11 Ocak 2011

taşıyıcı monolog II

58.  Söz     Şey, dilkarşıtı programı hak­lı kılar. Söz Şey olduğunda ise Söz dilin imkanlarını genişletip büyümek isteyecektir.


59. Türk şiirinde Söz = Şey denklemini düstur alıp dilkarşıtı programı uygulayan deneylerin şiirsel malzemesi sonunda ana­dil Türkçe ile sınırlı kalmış, öteye varama­mıştır. Malzemesi anadili (Türkçe) olan bir şiirin hayatını yaşaması mümkün değildir. Türkiye'de Söz büyümek, alanını genişlet­mek istemiştir. Dil parçalandığında bile bu Söz'ü büyütmek amacıyla olmuştur. Dilyıkıcı Ece Ayhan'ın kendine etikçi demesi bo­şuna değildir.


60. Siz dile istediğiniz kadar Büyük Ye­tenek muamelesi yapın, eğer değilse, o size sürekli acizliğini hatırlatacaktır. Bundan ba­na ne derseniz iletişim zeminini altınızdan çekecek, sizi yalnız bırakacaktır.


61.Tarih 1966. Magritte, kendisinden önce görülemeyene ulaşmak için verilen bütün o öte mücadelesinden sonra Foucault'ya mektubunda görülemeyene görünenden daha fazla önem vermek için bir gerek yok di­ye yazıyor. Bu batılıların kim bilir kaçıncı durağıydı, bu duraklardan hiçbiri de bizim­le eş zamanlı değildi.

62. Tarih 1998. Paris'te Picasso müze­sini gezdikten sonra düştüğüm notta ne düzlemlerin kesişmesi, ne biçimlerin derinlikli  kırılmaları gibi gözlemler var: İnsanın toplumsal mukavelesi sanatçının önüne öyle bir demir parmaklık oluşturmuştur ki Picasso doğaya ulaşabilmek için insanı parçalamak zorundaydı. Bu doğrudur, ama terstir, olaya böyle terso bakmak, bütün o batıya göz dik­melerimize rağmen Türk modernleşmesinin ana eksenidir.

63. Hikâyede bizi ilgilendiren bir taraf var. Tarih 1912. Amerikalı ressam Pol-lock'un kendine has bir teknik buluncaya kadar nevrotik bir takıntıyla Sikeyim Picasso'yu diye bağırıp durması ile ilgili biyogra­fik nottaki kızgınlık sıradan bir kıskançlık­tan değil. Pollock, gözünü diktiği Picasso'yu yaratan koşulları karnında hissedemiyordu. Ama gözünü diktiği yer, kendi karın ağrısı ile birleşince ortaya başka bir tertip çıktı.


64. Hikâyede bizi ilgilendiren bir taraf var. Tarih 1912. Ezra Pound, o zamanki şiirin gerçeklikle kurduğu ilişkinin yavan­lığından bıkmış, imgeci manifestoyu yaz­mıştı. Pound, tıpkı sonradan Blanchot'nun da göreceği gibi (The Works of Fi­re, 1949) Mallarme'yi doğru görmüş, Mallarme'nin esas aşkının dilin soyutlama gücü olduğunu farketmiş, bu soyutlama gücünü şeylerin daha dolaysız ele alınması için yazdığı manifestoya kaynak göstermiş­ti. Burasını iyi anlamak lazım. Pound, so­mut olmayan hiçbir kelimeyi kullanmayalım diyordu: Doğal nesne her zaman en yeterli semboldür. Mallarme ise nesnenin doğru­dan adlandırılmansın şiirden elde edilen zevkin dörtte üçünü baskı altında tuttuğuna inanıyordu. Peki o zaman Pound, Zarla Asla Dönmeyecek Şans'ın nesinden etki­lendi? Çünkü dilin soyutlama (nesneden uzaklaşma) gücünün tersine nasıl daha fazla somutluk yaratabileceğini gördü, bu bir Kültürlerarası Sotalama’ydı. 1912’de öncü imgeci iki mısralık Bir Metro İstasyonunda’yı böyle yazdı: Kalabalıktaki bu yüzlerin gölgesi/Siyah ıslak ana dalda taç yaprakları.

65.    Pound'un Hafızası'nda büyük edebiyat şöyle tanımlanıyor : olabilecek en yüksek düzeyde anlamla yüklenmiş, şarj ol­muş dil.


66.  Fransız Mallarme'yi anlamak isti­yorsak, o ne tam Pound'un Mallarme'sidir ne de Fecri Ati'den bu yana gelen Türk şa­irlerinin beslendiği Bizim Mallarme. O nesneleri harfi harfine adlandıran Büyük Yetenek'ten bunalmış, kuvvetli bir öte ihti­yacı duyan, öteye sıçramak için dilin nesne­lerden kopması gerektiğine inanan, ama bu öteyi ancak yabansı arınmışlık durgusu olarak tanımlayabilen bir Avrupalıdır. Tam tanımlayamaz, çünkü dilin görevlerinden kurtulduğu o lahza onun için hiçliktir. Amaçladığı şiiri bir kristal gibi tüm çıplak­lığıyla gördüğünü ama sonra onu boş kağı­da dökemediğinden yakınır. Keşke çağdaşı Rimbaud gibi yapsaydı. Blanchot, Rimbaud'nun şiiri bırakması öte arayışını kesme­si değildir, bu böyle olmayacak diye yoluna başka türlü devam etmiştir diyor.


67.   İkinci Yeni, şiirde dilkarşıtı bir programla yeni bir öte arayışı mıdır, yoksa kendi arayışımıza uygun olarak dilin an­lamla şarj olacağı alanları genişletmesi mi­dir? Buna, çok uzun bir zaman karar veri­lememiştir. Muzaffer Erdost, İkinci Yeni şa­irlerinin sözcülüğünü hakkıyla yapamamış­tır. Onun 1957'de dediği şuydu: artık Şiir­den çok şey beklemeyelim. Bunu bir şair söy­ler mi? Şair, şiirin imkânlarının küçülmesi-
ne, kendine ayrılan güdük bölgeye çekilme­ye razı olur mu? Buna ikinci Yeni şairlerin­den hiçbiri razı olmamıştır. Kapalı şiir he­vesini, tersten girmesine rağmen Memet Fuat yönlendirmiş, öyle gözüküyor. Muzaf­fer Erdost, Küçülelim diyordu. Memet Fuat, kapalılık için Söyleneceği şeyler olan şairlere yeni bir yol açıldı diyordu.


68. Modernlik arayışlarımızı kafadan geriye dönüp, yaşadığımız değil yaşamadığı­mız haliyle yeniden konumlandırmak, Za­man Perdesi'ni lehine kullanmak laga lugadır. Örnek, Ece Ayhan'ın 1980'den sonra İkinci Yeni'yi bir sivil kalkışma olarak gör­mesi. Evet, İkinci Yeni bir kalkışmadır ama anlamsızı anlamın alanına sokmak, anla­mın alanını genişletmek için duyulan sıkı bir heves olarak. Her heves bir kalkışma­dır. İkinci Yeni'yi tersine sıyırıyorum, eldi­ven gibi, anlam son bir defa büyük bir ala­na sıçrayıp genişlemiştir.

69. Bizde modernizm, dilin imkânları­nın genişletilmesi, Söz'e yetenek kazandı­rılması, dilin anlamla şarj olması yönünde olmuştur, yeteneği parçalama yönünde de­ğil. Batıdaki örneklerin aktığı mecraa ba­karak İkinci Yeni'nin bazı atılımları yan yolda eksik bıraktığını düşünmek, Türk şi­irinin kendi hevesini görmemek anlamına gelir, İkinci Yeni Türkçe'nin yaptığı büyük bir adımdır. Turgut Uyar, 1960'da Dost dergisinde bütün o anlam kavgalarını biti­rip Anlamsızlık sorunu... anlam yararına çö­züldü demiştir. Türk düşüncesi şairlerine çok şey borçludur, ancak anımsama yoluy­la tefekküre uygun bir dilden bugün daha yetenekli bir dille düşünmeye geçişi şairler sağladı.


70. Pound'un Hafızasından: Şiir dilinin tümü araştırmayla ilgili bir dildir.

71. Türkiye'de şiir bize düşünmeyi öğ­retmiştir. Türk şiiri hangi yönden bakarsa­nız bakın siyasidir.

72.  Söz < Şey, böyle başladık. Söz  Şey, bunu aradık. Bunun neden mümkün olmadığını daha anlayamadan kendimizi şimdi bulduğumuz yer dünya ile eşzamanlı bir yerdir: Söz > Şey.

73.   Söz > Şey. Somuttan yoksunluk. Bu durumda şiir ortaya çıkmaz.

74.  Söz > Şey. Bugün: Dil bir Büyük Yetenek yaratamamış, ama Söz artık geniş­lemiş, bütün olumlamalarını tıkır tıkır çalı­şan biricik Bütün Kutu'ya koymuş, bu ku­tunun içinde bir çok düşünceyi kavrayabili­yor - anlatabiliyor - ikna edebiliyor - isterse sahici isterse sahte olabiliyor. Yalnız ders kitaplarında 7260 kavram var, 335 gazete yayımlanıyor. Kitaplar, ilgi alanları çoğalı­yor, bir şenlik hali var, herkes her şeyi ko­nuşuyor, ho ho hoy: imgeler, benzetmeler, kavramlar, ses uyumları, nüanslar herkesin emrinde havada uçuşuyor. Söz şımarmış, yılışmış, derin anlamı dışarı atmış. Anlayan Dil gitmiş, Anlatan Dil çığlık çığlığa kulak­tan kulağa dolaşıyor. Ya bırak Allah Aşkına, ben senin gibi dünyanın yükünü sırtımda taşı­yamıyorum, ver bana dilini, kafiyeyi, ses uyu­munu, ritmi, duygu yüklü cümlelerini sen çe­kil aradan, şaire söylenen budur. Şair de bunu kabul etmiş, İyi ben de kenarda kıl tüy­le uğraşırım diyor.
 75.  Çabuk, bana hepsini 2 kelimeyle an­lat, Marinetti 1913. Yılışık Söz'ün üstünden atla. İkinci sınıf heyecanlarla savaşacağız.

76.  Bütün Kutu, şiirsiz bir toplum ya­ratmış, şiirsiz toplumdan şiir okumayan toplumu kastetmiyorum, bu aptalca bir ro­mantizm olur. Şiirsizlik: tarihe aşırı inanç, tarihinin baskısı altında ezilme, aşırı birliklilik, Delirmiş Açıklama, bütünlük, okşa­malıkların çoğalması, bakmak için durma­yan, durmadığı için değişmeyeni göreme­yen, buralı olmayan, ileride durumu topar­layacağından emin, kader duygusunu -müphemini kaybetmiş, yapacağım - edece­ğim diye diye her isteyen tarafından yönlen­dirilebilen, bir ev-bir araba toplumu, sonra da şiir kasetlerinde Yılışık Söz'ün pişman­lık manzumeleriyle ah çeken hedonizm. Hayretsizlik.


77.  Şiir doğası gereği seçkindir, tanın­mamak için sürekli çıplak dolaşır. Şiiri gör­meyen insandan uzak dur, eninde sonunda seni terkeder.


78. Yıl 2005. Nasıl yazacağız! diye so­ranlara sesleniyorum, kendinizle gurur du­yun çünkü bu soruyu soruyorsunuz. Hazne­yi boşaltarak, safraları atarak. Boş yolda tar­ta tarta ilerleyerek. Şiir olduğundan şüphe duyduğunuz şeylerden korkmadan. Cehale­tin böylesini bulan neden korkar söyler mi­siniz?


79. Şiir yazmama yardım edecek bir fi­lozof tanımadım hiç, şiir anı hepsini unut­turur. Benim Allah'a en kuvvetli duam şu­dur: İçimdeki bu yan sesleri kaldırmama yar­dım et, şair duası, zihinsel yoksulluğu istiyo­rum Allah'tan.


80. Parçalı Ham, somutun geri dönme isteğidir. Şair etrafına her şeyi unutup bak­malıdır.


81.   Bu da Pound'un Hafızası'ndan, William Burroghs söylemiş: Yazarlar, Tan­rı aşkına gözünüzü açık tutun.


82. O zaman başa dönelim: Büyüklerin çirkin dünyasına bir adım kala şaşkın düş­müş tıfıl garsonu fark edip, ona bakıp, yok­sulluğun onu puşta çevireceğini bilerek kı­zıp ayaklanıp, bunu hazırlayan dizgeye kök­ten karşı çıkıp, kendini modern şiirin seni tıfil garsondan bile koparacak o en ıssız söz­süz zirvesine atabilir misin? Ben yapamıyo­rum, tıfıllığın son durağındaki hamlığa gö­zü takılı kalıyorum, şiiri bir edebiyat türü olarak göremiyorum.


83.  Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir < Şiir.


84.  Parçalı Ham - Karın Ağrısı = Bir Edebiyat Türü Olarak Şiir'e veda.

85.   Bütün modernlik deneyiminin Söz'ün Şey ile olan asimetrisine dayandı­ğını biliyorum, ama Söz alıp başını gitti mi şiir kaybolur, şu anda yaşadığımız Söz'ün Söz'le döl vermeyen flörtü. [Kimse bana modernliği baştan anlatmasın.] Söz'ün somutluğunu arıyorum. Şair ne ya­ratır? sorusuna verdiğim cevap bunu ge­rekli kılıyor: Şeylere duyduğumuz hayreti dile getirebilme yeteneğimize duyduğumuz hayret. Şiir = Karın Ağrısı.


86.  Pound'un Hafizası'ndan, antilirik Çek şairi Nezval söylemiş: Çocukluğumda bir sabah kazayla kırdığım bir zambak bana saflığın sembolü olan genel bir zambaktan daha fazla dokunur.


87.   Pound'un Hafizası'ndan, Pound söylemiş: Doğal nesne her zaman, en yeterli semboldür.

88.  Bilseydim hayret eder miydim? Ha­yır. Öyleyse şiirin dışarıdan bilinmeyen top­lama görevi vardır. Şiire alan belirlemek­ten vazgeçin Metinlerarası Kıl Tüy ustala­rı. Şiirin alanı her yerdir. Bırakın şiir bak­sın, kaderini arasın.

89.   Pound'un Hafizası'ndan, imgeci manifestodan: Konu seçmekte mutlak öz­gürlük.

90. Şiir, düşüncenin yakınında bir somutluktur, bunu bize Fransız Mallarme öğretti, Pound'un Hafızası'na da ben böy­le kaydediyorum: Düşüncem kendini dü­şündü. Seni ise gömme zamanımız artık geldi Bizim Mallarme. Söz, Şey'den ko­pup ters yöne doğru gittiğinde karşılaştı­ğın hiçliği bir şiirle dolduracaktın, kristal bir ağ örecektin, öremedin, öremezdin, sorsaydın Şeyh Galip bunu sana söylerdi: Söz o durumda âlem-i sükûta erer, tüke­nir.

91.   Şiir, şeyler dünyasına bakmazsa sözünü söyleyemez, imkânsız bir macera olur, şiirsel zekâ bakmadan tek bir adım bile atamaz, atarsa koftileşir.

92. Artaud'nun Açık Bir Dilde Mani­festosu 'ndan, 1925: Hayatın gerçeği mad­denin dürtüselliğinde yatar, insanoğlunun zihni kavramlarla zehirlenmiştir. Şiir, an­cak bakarak kendini bu zehirden kurtarır. Bakarak altüst edilmiş bir beyin düşünsel faaliyetini yapıyor demektir, diğeri tembel­liktir.

93.  Mardin'de Süryani kiliselerine ba­kıyorum: Mor Mihail, Mor Şarbel, Mor Gabriel. Biz Mor Külhani'yi hep aşina mor bildik. Mor, Süryanicede Aziz de­mek. Mor Külhanı, Aziz Külhanı, niye ol­masın? Bakmak, şiirin tininin direnişidir, çünkü bilinci getirir bakmak, bilinç de şi­irin temeli değil midir?


94.  Düşünce kaderini etrafındaki yere - yerele baktığı sürece tanır.


95.  Pergelin sivri ucunu bulunduğu­nuz yere koyun. 10 kilometre yarıçapında bir daire çizin. Dil işte ancak bu alanda somut kalabiliyor. Bu yerel dairenin dışın­da olup bitenler için ortaya koyduğumuz bütün kuramlar - varsayımlar - çıkarımlar
- tahminler - özlemler - bunlar şiirin dışın­da kalıyor. Cioran: Ütopyalar, metafizik de­rinliğimizin zayıflığını örtmek için imal etti­ğimiz şeyler.


96. Bakmadan tıraş eden metafizik, şi­ire ait değildir, şiirin metafizik derinliği yanında bunlar birer kıl-tüydür.


97.  Şairlerin yazdığı şiir o kadar Çok Pişmiş ki Yılışık Söz'ün uçarılığı bugün maalesef matah sanılıyor.


98.  Yıl 2005. Diyelim batıya doğru öncü bir kuş uçurduk, dönüp geldiğinde söyleyeceği şudur: Amerikalı şair utanç içinde. Stop. Avrupalı şiir krizde. Stop. Kültürlerarası Sotalama için uygun malze­me bulamadım. Stop. Ferlinghetti'yi gör­düm, 86 yaşında hâlâ ısrar ediyor: Şairler, saklandığınız yerden çıkın / Pencereleri açın, kapıları açın. Stop. Onu sotaladım. Stop.


99.  Pound'un Hafızası: Kendi yolunda gitmek isteyen şiire kültürlerarası bü­yük bellek desteği.


100. İmgenin can çekişmesinin, hatta insana Oisetı de kurtulsak dedirtecek hale gelmesinin nedeni somutluktan kopmuş olmasıdır. Öyle takmış takıştırmış - olmuş oldurulmuş - pişmiş imgenin bir hayret uyandırdığı da yok, gece geçen gemiler gi­bi kimse görmüyor. Şiir kendi sanatından geri çekilecek, başka yolu yok.


101. Ortaya bir şiir çıkması için neler gerekli? Bir varsayım yapacağım. A. Söz Yeteneği. Bir Edebiyat Türü Olarak Şi­ir in torbasında eski yeni birikmiş ne var­sa kullanabilme yetisi. B. Gözlem Yetene­ği. Oraya - dışarıya şahitlik arayışıyla bak­ma yetisi. C. Bozuk Beyin Kimyası. Şiiri düşüncenin yakınında dolandıran bozuk kimya, maskeli otizm.

 

Hiç yorum yok: