günden bu güne yaratıcılıklarıyla Türkçe'yi genişleten araştırmacı şairlerin art arda sağladığı imkânlara borçluyuz. Kimse Yahya Kemal'e Bize bir Beyaz Lisan gerekli,  git bul dememişti. Kimse Ah­met Haşim'e Şiirin girişi gelişmesi anlamın alanını daraltıyor, başı sonu çıkar at dememişti. Kimse Nazım Hikmet’e Şu mısra dü­zenini kırsan da yüksek sese söyleyiş özgürlüğü gelse dememişti. Sait Faik'e Vasatı anlatacak basit dili bulamıyoruz, sen bulur mu­sun diye kimse görev vermemişti. Bu şair­ler şiirin bir edebiyat türü olmadan önce bir varoluş olduğunu bilen, poetikası olan şairlerdi. Bugün onların bunu nasıl becerdiğini anlarsak Yılışık Söz'ün işgaline karşı Şiire Bir Edebiyat Türü Olarak Hayır diyebiliriz. Söyleyişlere bakarak bulunan benzerliklerden akımlar oluşturan bir şiir tarihi yazılmasını reddediyorum, o bakışın sonu işte bu işgal olmuştur.


7. Türkiye'de yazılan şiir tarihine inan­mıyorum. Türk şiirinde modernlik taklit­ten, benzemeye çalışmaktan değil, kendi enerjisi motoru olan bir heveslenmeden doğmuştur. Abdülhak Şinasi Hisar anlatıyor: Galatasaray’da o zaman kitabet ve edebiyat hocamız Ahmet Hikmet bir gün “fikrin şekilden evvel hazırlandığı hissini veren eserlerde şiir mucizesinin tekevvününe (oluşumuna) imkan yoktur. Ahenk ve kafiyenin tesadüflerinden doğmayan fikirler sanata mal edilemez” tarzında bir şey söylemiş ve başka hiçbir talebenin kıymet atfedip dikkat etmeyeceği bu sözü duyan genç talebe Ahmet Haşim dünyanın en ‘enteresan”, en mühim sözlerinden birini duyduğuna kanaat etmişti. Ahmet Haşim 1896’da 11 yaşında İstanbul'a geldiğinde daha Türkçe bile bilmi­yordu. Galatasaray yılları ise 1900 başına denk geliyor, yani Avrupa'da Degas'ın bile Mallarme için Anlamıyorum! dediği yıllar yeni bitmiş. Ahmet Haşim'in, Şiir Hak­kında Bazı Mülahazalar'a giden yolda batılı bir şairle karşılaşması henüz imkânsız, ama hocasının bu sözünü hemen anlıyor, Hisar'a göre de Ki hakıykate sonuna kadar da sadık kalıyor. Hevesli idi ki bu sözü ol­ması gerektiği gibi duydu.

8. Haşim şiirin basını sonunu kesip atan adamdır, çünkü "anlam" karanlıklaşırsa, "ruh” uyumun lezzetiyle onun yerini doldurur. Bunu da hiç kimseden öğrenme­di. Mallarme 1864’te arkadaşı Cazalis'e bir mektup yazıyor: Bütün yazdıklarının başlangıç ve bitimini atla. Bu mektup çok-çok sonra yayınlanacaktır. Haşim'in bu mektubu okumuş olmasına imkan yok, ama hevesi ona şiirinin başını sonunu kesip attırmıştır.

9. Yılışık Söz'e karşı bize yeni bir heves gerekli, bunun için bizden öncekilerin modernlik macerası ile neyi hedeflediğini kendimize tekrar soracağız, kaçamayız. Modernlik Hazır Gıda değildir, kendisini modern sayan dergilerde şiiri yayımlanan gevşemesin, onu modem şiire götüren yol bu değil. Sırf modern şiir yazma isteği ile de ortaya şiir çıkmaz, bir kalkışma, bir heves olmalı.
10. İsteyen göz, Ezra Pound'da gördü­ğü çok şeyi Nazım Hikmet’te de görür. Nazım aradığı şeyin ne olduğuyla ilgili o kadar şiirsel bilgi ile doluydu ki Rusça bil­memesine rağmen, Mayakovski'nin merdivenlerini görür görmez aradığı şeyi tanı­dı. Ezra Pound da ne Çinceyi ne de Japoncayı bilirdi, buna rağmen Fenelossa'nın Çince yazılı karakterler için tuttuğu notlardan yeni imkanlar dersler çıkaracak kadar hazır yoğunluğa sahipti.
 
11. Pound'un imgeciliği Yılışık Söz'den ne kadar uzaktır: Şeylerin dolaysız ele alınması.


12. Şiir bir Yılışık Söz değildir, öte ara­yışıdır. İmge eğer şeylerin dolaysız ele alınması ise demek ki bir somutluk arayışıdır da. Yalnız Yılşık Söz'e değil, bilgeliğin yolunu kullandığı iddia eden Metinlerarası Kıl Tüy'e de karşı durmak için şiirde aradığımız somutluk, imgecilerin 1912 manifestosunda rasladığımız önemli bir seçimdir: Kendi sanatının gerçeklerinden kaçan kozmik şairi reddediyoruz. Çünkü o yüce şeylerle meşguldür, işgali göremez.

13. Şiir karnımızdadır, atacak değiliz. Resmileşmiş ilkeler boşlanmalı, şair hafı­zasını yoklamalıdır.

14.  Modem şiirin yılışıklıkla (ya da kıl-tüyle) savaşma kuralları Pound'un Ha­fızası’nda durmakta. Pound'un Hafızası: bir gün bir bütün oluştururum umudu ile doldurulmuş, ama bütün oluşturamamış ama yine de birbirileri ile ilkesel bir ilişkiyi ortaya koymuş binlerce bilginin sığınağı, zorda kalan şiirin ahiret kardeşi.


15. Kör Şeytan'ın mevcut dizgesi, işgal ettiği yerde rahat kalabilmek için bütün­sellik kurmak ister. Yılışık Söz, üstünde konuşulabilir şiirsel bütünselliklerin pe­şinde koşan ikinci sınıf bir heyecandır. Bütün Kutu kapalıdır: kapalıyı televizyon­da anlatmak kolaydır. Pound'un Hafızası açıktır, parçalıdır: Pound'un Hafızası'nı televizyonda anlatmak ise zordur.

16. Pound'un Hafızası postmodern bir depo değildir, deponun iyi kullanılma­sı için şairin oradan ille de bir şölen çıkar­ması gerekmez, bu haz bağımlısı postmodernitenin beklentisidir. Zaten şölen fikri bütünlüklü birlikli bir fikirdir, bir bütün birlik olmadan şölen  olmaz.   Nietzsche'nin ta o zamandan Çekiçle vurun, kırın dediği büyük dizge fikri bugün büsbütün işgalcinin yararına çalışan bir amaçtır. Ge­riye bir tek şiirin bir edebiyat türü olma­dan önceki Parçalı Ham hali kalıyor, ora­sı Bütün Kutu'nun içinde değildir, işgal edilmemiştir, şairlerin Parçalı Ham'ı koru­ması gerekir. Taşıyıcı Monolog, Parçalı Ham üzerinedir.

17. Somutluk güncel ihtiyaçtır. Eski­den delikanlılar gişeye sessizce eğilir, so­rarlardı, Abi film parçalı mı diye.

18.  Tabiat olaylarının somutluğu kar­şısında insan anlatılamayanı karnında duyar. Karına kadar ulaşan somutluğu bu­gün Parçalı Ham'da buluyorum.Parça te­vekküldür, kadere yer açıp bulmaktır. Şiir parçalıdır, her şiir bir kader egzersizidir, parçayı şiir savunacak.

19. Dizge kurma çabalarının tersine giden ana yol şiirdir. Bütün Kutu şiiri boğmuş, Yılışık Söz de bu arada her yeri işgal etmiştir. Sanki şiirin ne olduğunu bulmuş da bu konuyu kapatmış gibiyiz. Halbuki şiir, henüz adı konmamış tüyü bitmemiş masuma doğru kaçış olasılığıdır, tanımlanır, sonra yine tanımlanır, sonra yine. En büyük hatalar yazdığımız şiirlerdir. Tristan Tzara, öyle de devam edecek. Cioran o yüzden, Zekanın cesareti ve kendi ol­ma gözüpekliği, filozofların okulundan ziya­de şairlerin okulunda öğrenilir demektedir.

20. Karnından gelen bu uyarıcı sesi başka duyan var mi: Şairler, kesin tıraşı!

21. Haberli adamın kenarda suskun sessiz olması ile habersiz adamın kenarda suskun sessiz olması aynı değildir, burada yazdıklarımı Haberli Sessiz'in yoğunluğuy­la yazıyorum, ama bende birikeni taşırmayacağım, başka şeyler söyleyeceğim.

22. Çek şairi Vitezslav Nezval 1923 Poetizm   manifestosunda   şöyle   demiş:
Mantıkça bardak masaya aittir, yıldız  gökyü­züne, kapı merdivene. Yıldızı masanın yakı­nına, bardağı piyano ve meleklerin arasına, kapıyı da okyanus kıyısına çekmek gereklidir. Amaç gerçekliğin örtüsünü kaldırmak, ona ilk günkü parlaklığını vermektir. Nezval'ın bu manifestosu gerçeküstücülerle zamandaş devrimci bir manifestodur. Bu tartışmanın aynısı İkinci Yeni günlerinde de yapılmış, Oktay Rifat Perçemli Sokak'ın önsözünde 1956'da benzer şeyleri söyle­miş: Ahmet düştü sözünün bir anlamı var­dır, çünkü Ahmet düşebilir. Lambanın saç­ları ıslak sözünün bir anlamı yoktur, çünkü lambanın saçı olmaz. Oktay Rifat'ı o gün heyecanlandıran imkân Birbirine yabancı sanılan kelimelerin karşılıklı ışığında gerçe­ğin unuttuğumuz yüzüyle karşımıza çıkması idi. Bugüne gelelim. Bugün bu ilke Disruption adıyla kavramlaşmış, markalı mal pazarlamanın en yeni, en güçlü yöntemi olarak reklamcıların, pazarlamacıların em­rine girmiştir, üstüne kitaplar bile yazıl­maktadır. İşgal yalnızca Yılışık Söz'le de bitmiyor, işgal büyük, bunlar bilinmeden güzel bir mısra daha yazmanın artık kim­se için önemi zevki anlamı kaldı mı? Ne­dir bugün şairlik, suretin aslını yaşatmak, bunu da erdemden saymak mı? Metinlerarası Kıl Tüy bunu yapıyor.

23. Şiir az okunuyor deniyor. Tersi daha doğru. Şiir üretimi de tüketimi de en kolay tür olmuştur. Bırakalım şiiri bir Kalp Otuzbir'i olarak mı kalsın?

24. Bundan böyle ne yazalım da kepa­zelik olmasın? Şiir soyluları! Neyin terini dökeceğiz? Daha kaç tane güzel, yerinde, yoldan çıkmamış mısra kuracağız? Utan­madan kafiyenin tunç olanını sevmeye de­vam mı edeceğiz? Ne diyeceğiz Yılışık Söz'e? Hayır, o Öyle yazılmaz böyle yazılır diye ustalıklarımızı mı göstereceğiz? Şimdi burada bak bakalım ne gönderme yaptım, sı­kıysa çöz bakalım burayı nereye bağladım, böylesi Metinlerarası Kıl Tüy için şaire ih­tiyaç var mı? Giren oraya düzyazı ile gir­miş, niye çıksın, çıkar mı? Yılışık Söz'ün işgali aşağıdan ise Metinlerarası Kıl Tüy yolu yukarıdan kapamış. Az ileride kendi­mizden yoksun kalacak şairleriz. Bundan böyle ne yazacağız ki kepazelik olmasın? Kendimize dönmek için bir edebiyat türü olarak icra etmeye alıştığımız şiiri terkedebilecek miyiz?

25. Kim işgal edilen toprakların şairle­re geri geleceğini sanıyorsa o derinliksizliğini bir boş umut ile kapatmaya çalışıyor. Şairliğin en zor denemesi şiirin getirdiği zorluklara göğsünü korkmadan açmaktır.

26. Yılışık Söz gazete köşelerinde şiirimsi sözler döktürdükçe sen ne diyecek­sin? Hayır, o alanın aslı bana ait mi? Bu sana kaybettiğini geri getirir mi? Önce kendim için konuşuyorum: Bugün artık Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir'i değil, Bir Karın Ağrısı Olarak Şiir'i seçiyorum.

27. Şiirin bir edebiyat türü olarak işgalden kurtulup o alanın şaire geri gelme­sinin tek şartı çok büyük bir insanlık faciasının sonunda bugünkü büyük haberleş­me aygıtının tamamen çökmesidir.

28. Güzel bir mısra daha yazmak yeri­ne Çetin Altan ve Mahdumları! Şiirin alanı size hayırlı olsun! diye bir mektup yazmayı tercih ederim. Biz savaşmayız, veririz. Pound'un Hafızası'ndan: Şiirin asıl özü yo­ğunlaşmadır. Yoğunlaşmayı şairden ala­mazsınız.

29. Yılışık Söz'ün göğsüme bastırdığı yerde beni bozan ruhsal karmaşayı anla­manızı isterdim Metinlerarası Kıl Tüy ustaları. Bırakıldığı Yerde Kendi Mezarını Kazan Şair olmak istemiyorum. Mallarme bunu şiir yazma ediminin doğal içsel akı­şı ,çin söylemişti, biliyorum, olsun, onu da tartışacağım.

30. Bugün ortada bir görev yok ama bir zorunluluk var. Kendimize temel, yeni­den kurucu bir soru soralım, Deleuze'ün sinemacılara sorduğu soruyu: Şairler ola­rak biz ne yaratıyoruz? Bir şair ne yaratıyor? Kafiyeli, ölçülü ölçüsüz ama ahenkli, dize­li, ruhsal derinlikli bir şeyler yazıp duruyo­ruz ama nedir o ürettiğimiz şey? Ben ken­di cevabımı korkmadan veriyorum: dilin kendi malzemesine duyduğu hayret. Biz bu­nu yaratıyoruz: Dünyaya duyduğumuz hayreti dile getirebildiğimize duyduğumuz hayret.

31. Şimdi önümüze gelen müzikli ka­fiyeli dizeli birlikli bütünlüklü Yılışık Söz'e sorabilirim, sen şiir misin? Ya da Metinlerarası Kıl Tüy, sende o ham karın ağrısını göremiyorum.

32. Televizyonlara kadar uzanan Yılışık Söz! Farklılığını çoğaltıp duran Metinlera­rası Kıl Tüy! Bu adam bunları nasıl böyle söylüyor diye merak mı ediyorsunuz? A) Orijinal öldü diyorlar, ben şair taklit edilemez diyorum. B) Bugün şiire ayrılan o çok saygın sahaya kıçımla gülüyorum. Bunu al­nına herkesten önce ışık düşmüş biri oldu­ğum için değil, beyin kimyamın esiri olduğum için söylüyorum. C) Dile takılıp kalmıyorum, şiir sanatını (Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir) terkediyorum, Bir Karın Ağrısı Olarak Şiir’i seçiyorum. E) Kapitalizmi reddediyorum: hele bu son ortaya çıkan, kredi kartımı kullanırsam emeklilikteki mutluluğuma % 3 katkı puan sağlayacağını söyleyen sahteci kapitalizmi.

33. Şiir, bugünkü dünyanın berbatlığından kaçış için hayal edilen bir ütopya­nın kırılgan ipuçlarını taşıyan bir uyarıcı değil, ben ne yarattığıma dair sorduğum soruyu yukarıda cevapladım. Hayatım bo­yunca okuduğum dünya tasavvurları için­de hana İşte bu dedirten tek düşünür Cioran, kitap da Tarih ve Ütopya'dır, Cioran: Ütopyanın ayırıcı niteliği mükemmeliyet halinin mümkün olduğunu kabul etmektir diyor, ütopyanın panzehiri ise tarihtir. Somutluk bütün oyunları bozar. Şiirin so­mutluğu, buralılığı, dünyalılığı da  tartışılmazdır. Yeryüzünde vahşet varsa şiirde neden olmasın? Şimdi -bugün- 2005 yılında Otomatik Yazma'nın karnındaki şairlik güdüyü daha iyi anlamıyor muyuz? Oto­matik Metin, yalanın panzehiridir: Bey­nin kendi somutluğuna kaçışı.

34. Diyarbakır'da, Ulucami'in avlu­sunda bir adam gördüm, hiçbir şeye uzan­mayan bir vücudu vardı, istemiyordu, dur­muştu. Kaç kuşaktır yoksundu, yok yoksul değil yoksun. Alamayan - elde edemeyen değil, mahrum olan, görmemiş, el değdir­memiş, kaç kuşaktır, geni değişmiş, elini uzatmıyor, istemiyor, duruyor, bak işte panzehir halinde şiir onda yaşıyordu.

35. Asgari bilginin güzelliğidir şiiri kuran. Ikınma Sıkınma kaldırmaz. Parçalı Ham'ı anlatacağım.

36. Parçalı Ham = Karın Ağrısı

37. Çok Pişmiş ││ Parçalı Ham. Birbirine eşit uzaklıkta, hiç kesişmeden. Bü­tün Kutu'nun içinde Parçalı Ham barına­maz. Çok Pişmiş, Pound'un hafızasında lapa gibi tutarlı olarak kaydedilmiş, Edward dönemi şiir için söylenmiştir ( boiled oatmeal consistency).

38. Kimsenin peşimden gelmesini is­temiyorum, hiç kimsenin, hiç. Birini ister­sem ben onun peşine takılırım.

39. Taşıyıcı Monolog = Parçalı Ham. Whitman gibi: Kapatmayın kapınızı bana gururlu kitaplıklar… Sözcükleri önemli değill kitabımın, tortusu önemli.
 
40. Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir  Şiir.

41. Kendi şiirimizin tarihini balkondan seyreder gibi seyredersek orada kopmadan, düz etkilenmeden, kopyadan, taklitten, su­retten, yapmacıktan, sentetikten başka hiç­bir şey göremeyiz. Bin yıllık geleneğin dar­da kalınca bütün içgüdülerini kaybettiğini, dendiği gibi Baudelaire'in birkaç yüz dizesine muhtaç kaldığını düşünmek laga lugadır.


42. Pound'un Hafızası'ndan: Başarılı bir doktora öğrencisi bir gün ünlü bilim adamı Agassiz'e (1807-1873) geliyor. Agassiz öğrencinin önüne küçük bir balık koyup onu tanımlamasını istiyor. Öğrenci Bu bir güneşbalığı diyor. Onu biliyorum diyor. Agassiz, bana onu yazarak tarif et. Öğrenci, bir­kaç dakika sonra elindeki kâğıda Ichtus Heliodiplodokus, Heliichtherinkus familyası fi­lan yazmış geliyor, herşeyi sular seller gibi biliyor yani. Agassiz ne istediğini tekrarlı­yor. Balığı tarif et. Öğrenci dört sayfalık bir deneme yazıyor. Agassiz öğrenciye balığa bakmadığını, bakması gerektiğini söylüyor. Üç hafta sonra balık neredeyse kokmuş ayrışmışken öğrenci balık hakkında nihayet bir şeyler öğrenebiliyor. Hiç kimse diyor Ez­ra Pound bu anektodu anlamadan modern düşünceyi anlayamaz.

43. Bin yıldır mutlu mesut yaşayan ge­lenek gün geliyor zorda kalıyor, Cemil Me­riç'in deyişiyle şair rebabını kırmak, kavgaya karışmak zorunda. Ara sıra aralarından bir öncü batıya gidiyor, orada kendi bakışıyla - kendi ihtiyacını karşılayacak gözlemde bu­lunuyor, sonra dönüyor, oralardan berabe­rinde getirdiği gözlemle burada bir şeyi yıkı­yor kuruyor değiştiriyor. Bir çeşit Kültürlerarası Sotalama: Gözlemlediği toplum için birincil önemi görevi olmayan bir şey, bu öncü sayesinde dönüp geldiği yerde - bura­da önemli bir fırsat yaratıyor.


44. Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri, yıl 1857. Namık Kemal, bundan on yıl sonra 27 yaşında batıya gittiğinde Baudelaire'i görmüyor, onun hevesi başka, o rebabı kır­mış, ülkesindeki kavgaya karışmak istiyor, batıdan şiir için yalnızca konuyu değiştirme, hatta şiir dışına çıkma cesaretini sotalayıp dönüyor. Namık Kemal buradaki şiir için öncü bir yıkıcıydı.


45. Büyük Vızırtı: Toplam yeryüzü nü­fusunun her sabah uyanıp gün boyu gidip - gelirken, yürüyüp - koşarken, isteyip - elde ederken, yiyip - içerken, konuşup - söyler­ken, çalışıp - koparırken, ağlayıp - gülerken, arayıp - bulurken, kabul edip - karşı durur­ken çıkardığı uğultunun toplamı. Bunu duymak şairin işidir, tarihçinin değil. Ta­rihçi anlatılabilecek olanları toplar, şair an­latılamayanları.


46. Büyük Vızırtı'yı duyup, içinde ken­dimize çare olanı arayıp gören, sotalayıp kullananlar hep şairler olmuştur. Avrupa, şehir cemaatinin dilini bulduğunda biz mil­let olmanın dilini arıyorduk. Onlar dilin tutarlılığından sıkıldığında biz daha tertip pe­şindeydik. Onlar dilkarşıtı bir programla Söz'ün egemenliğini parçalamak istiyorlardı, bizse onların bu başkaldırışında düşün­memizin sınırlarını genişletecek yeni bir sentaks buluyorduk. Bu, şairin - şairlik ge­leneğinin gücünü göstermektedir. Türkiye, bir nüfus yığını olmaktan toplum olmaya dilin çemberini genişlere genişlete geldi, bu­nu da şairlerine borçludur. Namık Kemal oraya gidip herhangi bir sömürge şairi gibi cebinde Baudelaire ile dönebilirdi, dönme­di. Şairlerinin dikkati sayesinde Türkçe bu­gün yalnız konuştuğumuz değil, aynı za­manda düşündüğümüz bir dil.


47.  Batıyı unutup, Türk şiirinin mo­dernleşme hevesine kendi başına bakıldı­ğında hikaye anlamsız değildir. Türk şiiri­nin kendi motoru, kendi modernlik hevesi vardır.


48. Modernizmin dilkarşıtı programı, kendini hakiykatın son göstericisi olarak gören, hakiykatı harfi harfine açıkladığını vehmeden yönetici hükmedici Söz'ün birli­ğinin bozulmasını amaçlar. Büyük Yetenek olarak dil, şeylerin dünyasıyla harfi harfine örtüştüğünü iddia ediyor. Söz = Şey, öyleyse dilin parçalanması bize ötenin kapılarını açacaktır. Bir irade bize ötenin kapılarını açacak da biz şairler buna kayıtsız mı kala­cağız, bu zor. Ama merak değil mi, soruyo­rum, parçalanacak o Büyük Yetenek'i bugü­ne dek bizim buralarda gören oldu mu?


49  Metinlerarası Kıl Tüy ustaları, kız­mayın siz de. Benimki cahil cesareti. Mas­keli otizm benimkisi.


50. Daha henüz 17. yüzyılda Şeyh Galib'e kadar âlem bizim içimize sığdırılıp giz­lenmiştir. → İnsan ancak görünen ile ilgili bilgisini bıraktıktan sonra bu âleme yol bu­lur (Muhyi'd-dîn ibni Arabıye).  → Yol hakıykat ortaya çıkınca biter, hakıykat ise gö­rünen görünmeyen âlemin birliğidir. Bü­tün bunlar ancak tanıklık âleminde var olan dili terkedenin aydınlatıcı hakıykate ulaştığını gösteriyor. Modernizmin dilkarşıtı hareketiyle yön aynı. Aynı olmayan terkedilen dilin kendi kabiliyeti hakkındaki dü­şünceleridir. Batıda Büyük Yetenek olarak dil her şeyi harfi harfine açıkladığını düşü­nür.
Söz
Şey (Foucault'nun işaret Parma­ğı). Bizde ise Şeyh Galib'in deyişiyle dil, an­cak kendi yeteneksizliğini itiraf edecek kadar gelişmiştir, bunun için de Şeyh Galib Allah'a şükreder. 
SözŞey.
 

51. Dil eyleme geçti mi Söz güçlenir. Oysa babam, ailenin bilim grubunun şefi ol­masına rağmen, çocukluğum boyunca bana şunu dedi: Evrenin sınırlarını düşünme, delirirsin. Batılı bir baba bunu böyle der miydi?


52. Batılı modernleri doğrudan örnek alarak girişilen dilkarşıtı program bugün de hâlâ içselleşememiştir. Bunu bir kültür ek­sikliği sorunu olarak almak yanlış olur. Dil, Büyük Yetenek olarak başımıza bela olma­mış, öte arayışımızın yolunu kapamamıştır. Bizim dilin yeteneğinden değil, tam tersi daha geniş bir Söz'e varmak için yeteneksiz­liğinden kurtulmamız gerekti. Dil, şeyleri harfi harfine adlandırmak yerine tersi yöne doğru gidip, şeylerin dünyasından tama­men koptuğu - hiçbir şey söylemediği bir alana ulaşabilse, Mallarme bu alanda hiçli­ği - öznelliğin sınırını - kendi ölümünü gö­rür, biz ise âlemin bilgisini, hakıykati, kut­salı. Hiçlik bizde bir Azab-ı Mukaddes'tir. Mallarme'nin o korkunç ıssızlığını tasav­vufla iyileştirmeyi denemek ise bizde mo­dernliği örnek alanların aklına gelmemiştir.


53. Dil, bir İşaret Parmağı(  ) olmak­tan çıkıp kendi olmaya yönlendiği süreçte, madem bu ayrılık onlar için Tanrı'nın öl­düğünün de ilanıdır, sonunda hiçlikle kar­şılaşacaktır. Dilin kendi kendine bir yaşamı olmasına duyduğu aşk Mallarme'yi kendi ölümüyle yüzleştirecektir.


54. Mallarme'nin Şiir kelimelerin dini­dir sözünü bu anlamda doğru anladığımız an dönüp kendi kendimize soralım: Müslü­manlığın 5. Haram-ı Şerifi olan Diyarbakır Ulucami'in arkasındaki dar sokakta tam 15 yıl çocukluğunu geçiren Cahit Sıtkı Tarancı'nın bu sözü kendine düstur edinişi Mallarme'nin söyleyiş amacıyla çakışıyor mu? Ulucami'in yalnızca avlusunu gören biri bile buna hemen hiç düşünmeden Hayır di­yecektir. Mallarme adında bir de Türk şairi vardır, Bizim Mallarme'nin Fransız Mallar­me ile bir ilgisi yoktur.


55. Tarih 1912. Alemin gizlendiği içi­mizden sıyrılıp ayrıldığı, bizden koptuğu anın yüksek sesle ilk söylenişi Tevfik Fik­ret'in Tarih-i Kadim'e Zeyl'inde Kitabım sahn-ı tabiat kitabı demesidir. Bu, görünen âlemin görülmeyen âleme özerkliğinin kah­ramanca ilanıdır: Süzerim fıtratı hayran hay­ran. Fikret'in özlemi, dili evreni harfi harfi­ne açıklayan laik bir Büyük Yetenek olarak yaratma özlemidir, yani daha yolun başlan­gıcıdır.


56. Tarih 1909. Tevfik Fikret'in tabiat sahnesi kitabına bağlılığın

Hiç yorum yok: