14 Eylül 2011

Esinlenme, İntihal ve Dilsizliğimiz, mehmet işten


Esinlenme, İntihal ve Dilsizliğimiz 

            Şiirlerini çok uzun çalışan biriyim. Kalpazan adlı bir şiirim olacak bir gün sanıyorum. 8-9 yıl önce başlamıştım. “Yenilmek Bir Önlem” de öyle. Hemen hemen tüm şiirlerimi çok uzun süre bekletmiş, bittiğine inandığımda yayımlamışımdır. Fakat bu uzun çalışmalar sırasında şiire nereden, nasıl başladığınızı unutuyorsunuz, sizi ona iten ruhsal iklim değişiyor, belki bazıları da o yüzden bitmiyor. Benim gibi hafızası zayıf biri için bazı ‘kritik’ sorunlar da yaratıyor bu durum. Çok uzun süre çalıştığım ve sonra çok uzun süre dönüp bakmadığım şiirlere bakınca bir yabancılaşma hissediyorum, şiir benim değilmiş gibi. Mecaz değil, gerçekten yani. O dizelerin aslında başka bir şairin olduğu, şiirimin arasına karıştığı vehmine kapılıyorum. Bu tür anılarımın en belirgini “gece meleği” şiiriyle ilgilidir. küçük İskender’in de “çekmece meleği” adlı bir şiiri var, “gece meleği”ni bitirdiğim zaman ilk rahatsızlığı hissetmiştim ad benzerliği ile ilgili. Hâlâ birisi çıkıp bu şiiri, bu dizeyi şuradan almışsınız diyecek gibi gelir bana.
            Bunları düşünmeme sebep Haydar Ergülen’in Varlık’ın Eylül sayısındaki “Günler Geçer” köşesindeki son yazısı. Benzer sorunları ele almış. “Günler Geçer” köşesi yayınlanmaya başlayınca, ne yalan söyleyeyim, Haydar Ergülen’in benim “Ayrılıkta” şiirimi okuduğunu ve oradan esinlendiğini düşünmüştüm. Ama kimseye de bir şey söylemedim bu konuda. Çünkü o şiirin, benim şiirimin dışında bir yerde durduğunu fark etmiştim yayımladıktan bir süre sonra. Üstelik üzerinde çalışılmış bir şiir olmasına rağmen kafiyeleri ve kimi imgeleri nedeniyle zayıf bir şiir olduğunu ve başka şairlerin imge dünyasını çağrıştırdığını da düşünüyorum. (Gelgelelim, kötü talih, İskender hazırladığı “Aşk Şiirleri Kolonisi” adlı antolojisine benim bu şiirimi almıştı, oluyor işte böyle şeyler…Ne yani Ahmet Muhip Fahriye Abla demek midir?) Ama demek ki Haydar Ergülen okumuş ve şiirin girişini oluşturan sözü köşesine ad yapmıştı.
                        AYRILIKTA          

günler geçer...birikir anı ve kendini hazırlar
aşk bitti işte  ikimize bak tüm bu alkışlar
kalbime bir buz soktun, şimdi öde borcunu geceye
aşk bitti işte siyah saten kaldı geriye


deli poyraz atlarına gem tutan rüzgar
kaplar alnındaki kederi upuzun
sus git açıklama bu utanç ikimize de yeter
ayrılık çabuk başlar ama uzun sürer


arkadaşlar sana şiirler yazacak, ayrılacağız
kimi toplantılar ve kimi unutkanlıklar, ayrılacağız
bizim dışımızda gelişecek, bizim dışımızda direnecek hayat
herkes eski aşkını anlatırken masaya orada olmayacağız


hiçbir şey için özür dileme, aşk kendini aklar
kırmızı bir atkı al sade, yalnızlığını saklar
edip cansever okuma bu mevsim ruhunu sakatlar
aşk bitti işte ikimize tüm bu alkışlar
                                                              7 Ocak 1999
                       
                                                      İSTANBUL, UÇ- sayı 5

Fakat Haydar Ergülen, yazısının girişinde köşenin adını Turgut Uyar’ın bir şiirinden aldığını açıklıyor. Bir anda Turgut Uyar’dan indragandi yapmış duruma düşmeyeyim mi!?..


               Günler Geçer


günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni
kim bilebilir ki kimi neyi eskittiğini
ben ne kadar önemserdim kendimi hay allah
sen ne kadar kumraldın aynalarda hay allah
temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa
gel bağışlayalım birbirimizi


Oluyor böyle şeyler. Fakat Haydar Ergülen kendisini de beni de ve bilerek bilmeyerek başka şairlerden dizeler almış şairleri de aklayacak şahane bir yazı yazmış:

“Şiirinden gün­ler geçer'i ödünç aldığımız büyük usta Turgut Uyar'in Allah bilir, bi­lerek bilmeyerek daha kaç dizesini, duygusunu, sıkıntısını, 'bun'unu ödünç almışızdır, eh öyle olunca da haliyle elimize yüzümüze bulaştırmışızdır. En başta kendi adıma, sonra da, varsa, hani henüz bu­nun farkında olmayan şairler adı­na 'kusura bakma usta' demek iste­rim kendisine. Gerçi o 'kusur'dan yanadır ama bilmem ki bizim bu kusurumuz da o kapsamda sayılır mı? Size tuhaf gelebilir belki de bana şöyle gelir: İnsan bazı kelime­leri değil, bazı harfleri bile ödünç aldığı duygusuna kapılır kimi za­man. Ödünç aldığımız şairin ille de büyük şair olması gerekmiyor elbette, çok sevdiğimiz bir şairden de olabilir, bir şiirden de, çok genç, hatta adını ilk kez duyduğumuz bir şairden de olabilir bu. Sanki di­yelim ki 'gibi' kelimesi o şairindir, 'a' harfi de bu şairin, Ve' bağlacı bir başkasının... Saçma geldiğinin farkındayım ama bu bana o şairin mülkü demeyelim de, sanki sevgi­lisi, çok sevdiği bir eşyası, odası, içkisi, sigarası, boşluğu, çayı, kâğıdı, kedisi, kahvesi, gözlüğü, kalemi, sakalı, uzun güzel saçları filanmış gibi gelir. O harfleri, o sözcükleri bunlardan biri gibi yakıştırırım o şaire/şiire. Günlük, kağşamış, eski­miş, eprimiş, yıpranmış bir kelime, bir sıfat, bir bağlaç, dilek şart kipi... bile bir şiire düştüğünde, yeniymiş, ilk kez söyleniyormuş, şiirde 'ilk ve tek'miş, henüz keşfedilmiş, daha önce böyle söylendiği görülmemiş gibi durur, yani aşk gibi işte, defa­larca âşık olursunuz da her seferin­de ilk kezmiş duygusunu yaşayıp heyecanlanırsınız ya, bu da işte öy­le bir şey...

Ustalık biraz da böyle midir, alışık olduğumuz, bildiğimiz, daha önce defalarca yinelediğimiz kimi sözcükleri, kalıpları, hatta klişele­ri de, bize şiirin içinde 'bambaşka, farklı' gösterme hüneri midir? Bel­ki de ustalık Turgut Uyar'in "gün­ler geçer ve çalışır şafağın değirmeni" dizesinin, 've...' ile başlayan ikin­ci bölümüne 'buluş' diyelim, ama günler geçer' gibi günlük bir tespit ya da hayatla ilgili bir hayıflanma olan cümleyi o dizenin başına, yani've çalışır şafağın değirmeni' cümle­sinin önüne getirmektir ve bundan unutulmaz bir dize çıkarmaktır.”


Bu arada şiir geleneğimizin zenginliği ve dilde nasıl yoksullaştırıldığımızı göstermesi bakımından da ilginç bir konu bu. Eski şiirimizde şairlerin birbirinden esinlenmesinden tutun, dize aşırmasına rastlantıyla aynı dizeleri yazmasına varıncaya değin farklı adlandırmalar vardı. Şimdi o sözcükler yok. Ama artık o sözcüklerin ifade ettiği kavramsallaştırmalar da yok. Tevarüd iki şairin birbirinden habersiz aynı dizeyi tesadüfen yazması anlamına gelmekteydi misal. (benimki tam tevarüd değil herhalde, muhtemelen okumuşumdur bu şiiri, hafızamın derinlerine kaydetmişim belki, bilinçsizce bir esinlenme belki ) Bir şairin şiirine bilinçli olarak benzer şiir yazmak nazireydi. Ustalık göstermek için yapılırdı. Eğer aynı şeyi alay etmek için, saraka için yaparsanız onun adı tehzildi ya da hezldi.. Eğer bir şairin bir mısraını ya da beytini alıp başka bir şekle büründürürseniz tazmin etmiş olurdunuz. Bir şairin yazdığı beyitlerin üstüne üç mısra yazarak onu beşliklerden kurulu bir muhammes haline getirmek tahmis etmekti. Aynı şeyi bu kez beytin mısraları arasına mısra ekleme şeklinde yapmak taştirdi. 8 mısra eklemek ta’şirdi. Başkasına ait bir şiirin anlamını alıp kelimelerini değiştirerek yeniden yazmanın adı Selh’ti. Başka şairden doğrudan çalmanın adı intihaldi. Bu işi yapana dadüzd-i sühan (söz hırsızı) denirdi. İlmam, bir şairin, başka bir şairin şiirini biraz değiştirerek sahiplenmesi demekti. İgare, bir şairin şirinin bir başka şair tarafından benimsenmesi anlamında kullanılırdı. O şaire selam çakmak gibi idi. Görüyorsunuz değil mi şiir geleneğimiz ne zengin ve tafsilatlıymış. Bu yukarıda saydıklarımdan intihal doğrudan ayıplanırdı. Çoğu şairler arası selamlaşmanın ve ustalık yarışının adıydı. Bir edebiyatta oyun ve biçim denemeleri varsa bu o edebiyatın gelişkinliğine delalettir. Düşünsenize, şairin biri “Üstad Namık Kemal’in Nail-i Kadim’e ilmamında söylediği “Tiğ-ı istisnâ çekip gamzen ne nâr eyler bana/ Afet-i aşkın kazâ arz-ı niyâz eyler bana” mısraları aşkın nârdan azade olamayacağını göstermez mi?” diyebiliyordu ve herkes burada Namık Kemal’in Naili’nin şiirinin sonunu, kafiyelerini beğendiğini ve şiirinde onu kullandığını anlıyordu. Ne zenginlik!


Şimdi bu durumlarla ilgili açıklama yapmaya kalksak en azından bir deneme yazmamız icap ediyor. 

Hiç yorum yok: