orta asyadaki göçer türkler arasında uygulanan tarihin en eski ve en pratik sosyo-ekonomik denge sistemi üzerinde çalışıyorum. "kençliyü"
etimolojik olarak gençleşme anlamına gelen bu sözcük budama, kesilen dalın yerine yeni ve taze bir dalın gelmesi, yenilenme gibi anlamlarla ilişkili. eski türklerde "kençliyü" bir çeşit dağıtma töreni. ekonomik açıdan sosyal sınıflar arasında uçurumun oluşmasına engel olmak, dengeli bir mülk dağılımının oluşabilmesi ve malı daha az olanın çok olandan payını alması gibi anlamlara geliyor..
farsçada bundan durum-anlam ilişkisiyle "han-ı yağma" şeklinde bahsedilmiş ve kimi osmanlı manzum eserlerinde bu şekliyle geçmiştir.
farsça yüzünden "yağma" sözcüğüyle ilişkilenen "kençliyü" sonraki yüz yıllarda yağma-talan gibi sözcüklerdeki olumsuz anlamlar tarafından istila edilmiş, yerleşik hayat ve devletleşmenin getirdiği yapılar sonucu (örneğin mülkiyetin korunması vs..) unutulmuştur. oysa "kençliyü" divan-ı lügat'it türk'te az önce bahsettiğim gibi olumlu bir sözcüktür ve ismi ile müsemma olduğu geleneğin mantığını da ortaya koyar.. yağma sözcüğüyle ilişkilenmesi için abdulkadir inan iranlıların bunu ilk kez oğuzların "yagma boyu"nda rastlamış olabileceklerini sebep gösteriyor. (gerçi farisilere komşu olan bu boy yağmacılığıyla da meşhur olup farsça "garet ve tarac/yağmacı- zorba" isimleriyle de anılmıştır)
kençliyü genellikle bahar aylarında obanın en varlıklı kişilerinin veya o yıl /ganimette, mahsülde, avda veya ticarette/ işi en rast giden varlıklı kimselerin bazen tek başlarına bazen bir kaçı bir araya gelerek mallarını halka ve bilhassa yoksullara açmalarıdır. bu zamanla obalar arasında yahut kendi obasında bir beylik iddiasında olanların şereflerini yükselten saygınlığını arttıran geleneksel bir tören halini almıştır. önceleri kençliyü törenlerinde kişi tüm varlığını dağıtıma açarken sonraki dönemlerde şamanizmin kutsal sayıları olan dokuz ve katları adedince, attan deveye, sığırdan koyuna malının ve mülkünün belli bir kısmını dağıtıma açardı. dede korkutta pek çok hikayede "dağ gibi et, tepe gibi ekmek yığdırılır, göl gibi kımız döktürülür, İnsanlar da bu 90 atla 900 sığırın ve 9000 koyunun eti ile 90 havuz kımızı yağma eder, eğlenir yer içerler.." bu törenlerde ikram edilen kap kacağa kadar bütün mal yoksullar tarafından paylaşılırdı. ikram yapılan altın ve gümüş kaplara "diş kirası denir ki bu halen anadoluda kullanılan bir deyimdir. nişan, düğün sünnet gibi törenlerde yapılan ikramın kabı kacağı misafirlere hatıra olarak hediye edilir. buna da iç anadoluda, hidik-hedik-diş kirası gibi isimler verilir.
aşık paşazade tarihin'de orhan bey'in şu sözleri aktarılır: "bugün yoksulun, varlıklının eli bey malına değmelidir; değdi mi yıl boyu eline varlık geçer.. bey dediğin esirgemez..." osmanlı döneminde de bu geleneğin kısmen yaşatılmış olduğunu mütercim asım efendi'nin "burhan-ı kat" çevirisindeki 'han-ı yağma' deyiminin izahında görüyoruz:
"han-ı yağma .. ol taama denir ki selâtin düğünlerinde ve sair bazı kibar ve kürema pişirdüp cümleye sılayı taam ederler, her kim olursa gelüp tenavül ederler. sela-tin-i hakaniye-i Osmaniye.. adat-i sadatlarından ulufe günlerinde oklu taifesinin seray-i hümayunda tarac eyledikleri taama itlakı begayet mülayimdir." bu açıklamaya göre mütercim asım efendi zamanında "kençliyü" yani o dönemdeki farsça adıyla han-ı yağma töreninin hatırası osmanlı sarayında ulufe günlerinde devam etmiştir..
taradığım kaynakların içinde bu geleneği en eleştirel biçimde inceleyen ziya gökalp'ti.. şöyleki: gökalp'e göre kençliyü "eski türklerde şölen adı verilen son derece israfçı bir ziyafetti" (Türk medeniyeti tarihi, s. 178). Aynı eserinin başka bir yerinde "eski Oğuzlarda potlaç'a benziyen müsrifane ziyafetlerin adı toy idi"diyor (sah. 236); yine bir az sonra "yağma toyu" potlaçı andırır" diyor. ziya gökalp batı sosyolojisini ve kavramlarını bildiğinden kençliyü geleneğini eski amerikan yerlilerinin ve bazı ilkel toplulukların hediyeleşme ekonomisini izah etmek için batılı sosyologların sankritçeden edindikleri "potlach" sözcüğüyle özdeşleştiriyor. oysa bu sözcükle türk geleneği olan kençliyü arasında içerik olarak hiç bir benzeşme yoktur. (bunun izahına girersek konu dağılacak bu yüzden kısa kesiyorum) potlach/potlaç sözcüğü ilkel bazı topluluklarda karşılıklı hediyeleşme yani bir nevi takas ekonomisinin adıdır. oysa kençliyü dediğimiz geleneğin takasla yahut karşılık beklentisiyle ilgisi yoktur. bunun yanında ziya gökalp'in "şölen adı verilen" diye süren cümlesi de olmamış, zira şölen türkçe değil farsça kökenli bir sözcüktür. (ziya gökalp'in kendine batılı gözüyle bakarak bazı hatalara düştüğünü görüyoruz. bunu ileride vakit bulur da makaleye dönüştürürsem bu kısmı biraz daha uzatacağım)şimdi geçiyorum.
kençliyü geleneğinin en belirgin delili dede korkut kitabının 7. hikayesi olan "salur kazanın evinin yağmalanması" hikayesinde görülür. cümle şöyle "üçuk (üçok), bozuk (bozok) yığnak olsa kazanhan evini yağmalatırdı. kazan evini yağmalatsa helalini yanına alır taşraya çıkardı. Ondan sonra Oğuzlar Kazan'ın evini yağma ederlerdi" (daha iyi anlaşılabilmesi için hikayenin okunmasını tavsiye ederim)
gelenek, kaynaklarda kençliyü adından çok han-ı yağma adıyla geçmektedir. mesela şems-ül lügat"in açıklamasına göre, " han-ı yağma, bütün halk için hazırlanmış devasa sofradır ki, halk onu tüketmekten aciz olur.."
yine abdülkadir inan'ın bir makalesinde han-ı yağma töreni hafız-ı şirazi'nin bir beyitinde "türkler hoy..! diyerek bu sofraya oturur ve bir defada onu yağma ederlerdi" şeklinde betimlediğini söylüyor. (beyitin orjinalini yazmamış, ben de bulamadım..)
son olarak "türk töresi" isimli bir sitede kençliyü geleneğinin orta asya türkleriyle doğduğunu 7. yüzyıla kadar uygulandığını, selçuklu'da folklorik olarak sürdüğünü osmanlı'da tamamen saray geleneğine dönüştüğünü ve cumhuriyetle birlikte tamamen yok olduğunu (ziya gökalpin tanımlamasına bakarak ben yok edildiği diyorum) okudum. herhangi bir kaynak belirtilmemiş olsa da bana kronolojisi makul geldi.
yazı fazla uzadığı için tarihsel ve etimolojik kısmı burada noktalıyorum.
üstte belirtiğim bilgilerden yola çıkarak eski türk topluluklarında göçerliğin standartları ve sanıyorum insani ya da göçerliğin tabii ahlakı ile malın tekelleşmesi meselesi o çağın pratikliği içinde çözümlenmiş görünüyor. düşünün ki yerleşik olmayan bir toplulukta ihtiyaç fazlası mal kişiye veya aileye yüktür. insansa her çağda doyumsuzdur. kendiliğinden oluşan bu paradoks biriken fazla malın yağmaya açılması şeklinde halledilmiş. insan fıtratı üzerinden düşünüldüğünde kişinin topluluk içinde yazılı olmayan kurallar gereği malını gönüllükle yağmaya açması onun kendisinden zorla alınma riskini bertaraf ederek kazancın fazlasını sosyal kazanıma dönüştürmesi anlamına geliyor. yani kişi zaten tüketemeyeceği malı yoksula yağmalatarak toplumla barışıklığı, boyu içinde saygınlığı hatta yönetici olma erdemliliğini kazanıyor, rüştünü ispat etmiş oluyor. sebep-sonuç ilişkileriyle bakıldığındaysa topluluk içinde sosyo-ekonomik kastlaşmanın oluşması mümkün olamıyor. şimdi bu yazının nihayetinde konuyu getirip bu günün yöneticilerinin mülkiyet karşısındaki erdemliliği mevzusuna dayamam icap eder fakat bunu yapmayacağım. yazı fazla uzadığı için o kısmı okuyucuya bırakıyorum..
Dündar Hoca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder