YENİLMİŞ ASİLERE ÇİÇEK VERELİM
"date i fiori, ai ribelli vinti"
(Bir italyan Halk Şarkısından)
Kemal DEMİR
Zihinlerimiz. yaşadığımız ülkede kopukluklara alıştı her nedense. Yaşı müsait olanlar bilir, Türkiye'nin yakın milatlarını. Daha eski milatları daha eskiler. "Eski tüfek", "12 Marttan Kalma" ve "12 Eylül öncesi", ne çok söylendi bütün bunlar ve ne çok söylenir.
Üzerinden silindirle geçilmiş kaç kuşak vardır kimbilir Türkiye'de. Her kuşağın ayrı anıları -60 eylemcilerinin 'İstiklâl Marşı", 60 sonlarının 6. filosu, 70 sonlarının bomba ve makineli tülek sesleri- ayrı özlemleri, ayrı tarzları vardır.
Son fırtınayı hepimiz yaşadık, kaç uykusuz gece, kaç koğuş sayımı, kaç falaka, derken kaç şişe rakı, deliler gibi okunan kitaplar, hangimiz "ben ayaktayım" diyebilmek için nelere sarılmadık ki. Dedik ki, bir kişi bile ayakta kalırsa, dedik ki başkaldırının onurunu korumak mümkün. Bir kişiden çok ama çok fazlaydı elde kalan.
Sonra bir sabah uyandığımızda (ya da uyuyamamıştık) bir "sanat" dergisi gördük, bir gazete bayiinde. Sonra bir tane daha. sonra bir tane daha ve sonra yeni bir tane daha. Sonra, hemen sonra Erich Fromm, Wilhelm Reich, biraz daha bakındık sağa sola, sanat etkin etkinlikleri, sinema günleri ve bunların "yeni" yeni insanlarını.
Yanlış mı hatırlıyorum? Yoksa benim mi hüsn-ü kuruntum, dedik ki bu sarsıntıdan sonra-olur bu kadar, Başkaldırının adı muhalefet olur, o da başka yerde yok, şimdi buralarda böyle yaşanıyor galiba.
Meğer biz ne kadar safdilmişiz.
Hani "doktor" olsa canım yanmaz, kasaplar yatırdı bizi ameliyat masasına. Neler mi bulmadılar "hasta" bedenimizde ve ruhumuzda. Meğer her türlü zorbalık aslında bizim kabahatimizmiş. Bunun için anlamazmışız Fromm'dan, Reich’tan ve daha nice ilim irfan sahibi kişilerden. Yahu biz binlerceydik, binlercemizin de ne çok sorunlu aile yaşantısı, ne çok cinsel sorunu varmış, tüh ulan biz yaşamamış mıyız yoksa? Meğer hep kaybetmişiz de hiç kazanmamışız. Yürüyüşte yalnızlığımızı maskelemek, mücadelede kişiliğimize güven kazanmak için bağırmış, didişmiş ve herhalde de hapishaneleri sado-mazoşizmimizi tatmin etmek için doldurmuşuz. Ben bunları hiç düşünmemiştim hay allah...
Derken efendim, kasaplar çoğaldı, kasaplar ve ellerinde kitaplar. Yakalanmaya gör, semptomdan teşhise, teşhisten tedaviye ve ebedi bunalım, bunalım, bunalım, sonrası, sonrası yok, o kadar. Ne çok "dertleri zevk edindim" durumu sararmış ortalığı.
Ve "yeniler" denildi bu lüre. Önce "eskiler"den söz edilirdi, birileri birilerine "eskiler" deyince şüphesiz bu işin "yenileri" de olacaktı. Ama hangi işin?
12 Eylül öncesi Türkiye'sinde binlerce insanın belirli bir tarz İçinde bulunduğu, belirli bir tarz İçinde düşündüğü ve davrandığı, bu tarzın şu veya bu "siyaset" dinlemeden, yaşamımızın ortak bir yanı olduğu, onun ayrılmaz bir parçası haline geldiği (bütün tarzlar böyledir zaten) ortada. Fakat bu tarzın aynı zamanda bir mücadele tarzı olduğu, talihsizliği belki de sadece faşizme karşı olmakla sınırlı olan (ama bu alanda oldukça etkin) bir mücadelenin ürettiğl ve mücadeleyi yeniden üreten bir tarz olduğu da bence aynı oranda ortada. Bu mücadelenin en azından bazı yöntemlerde radikalliği taşıdığı da bugünün fırtına öncesinde de bu tarzdan "kurtulanlar" ona "kapılmayanlar" vardı ve yine onların ortak bir özelliği vardı: Mücadelenin dışında ya da cephe gerisinde bulunmak. Suya sabuna dokunmayanların temizliğiyle bugün "eskinin hatalarından arınmak", "eski yanlışları tekrarlamamak" laflarıyla kendi geçmişlerini kurtarmak çabası içindeler.
"Eski"de otorite vardı, "tavan"ın "taban'' üzerinde zorbalığı vardı, dargörüşlülük ve birbiri ardından gelen siyasi (önemli ölçüde de siyasi olmaktan kaynaklanan) saplantılar, hatalar vardı. Ama "eski" de kardeşlik, dayanışma ruhu, coşku, yarını bile düşünmeyen bir özveri de vardı. "Eski" adının yakıştırıldığı binlerce insanı, dergilerde, kitaplarda yazan programlardan teorilerden çok belki de bu nitelerdi. Ödül kazanan romanlar ya da "güzel laflar" ve "kısmi doğrular”la karalanamayacak bir ruh gezinirdi sokaklarda. Sağınıza solunuza baksanıza, bu "üst düzey takılmalar", bu dinamizmin "d"sini içermeyen lak lakalar, bu "bireysellik" adına liberalizmin "birey" anlayışında takılıp kalmış ve birey değil ancak bendi olabilecek insanlar mı yeni?
Bir tasavvuf hikayesinde, cavlaki bir derviş* gören kör papağanın, dervişi aynı türden sanarak konuşmaya kalkması misali "yeni"ler de eskileri sürdüregeldikleri eleştiri minvaliyle aşacaklarını sanıyorlar. Düşünmedikleri ya da düşünmek bile istemedikleri "eski"nin bir mücadele tarzı olduğu. "Eski'' eskitilmedi ki “eski" olsun.
Bir mücadeleye katılmaktan, onu oluşturmaktan doğan moral, en güçlü moralsizlikten daha estetiktir. En büyük olumsuzluklarla malûl olsa dahi böylesi bir dinamik, bireylere varolduktan gibi davranabilmeleri açısından çok daha fazla seçenek ve olanak sunar. Unutulmamalıdır ki bugün kendisini karalayanların (eleştiri demiyorum) birçoğu varolabilmelerini bile "eski" dedikleri mücadele tarzına borçludur
Evet, "eski" eski kılınmalıdır. "Eski" aşılmalıdır. Ama onu aşmak, toplumsal mücadelede onun tuttuğu yeri fazlasıyla doldurmak, onun tarzından daha estetik, daha özgür bir mücadele tarzıyla birlikte gelişebilecek; kardeşliği, dayanışmayı, “özveri ve coşkuyu "eski"yi aratmayacak ölçüde geliştirebilecek bir mücadele ahlakı ile olabilecek bir şeydir,
"Eski"ye yönelecek siyasi, felsefi eleştiriler ancak onun moral kabuğunu dağıtabilecek bir yeni mücadele morali içinde hedellerine ulaşabilirler. Aksi takdirde yapılan karalamalara (aralarında doğrular da olsa) haklı olarak kulak tıkanacaktır.
(*) Savaşçı bir tür derviş. "Serseri" olan ve silahlı dolaşan Cavlakiler kafalarındaki saçları kazıtırlardı.
KARA dergisi, Ocak 87, 4. sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder