24 Ağustos 2011

YENİLMİŞ ASİLERE ÇİÇEK VERELİM, kemal demir


YENİLMİŞ ASİLERE ÇİÇEK VERELİM

"date i fiori, ai ribelli vinti"

(Bir italyan Halk Şarkısından)


Kemal DEMİR

Zihinlerimiz. yaşadığımız ülkede kopukluklara alıştı her nedense. Yaşı müsait olanlar bilir, Türkiye'­nin yakın milatlarını. Daha eski mi­latları daha eskiler. "Eski tüfek", "12 Marttan Kalma" ve "12 Eylül öncesi", ne çok söylendi bütün bunlar ve ne çok söylenir.

Üzerinden silindirle geçilmiş kaç kuşak vardır kimbilir Türkiye'de. Her kuşağın ayrı anıları -60 eylem­cilerinin 'İstiklâl Marşı", 60 sonla­rının 6. filosu, 70 sonlarının bom­ba ve makineli tülek sesleri- ayrı özlemleri, ayrı tarzları vardır.

Son fırtınayı hepimiz yaşadık, kaç uykusuz gece, kaç koğuş sa­yımı, kaç falaka, derken kaç şişe rakı, deliler gibi okunan kitaplar, hangimiz "ben ayaktayım" diyebilmek için nelere sarılmadık ki. De­dik ki, bir kişi bile ayakta kalırsa, dedik ki başkaldırının onurunu ko­rumak mümkün. Bir kişiden çok ama çok fazlaydı elde kalan.

Sonra bir sabah uyandığımızda (ya da uyuyamamıştık) bir "sanat" dergisi gördük, bir gazete bayiinde. Sonra bir tane daha. sonra bir tane daha ve sonra yeni bir tane daha. Sonra, hemen sonra Erich Fromm, Wilhelm Reich, biraz da­ha bakındık sağa sola, sanat etkin etkinlikleri, sinema günleri ve bunların "yeni" yeni insanlarını.

Yanlış mı hatırlıyorum? Yoksa benim mi hüsn-ü kuruntum, dedik ki bu sarsıntıdan sonra-olur bu ka­dar, Başkaldırının adı muhalefet olur, o da başka yerde yok, şimdi buralarda böyle yaşanıyor galiba.

Meğer biz ne kadar safdilmişiz.

Hani "doktor" olsa canım yanmaz, kasaplar yatırdı bizi ameliyat ma­sasına. Neler mi bulmadılar "hasta" bedenimizde ve ruhu­muzda. Meğer her türlü zorbalık aslında bizim kabahatimizmiş. Bu­nun için anlamazmışız Fromm'dan, Reich’tan ve daha nice ilim ir­fan sahibi kişilerden. Yahu biz binlerceydik, binlercemizin de ne çok sorunlu aile yaşantısı, ne çok cin­sel sorunu varmış, tüh ulan biz ya­şamamış mıyız yoksa? Meğer hep kaybetmişiz de hiç kazanmamışız. Yürüyüşte yalnızlığımızı maskele­mek, mücadelede kişiliğimize gü­ven kazanmak için bağırmış, didiş­miş ve herhalde de hapishaneleri sado-mazoşizmimizi tatmin etmek için doldurmuşuz. Ben bunları hiç düşünmemiştim hay allah...

Derken efendim, kasaplar ço­ğaldı, kasaplar ve ellerinde kitap­lar. Yakalanmaya gör, semptom­dan teşhise, teşhisten tedaviye ve ebedi bunalım, bunalım, bunalım, sonrası, sonrası yok, o kadar. Ne çok "dertleri zevk edindim" duru­mu sararmış ortalığı.

Ve "yeniler" denildi bu lüre. Ön­ce "eskiler"den söz edilirdi, birileri birilerine "eskiler" deyince şüphesiz bu işin "yenileri" de olacaktı. Ama hangi işin?

12 Eylül öncesi Türkiye'sinde binlerce insanın belirli bir tarz İçin­de bulunduğu, belirli bir tarz İçin­de düşündüğü ve davrandığı, bu tarzın şu veya bu "siyaset" dinle­meden, yaşamımızın ortak bir ya­nı olduğu, onun ayrılmaz bir par­çası haline geldiği (bütün tarzlar böyledir zaten) ortada. Fakat bu tarzın aynı zamanda bir mücade­le tarzı olduğu, talihsizliği belki de sadece faşizme karşı olmakla sı­nırlı olan (ama bu alanda oldukça etkin) bir mücadelenin ürettiğl ve mücadeleyi yeniden üreten bir tarz olduğu da bence aynı oranda or­tada. Bu mücadelenin en azından bazı yöntemlerde radikalliği taşıdı­ğı da bugünün fırtına öncesinde de bu tarzdan "kurtulanlar" ona "kapılmayanlar" vardı ve yine onların ortak bir özelliği vardı: Mücadelenin dışında ya da cephe gerisinde bulunmak. Suya sabuna do­kunmayanların temizliğiyle bugün "eskinin hatalarından arınmak", "eski yanlışları tekrarlamamak" laflarıyla kendi geçmişlerini kurtar­mak çabası içindeler.

"Eski"de otorite vardı, "tavan"ın "taban'' üzerinde zorbalığı var­dı, dargörüşlülük ve birbiri ardın­dan gelen siyasi (önemli ölçüde de siyasi olmaktan kaynaklanan) sap­lantılar, hatalar vardı. Ama "eski" de kardeşlik, dayanışma ruhu, coş­ku, yarını bile düşünmeyen bir özveri de vardı. "Eski" adının yakıştırıldığı binlerce insanı, dergi­lerde, kitaplarda yazan program­lardan teorilerden çok belki de bu nitelerdi. Ödül kazanan romanlar ya da "güzel laflar" ve "kısmi doğrular”la karalanamayacak bir ruh gezinirdi sokaklarda. Sağınıza so­lunuza baksanıza, bu "üst düzey takılmalar", bu dinamizmin "d"sini içermeyen lak lakalar, bu "bireysellik" adına liberalizmin "birey" anlayışında takılıp kalmış ve birey değil ancak bendi olabi­lecek insanlar mı yeni?

Bir tasavvuf hikayesinde, cavlaki bir derviş* gören kör papağa­nın, dervişi aynı türden sanarak konuşmaya kalkması misali "ye­ni"ler de eskileri sürdüregeldikleri eleştiri minvaliyle aşacaklarını sanıyorlar. Düşünmedikleri ya da düşünmek bile istemedikleri "eski"nin bir mücadele tarzı olduğu. "Eski'' eskitilmedi ki “eski" olsun.

Bir mücadeleye katılmaktan, onu oluşturmaktan doğan moral, en güçlü moralsizlikten daha estetiktir. En büyük olumsuzluklarla malûl olsa dahi böylesi bir dina­mik, bireylere varolduktan gibi dav­ranabilmeleri açısından çok daha fazla seçenek ve olanak sunar. Unutulmamalıdır ki bugün kendisi­ni karalayanların (eleştiri demiyo­rum) birçoğu varolabilmelerini bi­le "eski" dedikleri mücadele tar­zına borçludur

Evet, "eski" eski kılınmalıdır. "Eski" aşılmalıdır. Ama onu aş­mak, toplumsal mücadelede onun tuttuğu yeri fazlasıyla doldurmak, onun tarzından daha estetik, daha özgür bir mücadele tarzıyla birlik­te gelişebilecek; kardeşliği, daya­nışmayı, “özveri ve coşkuyu "eski"yi aratmayacak ölçüde gelişti­rebilecek bir mücadele ahlakı ile olabilecek bir şeydir,

"Eski"ye yönelecek siyasi, felsefi eleştiriler ancak onun moral kabuğunu dağıtabilecek bir yeni mücadele morali içinde hedellerine ulaşabilirler. Aksi takdirde ya­pılan karalamalara (aralarında doğrular da olsa) haklı olarak kulak tıkanacaktır.

(*) Savaşçı bir tür derviş. "Serseri" olan ve silahlı dolaşan Cavlakiler kafalarındaki saçları kazıtırlardı.
















KARA dergisi, Ocak 87, 4. sayı

Hiç yorum yok: