29 Eylül 2011

"Gülünçlük eşeklerle paylaşılamaz" kıvılcımlı'dan

...
2. Kategori kişilerinin ikiyüzlü hilebazlık oyunlarını örneklemek için, anılarımın filminden bir kaç eşantiyon keseceğim.
        1926 yılıydı. 2. Kategori'lilerden biri, birkaç sopa yer yemez, beni: "Komünist Gençlik Başkanı" olarak İstanbul siyasî polisine ifşa etmişti. Bu mutsuz "kazâ" susuşla geçiştirilince, Proletarya Partimizin alnında meş'um bir damga olup kaldı: Gelecek kuşaklar içindeki atmosfer (solunan hava) gitgide ağırlaştı.
        (1925-1950 yılları) Nâzım Hikmet Ran (Şâir) : Her rastlayışında, en gösterişli sıcak boynuma sarılmalarla beni öpüyordu. Çünkü, 1950'ye dek kendisi Parti'den püskürtülüp atılmış bulunuyordu. Bununla birlikto Nâzım, sağır kinlerini bilemekten kendisini alamıyordu.
        Derken, günün biri, Nâzım komünizm sempatizanı bir Harbiyeli'nin evine dek yaptığı ziyareti, İstanbul Siyasî Polisinin Antikomünist Masasına telefonla protesto edince, belki istemeksizin ve bilmeksizin, Türkiye'de Askercil Mahkemelerin faşist egemenliğinin açılış törenini yaptı.
         (Geçer ayak not edelim ki: Nâzım'ca, dünyanın en "şâirane" provokasyonu ile ihbar edilmiş bulunan Harbiyeli'nin kimi sınıf arkadaşları, sonraları, ne de olsa ilerici, kendi türünde Sosyalizme dek ilerici olan 27 Mayıs 1960 devriminde büyük bir rol oynıyacaklardır. Ve Türkiye'nin son dramatik hâilelerinde, Türk ve uluslararası Finans - Kapital provokasyonlarının esas amacı, 27 Mayıs devrimi kalıntılarını tasfiye etmekten başka bir şey değildir.)
         Nâzım, kendi kurnaz korkaklığı ile kazdığı kör kuyuya düşünce, bir savunma oturumunda, dâvânın patlak vermesinde oynadığı "Muhbir" rolünü çağrışımla anıltmayı deneyecektir. Ama, boşuna: Askercil Mahkemeler bu yanda, hiç te kılı kırka yarıcı değildirler (1939).
         Şeylerdeki ipliklerin uçuca gelişi ile, hepimiz 15'er yıl ağır cezalara çarpıldık. Çankırı cezaevinde, mahallî polisçe resmen ve altı Nâzun Hikmet imzalı mühürlü makbuz karşılığı Nâzım'a 30 lira "aylık" teselli yardımı getirildi. Bu utanç vericiliğe karşı ben isyan ettim.
         "Dayı Paşa"sı (General, eski Moskova Büyükelçisi Ali Fuad Cebesoy), Nâzım'ı, İstanbul'a yakın, zenginlerin kaplıcalar kenti olan Bursa'ya naklettirdi. Ben önce Amasya, sonra Kırşehir cezaevine sürüldüm.
            1950'lerde Nâzım Moskova'dadır. Radyolarda kendisini "Stalin'in yarattığı"nı söyledi. "Proletarya Diktatörlüğünün cisimlenişi (insan kılığına girmişi)" ölür ölmez, aynı Nâzım, uygun şiirleri ile Stalin'i lânetliyenlerden geri kalmadı. Ve provoke ettiği dâvânın yiğit kurbanı ve "Uluslararası proletaryanın dâhiyane büyük şâiri" olarak piyasaya sürüldü.
        Tesadüfen mi? Hayır.
        Nâzım Hikmet'in yıpranmış panzehirleri, İstanbul'da "bloke" edilmişlerdi. Ve Moskova'da Lâz İsmail denen birisi vardı.
        Burada 2. Kategori kahramanlarının listesi bütünlenemez. Ne olsa, mâdem ki ölüler gömülmüşlerdir, 2. Kategori'den yaşıyan 2 tanesi üzerine azıcık dönelim.
        Lâz İsmail (Marat): O, "Halk dostu" kürkünü giyinir, ama Marat'nın kalbi bu postun içinde barınamaz.
        1929 yılı. İzmir dâvâsı. İsmail, Lâz postunu kurtarmak için, polise, illegal TKP'nin M. K.'nin sorumlusu olarak Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın "Komintern kararı ile" Lâz İsmail'i Parti Komitesinden attığını hikâye etti.
         Bu namussuzca sözde - savunma, en kanlı polis işkencelerini Dr. H.K. ve arkadaşları üzerinde şiddetlendirmekten başka bir şeye yaramadı. Ahmakça provokasyonlarına rağmen Lâz İsmail de mahkûm edildi.
        Cezalar sona erer ermez, eski âdeti üzere, Lâz İsmail Moskova'ya sivişti. İyi biliyordu ki, zaman ve büyük mesafeler her şeyi unutturur.
         1933-35 yılları, Dr. Hikmet Kıvılcımlı bir kez daha "Yukarı"ya çağrılmıştı. Ancak, M.K. yoldaşları kendisinden ayrılmak istemediler. Yoldaşlar, Dr. H.K'nın 10 ciltlik orijinal araştırmalarını (İdeoloji, Türkiye'nin Devrim Tarihi, Parti'nin Eleştirili Tarihi, Fırka ve Fraksiyon, Taktik ve Strateji Plânı: Burjuvazi, Proletarya, Köylülük, Türkiye de Milliyet (Kürt) Meselesi) Türkiye'de basmağı öneriyorlardı.
         Dr. Hikmet Kıvılcımlı legal olarak "Marksizm Biblioteği"ni kurdu. Kitaplar yayılıyordu. Burjuvazi affetmedi. Sivil mahkemelere birkaç dâvâ açtı. İstediği sonuçları alamadı. "Askercil Mahkemeler Çağı"nın yukarıda değilen "Açılışı"ndan sonra Dr. H.K. yeniden zındana atılıp 1939 yılı 15 seneye mahkûm edildi...
            O zaman nasıl tasavvur edebilirdi ki, bu üst üste mahkûmiyetler: 2. Kategori'lilerin kirli çamaşırlarını yıkama lehinde ve bir gün kendisini sosyalist sınırlar dışına püskürtmiye dek kendi aleyhinde puvan toplamış olsun?
            1933'ten beri Türkiye'deki yerle bir olan şeyleri Moskova rasathanesinden kezliyen Lâz İsmail, 1929 avantürlerini unutturabildi ve provokasyon kurtluğundan, radyolar "yorumcusu" yaldızlı kelebekliğine kalıp değiştirdi.
            1950 yılı Nâzım Moskova'ya dönünce, onlar (Şâir ile Lâz), Türkçedeki deyimi ile: "Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş" gibi oldular. Gerçi Nâzım bir başka Lâz'ın,1926 tevkifatında çöküp, Beyoğlu ve Anadolu Barlarına "Güzel artistler" tedarik eden aracı ve Nâzım Hikmet'in "menajer"i biçimine girmiş bulunan Lâz Hamdi'nin yanından geliyordu. Ama, Lâz-Tencere, bir Şâir-Kapak bulmuş olma şansını tümlemek için, başka bir aslına uygun "Lâz-Kapak", Lâz Zeki Baştımar'ı bulacaktır.
         Zeki Baştımar (Kosigin Yoldaş'ın Yâkub Demir'i): Burada şu mutsuz Karadeniz uşaklarının pek "diyalektik" kaliteleri üzerinde direnip durmıyacağım. Ayrıca Zeki'yi ben kişi olarak pek tanımış değilimdir de.
         Yalnız, 1951 tevkifatı sırasında, Zeki'nin kendisi, o zamanki: Dr. Şefik, Reşat, vb., vb.. gibi Parti sorumlularınca, birçok provokasyonları ve bir MAH (Türk Burjuvazisinin CİA'sı) subayı ile yaptığı ve Askerî Mahkeme oturumlarına dek sakladığı gayrı makbul temasları nedeniyle Parti'den atılmıştı.
         Zeki, 1960 yılları Moskova'ya kaçmakla, oradaki benzerlerini buldu.


*

         Bu indirgenemez olaylar, 2. Kategori kişilerine, kendi ahbapçavuş meclisleri içinde 1. Kategori kişilerini mahkûm etmeleri için Tüzük üstü bir imtiyaz, ayrıcalık verir mi?
         Çok iyi anlıyorum, beni suçlıyanların kollektif alt-bilinçlerinde benim politik var oluşumun ve hattâ sadece var oluşumun uyandırdığı kuduruş, ancak onların gerçek Parti Tarihi önünde ve Türkiye İşçi Sınıfı önünde duydukları suçluluktan ileri geliyor. Onların "kirli çamaşırları" üzerine çok şey bilen sonuncu kurucunun varlığı, onların gözlerinde anadan doğma bir günah, affedilmez bir cinayettir.
        Yoksa, l.ci Şube'nin (Komünizm düşmanı Siyasî Polisin), MİT'in (Türkiye CİA'sının) ve bütün Finans - Kapital birleşik casus örgütlerinin 50 yıldır yapamamış olduklarını:
        - Partime karşı, Proletaryaya karşı, Vatanıma karşı görevlerimi baltalamıya kalkışmayı;
        - Sosyalist İktidarlara karşı bin kez denenmiş niyetlerimi tağşiş etmiye kalkışmayı..
yapmak için harcadıkları umutsuzca çabalar nasıl izah edilir?
        Beni suçlıyanların davranışları yalnız benim şahsıma dönük kalsaydı, mesele basitti: Marks'ın Engels'e yazdığı gibi: "Gülünçlük eşeklerle paylaşılamaz"dı.
        "Dışarıdan suçlayıcı havlamalar, ne beni kendi evimde hırsız olduğum kuşkusuna düşürebilir, ne benim komşuma karşı duygularımı bulandırabilir."
        Bir Türk atasözü: "İt ürür, Kervan yürür" der.
...
(brejneve mektup'tan alınmıştır.)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

biraz türcülük kokmuyor mu bu başlık? gülünçlük sana ait sonuçta.insan olmayanın insana ait özelliklere mi sahip olması gerekiyor?