59. Türk şiirinde Söz = Şey denklemini düstur alıp dilkarşıtı programı uygulayan deneylerin şiirsel malzemesi sonunda anadil Türkçe ile sınırlı kalmış, öteye varamamıştır. Malzemesi anadili (Türkçe) olan bir şiirin hayatını yaşaması mümkün değildir. Türkiye'de Söz büyümek, alanını genişletmek istemiştir. Dil parçalandığında bile bu Söz'ü büyütmek amacıyla olmuştur. Dilyıkıcı Ece Ayhan'ın kendine etikçi demesi boşuna değildir.
60. Siz dile istediğiniz kadar Büyük Yetenek muamelesi yapın, eğer değilse, o size sürekli acizliğini hatırlatacaktır. Bundan bana ne derseniz iletişim zeminini altınızdan çekecek, sizi yalnız bırakacaktır.
61.Tarih 1966. Magritte, kendisinden önce görülemeyene ulaşmak için verilen bütün o öte mücadelesinden sonra Foucault'ya mektubunda görülemeyene görünenden daha fazla önem vermek için bir gerek yok diye yazıyor. Bu batılıların kim bilir kaçıncı durağıydı, bu duraklardan hiçbiri de bizimle eş zamanlı değildi.
62. Tarih 1998. Paris'te Picasso müzesini gezdikten sonra düştüğüm notta ne düzlemlerin kesişmesi, ne biçimlerin derinlikli kırılmaları gibi gözlemler var: İnsanın toplumsal mukavelesi sanatçının önüne öyle bir demir parmaklık oluşturmuştur ki Picasso doğaya ulaşabilmek için insanı parçalamak zorundaydı. Bu doğrudur, ama terstir, olaya böyle terso bakmak, bütün o batıya göz dikmelerimize rağmen Türk modernleşmesinin ana eksenidir.
63. Hikâyede bizi ilgilendiren bir taraf var. Tarih 1912. Amerikalı ressam Pol-lock'un kendine has bir teknik buluncaya kadar nevrotik bir takıntıyla Sikeyim Picasso'yu diye bağırıp durması ile ilgili biyografik nottaki kızgınlık sıradan bir kıskançlıktan değil. Pollock, gözünü diktiği Picasso'yu yaratan koşulları karnında hissedemiyordu. Ama gözünü diktiği yer, kendi karın ağrısı ile birleşince ortaya başka bir tertip çıktı.
64. Hikâyede bizi ilgilendiren bir taraf var. Tarih 1912. Ezra Pound, o zamanki şiirin gerçeklikle kurduğu ilişkinin yavanlığından bıkmış, imgeci manifestoyu yazmıştı. Pound, tıpkı sonradan Blanchot'nun da göreceği gibi (The Works of Fire, 1949) Mallarme'yi doğru görmüş, Mallarme'nin esas aşkının dilin soyutlama gücü olduğunu farketmiş, bu soyutlama gücünü şeylerin daha dolaysız ele alınması için yazdığı manifestoya kaynak göstermişti. Burasını iyi anlamak lazım. Pound, somut olmayan hiçbir kelimeyi kullanmayalım diyordu: Doğal nesne her zaman en yeterli semboldür. Mallarme ise nesnenin doğrudan adlandırılmansın şiirden elde edilen zevkin dörtte üçünü baskı altında tuttuğuna inanıyordu. Peki o zaman Pound, Zarla Asla Dönmeyecek Şans'ın nesinden etkilendi? Çünkü dilin soyutlama (nesneden uzaklaşma) gücünün tersine nasıl daha fazla somutluk yaratabileceğini gördü, bu bir Kültürlerarası Sotalama’ydı. 1912’de öncü imgeci iki mısralık Bir Metro İstasyonunda’yı böyle yazdı: Kalabalıktaki bu yüzlerin gölgesi/Siyah ıslak ana dalda taç yaprakları.
65. Pound'un Hafızası'nda büyük edebiyat şöyle tanımlanıyor : olabilecek en yüksek düzeyde anlamla yüklenmiş, şarj olmuş dil.
66. Fransız Mallarme'yi anlamak istiyorsak, o ne tam Pound'un Mallarme'sidir ne de Fecri Ati'den bu yana gelen Türk şairlerinin beslendiği Bizim Mallarme. O nesneleri harfi harfine adlandıran Büyük Yetenek'ten bunalmış, kuvvetli bir öte ihtiyacı duyan, öteye sıçramak için dilin nesnelerden kopması gerektiğine inanan, ama bu öteyi ancak yabansı arınmışlık durgusu olarak tanımlayabilen bir Avrupalıdır. Tam tanımlayamaz, çünkü dilin görevlerinden kurtulduğu o lahza onun için hiçliktir. Amaçladığı şiiri bir kristal gibi tüm çıplaklığıyla gördüğünü ama sonra onu boş kağıda dökemediğinden yakınır. Keşke çağdaşı Rimbaud gibi yapsaydı. Blanchot, Rimbaud'nun şiiri bırakması öte arayışını kesmesi değildir, bu böyle olmayacak diye yoluna başka türlü devam etmiştir diyor.
67. İkinci Yeni, şiirde dilkarşıtı bir programla yeni bir öte arayışı mıdır, yoksa kendi arayışımıza uygun olarak dilin anlamla şarj olacağı alanları genişletmesi midir? Buna, çok uzun bir zaman karar verilememiştir. Muzaffer Erdost, İkinci Yeni şairlerinin sözcülüğünü hakkıyla yapamamıştır. Onun 1957'de dediği şuydu: artık Şiirden çok şey beklemeyelim. Bunu bir şair söyler mi? Şair, şiirin imkânlarının küçülmesi-
ne, kendine ayrılan güdük bölgeye çekilmeye razı olur mu? Buna ikinci Yeni şairlerinden hiçbiri razı olmamıştır. Kapalı şiir hevesini, tersten girmesine rağmen Memet Fuat yönlendirmiş, öyle gözüküyor. Muzaffer Erdost, Küçülelim diyordu. Memet Fuat, kapalılık için Söyleneceği şeyler olan şairlere yeni bir yol açıldı diyordu.
68. Modernlik arayışlarımızı kafadan geriye dönüp, yaşadığımız değil yaşamadığımız haliyle yeniden konumlandırmak, Zaman Perdesi'ni lehine kullanmak laga lugadır. Örnek, Ece Ayhan'ın 1980'den sonra İkinci Yeni'yi bir sivil kalkışma olarak görmesi. Evet, İkinci Yeni bir kalkışmadır ama anlamsızı anlamın alanına sokmak, anlamın alanını genişletmek için duyulan sıkı bir heves olarak. Her heves bir kalkışmadır. İkinci Yeni'yi tersine sıyırıyorum, eldiven gibi, anlam son bir defa büyük bir alana sıçrayıp genişlemiştir.
69. Bizde modernizm, dilin imkânlarının genişletilmesi, Söz'e yetenek kazandırılması, dilin anlamla şarj olması yönünde olmuştur, yeteneği parçalama yönünde değil. Batıdaki örneklerin aktığı mecraa bakarak İkinci Yeni'nin bazı atılımları yan yolda eksik bıraktığını düşünmek, Türk şiirinin kendi hevesini görmemek anlamına gelir, İkinci Yeni Türkçe'nin yaptığı büyük bir adımdır. Turgut Uyar, 1960'da Dost dergisinde bütün o anlam kavgalarını bitirip Anlamsızlık sorunu... anlam yararına çözüldü demiştir. Türk düşüncesi şairlerine çok şey borçludur, ancak anımsama yoluyla tefekküre uygun bir dilden bugün daha yetenekli bir dille düşünmeye geçişi şairler sağladı.
70. Pound'un Hafızasından: Şiir dilinin tümü araştırmayla ilgili bir dildir.
71. Türkiye'de şiir bize düşünmeyi öğretmiştir. Türk şiiri hangi yönden bakarsanız bakın siyasidir.
72. Söz < Şey, böyle başladık. Söz Şey, bunu aradık. Bunun neden mümkün olmadığını daha anlayamadan kendimizi şimdi bulduğumuz yer dünya ile eşzamanlı bir yerdir: Söz > Şey.
73. Söz > Şey. Somuttan yoksunluk. Bu durumda şiir ortaya çıkmaz.
74. Söz > Şey. Bugün: Dil bir Büyük Yetenek yaratamamış, ama Söz artık genişlemiş, bütün olumlamalarını tıkır tıkır çalışan biricik Bütün Kutu'ya koymuş, bu kutunun içinde bir çok düşünceyi kavrayabiliyor - anlatabiliyor - ikna edebiliyor - isterse sahici isterse sahte olabiliyor. Yalnız ders kitaplarında 7260 kavram var, 335 gazete yayımlanıyor. Kitaplar, ilgi alanları çoğalıyor, bir şenlik hali var, herkes her şeyi konuşuyor, ho ho hoy: imgeler, benzetmeler, kavramlar, ses uyumları, nüanslar herkesin emrinde havada uçuşuyor. Söz şımarmış, yılışmış, derin anlamı dışarı atmış. Anlayan Dil gitmiş, Anlatan Dil çığlık çığlığa kulaktan kulağa dolaşıyor. Ya bırak Allah Aşkına, ben senin gibi dünyanın yükünü sırtımda taşıyamıyorum, ver bana dilini, kafiyeyi, ses uyumunu, ritmi, duygu yüklü cümlelerini sen çekil aradan, şaire söylenen budur. Şair de bunu kabul etmiş, İyi ben de kenarda kıl tüyle uğraşırım diyor.
75. Çabuk, bana hepsini 2 kelimeyle anlat, Marinetti 1913. Yılışık Söz'ün üstünden atla. İkinci sınıf heyecanlarla savaşacağız.
76. Bütün Kutu, şiirsiz bir toplum yaratmış, şiirsiz toplumdan şiir okumayan toplumu kastetmiyorum, bu aptalca bir romantizm olur. Şiirsizlik: tarihe aşırı inanç, tarihinin baskısı altında ezilme, aşırı birliklilik, Delirmiş Açıklama, bütünlük, okşamalıkların çoğalması, bakmak için durmayan, durmadığı için değişmeyeni göremeyen, buralı olmayan, ileride durumu toparlayacağından emin, kader duygusunu -müphemini kaybetmiş, yapacağım - edeceğim diye diye her isteyen tarafından yönlendirilebilen, bir ev-bir araba toplumu, sonra da şiir kasetlerinde Yılışık Söz'ün pişmanlık manzumeleriyle ah çeken hedonizm. Hayretsizlik.
77. Şiir doğası gereği seçkindir, tanınmamak için sürekli çıplak dolaşır. Şiiri görmeyen insandan uzak dur, eninde sonunda seni terkeder.
78. Yıl 2005. Nasıl yazacağız! diye soranlara sesleniyorum, kendinizle gurur duyun çünkü bu soruyu soruyorsunuz. Hazneyi boşaltarak, safraları atarak. Boş yolda tarta tarta ilerleyerek. Şiir olduğundan şüphe duyduğunuz şeylerden korkmadan. Cehaletin böylesini bulan neden korkar söyler misiniz?
79. Şiir yazmama yardım edecek bir filozof tanımadım hiç, şiir anı hepsini unutturur. Benim Allah'a en kuvvetli duam şudur: İçimdeki bu yan sesleri kaldırmama yardım et, şair duası, zihinsel yoksulluğu istiyorum Allah'tan.
80. Parçalı Ham, somutun geri dönme isteğidir. Şair etrafına her şeyi unutup bakmalıdır.
81. Bu da Pound'un Hafızası'ndan, William Burroghs söylemiş: Yazarlar, Tanrı aşkına gözünüzü açık tutun.
82. O zaman başa dönelim: Büyüklerin çirkin dünyasına bir adım kala şaşkın düşmüş tıfıl garsonu fark edip, ona bakıp, yoksulluğun onu puşta çevireceğini bilerek kızıp ayaklanıp, bunu hazırlayan dizgeye kökten karşı çıkıp, kendini modern şiirin seni tıfil garsondan bile koparacak o en ıssız sözsüz zirvesine atabilir misin? Ben yapamıyorum, tıfıllığın son durağındaki hamlığa gözü takılı kalıyorum, şiiri bir edebiyat türü olarak göremiyorum.
83. Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir < Şiir.
84. Parçalı Ham - Karın Ağrısı = Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir'e veda.
85. Bütün modernlik deneyiminin Söz'ün Şey ile olan asimetrisine dayandığını biliyorum, ama Söz alıp başını gitti mi şiir kaybolur, şu anda yaşadığımız Söz'ün Söz'le döl vermeyen flörtü. [Kimse bana modernliği baştan anlatmasın.] Söz'ün somutluğunu arıyorum. Şair ne yaratır? sorusuna verdiğim cevap bunu gerekli kılıyor: Şeylere duyduğumuz hayreti dile getirebilme yeteneğimize duyduğumuz hayret. Şiir = Karın Ağrısı.
86. Pound'un Hafizası'ndan, antilirik Çek şairi Nezval söylemiş: Çocukluğumda bir sabah kazayla kırdığım bir zambak bana saflığın sembolü olan genel bir zambaktan daha fazla dokunur.
87. Pound'un Hafizası'ndan, Pound söylemiş: Doğal nesne her zaman, en yeterli semboldür.
88. Bilseydim hayret eder miydim? Hayır. Öyleyse şiirin dışarıdan bilinmeyen toplama görevi vardır. Şiire alan belirlemekten vazgeçin Metinlerarası Kıl Tüy ustaları. Şiirin alanı her yerdir. Bırakın şiir baksın, kaderini arasın.
89. Pound'un Hafizası'ndan, imgeci manifestodan: Konu seçmekte mutlak özgürlük.
90. Şiir, düşüncenin yakınında bir somutluktur, bunu bize Fransız Mallarme öğretti, Pound'un Hafızası'na da ben böyle kaydediyorum: Düşüncem kendini düşündü. Seni ise gömme zamanımız artık geldi Bizim Mallarme. Söz, Şey'den kopup ters yöne doğru gittiğinde karşılaştığın hiçliği bir şiirle dolduracaktın, kristal bir ağ örecektin, öremedin, öremezdin, sorsaydın Şeyh Galip bunu sana söylerdi: Söz o durumda âlem-i sükûta erer, tükenir.
91. Şiir, şeyler dünyasına bakmazsa sözünü söyleyemez, imkânsız bir macera olur, şiirsel zekâ bakmadan tek bir adım bile atamaz, atarsa koftileşir.
92. Artaud'nun Açık Bir Dilde Manifestosu 'ndan, 1925: Hayatın gerçeği maddenin dürtüselliğinde yatar, insanoğlunun zihni kavramlarla zehirlenmiştir. Şiir, ancak bakarak kendini bu zehirden kurtarır. Bakarak altüst edilmiş bir beyin düşünsel faaliyetini yapıyor demektir, diğeri tembelliktir.
93. Mardin'de Süryani kiliselerine bakıyorum: Mor Mihail, Mor Şarbel, Mor Gabriel. Biz Mor Külhani'yi hep aşina mor bildik. Mor, Süryanicede Aziz demek. Mor Külhanı, Aziz Külhanı, niye olmasın? Bakmak, şiirin tininin direnişidir, çünkü bilinci getirir bakmak, bilinç de şiirin temeli değil midir?
94. Düşünce kaderini etrafındaki yere - yerele baktığı sürece tanır.
95. Pergelin sivri ucunu bulunduğunuz yere koyun. 10 kilometre yarıçapında bir daire çizin. Dil işte ancak bu alanda somut kalabiliyor. Bu yerel dairenin dışında olup bitenler için ortaya koyduğumuz bütün kuramlar - varsayımlar - çıkarımlar
- tahminler - özlemler - bunlar şiirin dışında kalıyor. Cioran: Ütopyalar, metafizik derinliğimizin zayıflığını örtmek için imal ettiğimiz şeyler.
96. Bakmadan tıraş eden metafizik, şiire ait değildir, şiirin metafizik derinliği yanında bunlar birer kıl-tüydür.
97. Şairlerin yazdığı şiir o kadar Çok Pişmiş ki Yılışık Söz'ün uçarılığı bugün maalesef matah sanılıyor.
98. Yıl 2005. Diyelim batıya doğru öncü bir kuş uçurduk, dönüp geldiğinde söyleyeceği şudur: Amerikalı şair utanç içinde. Stop. Avrupalı şiir krizde. Stop. Kültürlerarası Sotalama için uygun malzeme bulamadım. Stop. Ferlinghetti'yi gördüm, 86 yaşında hâlâ ısrar ediyor: Şairler, saklandığınız yerden çıkın / Pencereleri açın, kapıları açın. Stop. Onu sotaladım. Stop.
99. Pound'un Hafızası: Kendi yolunda gitmek isteyen şiire kültürlerarası büyük bellek desteği.
100. İmgenin can çekişmesinin, hatta insana Oisetı de kurtulsak dedirtecek hale gelmesinin nedeni somutluktan kopmuş olmasıdır. Öyle takmış takıştırmış - olmuş oldurulmuş - pişmiş imgenin bir hayret uyandırdığı da yok, gece geçen gemiler gibi kimse görmüyor. Şiir kendi sanatından geri çekilecek, başka yolu yok.
101. Ortaya bir şiir çıkması için neler gerekli? Bir varsayım yapacağım. A. Söz Yeteneği. Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir in torbasında eski yeni birikmiş ne varsa kullanabilme yetisi. B. Gözlem Yeteneği. Oraya - dışarıya şahitlik arayışıyla bakma yetisi. C. Bozuk Beyin Kimyası. Şiiri düşüncenin yakınında dolandıran bozuk kimya, maskeli otizm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder