8.5.1971
Ateşli millet zehir. Bir kabadayı varmış. Korkmazmış jandarmadan, polisten. Atarmış aklına geldikçe. Tutsalar bile dokunmazlarmış. Koyverirlermiş. Ayrıcalıklıymış. Geniş yakın bir gülümseyişle anlatmışlardı onun halini. O olacak. Ya babası, ya kendisi paralı olduğundan.. Aklına estikçe duman edermiş ben on fişeği. Anlaşılan o da bir keyf.. ve ayrıcalık gösterisi. Öyle ya.. Kimse atamazken, sen havayı çatlattın mı.. Üstelik Devlet de, herkesi yakapaça ederken sana ilişmedi mi, niye sık ve koyu ağaçlıklar arasında, herkes uyurken sen varlığını, uyanıklığını kurbağalara, itlere, İshak kuşuna.. ve bana duyurmayasın?
Bir kurşun kaçadır? Sormalı bizim ateşli oyuncak heveslisi çocuklara. Kurşun, dinamit, barut piyasasını epey ısıtıp yükselttiler. Hele ateşli oyuncak kaçakçılarının bayağı yüzleri gülmüştür. Bas bankayı, evi. Al en azından 10 bin, 40 bin, 250 bin, 400 bin lirayı. Götür silah kaçakçısına hazırca, hiç pazarlıksız ver. Adam, zarar görmeksizin, besbelli gizli polisle kaş göz ederek, kolayca getirdiği kaçak silah ve mermileri, belki en "emniyetli" elle sana sokuştursun. Paracıkları istediğinden ateş pahası fıyatla bol bol alsın. Kıs kıs gülerek ardından az kaçamak payı bıraksın. Sen de sözüm ona polisten gizli iş yap. "Eylem" yok. Gene banka bas, kasa bas. Adam, çocuk kaldır.
Tam 25 yıldır Amerikan filmlerinde çocuk ağzın sulana sulana özenle seyrettiğin bütün o "heyecanlı", "cinayet" ve kovboy fılmlerinden en sansasyonelinde esrarengiz kahraman, fakabasmaz, -vaktiyle Nat Pingerton'du- şimdi Bophop mu, Ceymis Bond mu? Ne istersen ol. Hatta: "-Ne iş yaparsın?" "-Devrimci!" ol. Neden olmayasın? İsteyen nasıl mühendis olur, avukat, doktor, ya mezeci, meyhaneci olursa kendi başına: Olamaz mı? Bir kaç yıl çıraklık, on onbeş yıl okul, beş altı yıl üniversite, dört beş yıl staj mı gerek öteki meslekler için? "Devrimcilik" hepsinden kolay. Nasıl olsa İşçi-Köylü "âtıl kitle": Yerinden kıpırdayamaz ağır baş belası yığın. Onunla ömür boyu uğraşacak kimse sabır taşı olsa ortasından çatlar. Yüksek öğrenim gençliği ise: Kapıkulu
olacağım diye, tonla pahalı kitap parası yüzünden kıt kömür aile ocağına incir dikiyor. Gene de Profosörün, Mevzuat Hazretlerinin afur tafurundan sınıfta çaktırılıp duruyor.
Bak Fransa'da genç Ceymis Bond'lar ne yaptılar? Birkaç Haziran günü içinde de Gaulle gibi sonturlu golvanın burnunu CIA'nın istediğinden âlâ kırıverdiler. Gitti gider de Gaulle. Yetiştirmesi tumturaklı Pompidou, bak, de Gaulle'ünkü kadar heybetli burun takınabiliyor mu? iki gündür Dolar kaydı. Mağlûp Alman, Doyce Markı yükseltmem diyebiliyor da, kılkuyruk üretimli Fransa Devleti hâlâ "Doları kurtarmak" için satın almaya devam ederek, "milli para" Kutsal Frankı Amerikan mihrabında kurban ediyor.
Fransa gibi kodaman emperyalizmi icat etmiş bir ülkede, NATO'yu bir kalem çizebilmiş de Gaulle'lerle kedi fareyle oynarca aynayabilen CIA, böyle ince, ateşli "Gençlik" oyunları düzerse, Türkiye gibi dört yanı üs, radar, uzman, politikacı, siyasi parti ve bütün su başları kesilmiş Devlet, Ordu ile kaplanmış, ekmeklik her günkü buğdayını Amerika'dan baş göz sadakası dilenen züğürt Türkiye'de mi eli kolu bağlı, beş, on, yüz afıli "Devrimci" maçını sporkeş tiryakilik pozunda uzaktan çakırkeyif seyretmekle yetinir?
Adını unuttum. Yarım dolar ve yarım pabuçla yola çıkmış bir CIA ajanı, II. Emperyalist Evren Savaşı sonu, ne denli Skarta Müttefik orduları silahı ve cephanesi varsa, hepsini yok pahasına alıp, geri ülkelere ateş pahasına satmak gibi basit oyunla Milyarder olmuş. Niçin olmasın? Taş elinde, koz elinde. Taş: CIA. Koz: Geri milletler. Beğendiğini taşın altına alıp gönlünce eziveriyor. Kore olmazsa Vietnam.. Kongo, Nijerya olmazsa, İsrail-Arap, Türk- Yiınan Kıbns.. "Uluslararası" yetmedi mi, her milletin ciğeri onun elinde değil mi? 600 "Barış Gönüllüsü" yalnız Türkiye'nin köyünü inceledi: Senden, benden iyi biliyor nerede, hangi "çelişki", "delişki" dokunsan patlak verecek. Herif senin paranla seni satın almanın bütün yollarını tutmuş. Bütün ajanlarını, senin en "mahrem yerlerine": Sayın Beyefendi, Saygıdeğer Politikacı, "Büyük Devlet Adamı". Vazgeçilmez, Balkanlarda bir tane, hatta Unecko'da, Cento'da. Seato'da eşi bulunmaz. "İş Hayatında" göz kamaştırıcı "Başarı"' örneği 5. kol halkaları olarak ezelden beri dizmiş. Seni mi: Ağzı süt kokan, nefesi açlıktan kokan "yüksek öğrenim" ceylânı, ansızın, kendi başına "Devrim sütdomuzu" kesilivermiş delikanlıyı mı, dilediği yönde kışkırtıp sürek avına çevirmeyecek?
Sen ki, Filistin Fedoyin'liğinde beş on gün ağır postallarını ve parkalarını taşımaktan laçka düşüp dilin bir karış, her yürüyüşte baştan en sonuncu döküntü kalmakla, bir kaç ateşli oyuncağın tetiğine nasıl dokunulacağında uzman kesilmişsin. Senin "Anadan doğma Lider"likte topuğuna kim erişir? Dinleme sakın sapık revizyonistleri. Dil bilmesen de, -kim uğraşacak uzun yıllar teori derdiyle; Amerika'dan, Avrupa'dan yepyeni bavulla diploma almış gelmiş, henüz bıyığı terliyen taze, cici, sosyalist dilbaz beğciklerin kıtlığına kıran girmemiş. Paracıkları, kaynakçıkları, vakitcikleri ve katıkları da bol. Sana dilediğin dilden, en akla gelmedik ünlü eserleri çeviriverir, dergiler çıkarıp yayıverirler. Kastro'dan, Guevara'dan, Mao'dan, Habbaş'tan, Mariguella'dan mı istersin? Yeter ki Türkiye'den olmasın. Yetmiş yedi buçuk milletin dilinden, dininden, imanından, evriminden, devriminden "çeviri"ler en parlak kapaklar, çekici reklâmlarla harıl harıl sunulur.
Bunların hepsini okusan, -kuyamazsın, keskin "eylem süreci"nden vakit bulamazsın ya, - bulsan da okusan, zaten, Üniversite kürsü allâmelerinin bülbül yuvasına çevirdikleri kafacığın ciriş çanağına döner. Eyüp'teki pabucu büyüğe okutmak lâzım gelir seni. Öylesine karışır anlayış dünyan. 61 Anayasası, Babayasası tevekkeli birden ne denli sağ-sol yayın varsa yeryüzünde senin başına boşaltmadı. Senin onları yiyemeyeceğini, yesen kolay kolay hazmedemeyeceğini, hazmetmiş olsan, mide fesadı yetmeyip "aşırı" besiden koza döneceğini CIA ve onun Alaturka yerli karalamaları hiç bilmezler miydi?
İyisi mi sen, onlardan en çok gözüne kestirdiğini, yahut en sık eline tutuşturulup reklâmı yapılmış olanını "seçersin": Nekrasof"un "Hüıriyeti seçtiği" gibi. Öteki ünlü yazarların dediklerinden de, kimisine baştan, kimisine kıçtan veya göbekten, yahut kuyruktan şöyle bir göz atarsın. Ona vakit bulamamış ısmarlama müritlerine arasıra "Ho Şi Min demiş ki!" veya "Mao der ki!"deyip en esinti davranışını haklı çıkaracak üç beş eksik gedik lafcık da öğütler, dağarcığındaki "dinamit lokumu"nun yanı başına saklarsın. Artık ondan sonra çık çıkabildiğin ortalıklara. Meydan senindir. "Lafa karnın tok"tur. "Kimse yutturamaz sana oportünizmi". Hele eski Oporninizmin modası çabuk geçmişse, yepyenisi ne güne duruyor? "Revizyonizm!" sözcüğünü otomatik sten namlusu gibi karşındakinin alnının şakına dayarsın. Haddine mi düşmüş kimsenin sana karşı kaş yıkmasına? Bir broşüre bile toy gevezeler başvurur. Sen "Eylem"cisin gözüm: İki tek lakırdı ile karşındakini vurur, yıkar, çiğner, geçersin. Molotof kokteyli atan adama kim laf atabilir? "Eylem" sende. Fena fillâh ergin Dervişin: "İnnî En Allah: Kuşku yok ki Tanrı benim" dediğinden bin kez daha yaman bir derinlikle: "Eylem bende!"diye tükürürsün önüne gelen "revizyonist"e: "-Eylem demek, ben demekim!" Var mı bize yan bakan! Zuhur edersin.
Vaktin geçip te, "yakalandın" mı ise, ne ki bilirsin, yaptığını, yapacağını, hatta yapmayı hayalinden geçirdiğini ve yapamadığını üzerine alıverirsin! Yiğıt dediğinde gizli kapaklı yok. Polise herşeyi "Mert"çe döker, saçar, anlatırsın. Sana ne öteki geri kalanlardan? Geçen geçmiş. Yarın, öbürgün vız gelirsana. Sen günün "eylemci" kahramanısın. Senin önünde: "Bir hakikat kalmasın Rabbim nihân! "Ve kimse kılına fıskeyle dokunmaksızın, atlar geçersin öte yana". "Genç Osman!" Dillere destan olursun. Öyle ki, süngülüler arasında bütün bildiklerini ve bilmediklerini patır patır dökerken, Mahkeme salonunun kalabalığı içinde sansasyonel açıklamalarından üç dinleyici genç kız helecânını tutamayıp oracığa düşer, bayılır!
Amaç da bu olsa gerekir. Devrimcilik adına, arka arkaya boyuna çam devirmek. Böylece "yaratılan" devrim ortamında insanları sırt üstü düşürtüp bayıltmak!
Ya öteki, devrimciliği adsız vuruşma sayıp teker teker kurşunlanmış, gerçekten ölmüş, gerçekten devrimci gençler? Onlar da, "Köyden mi başlayıp şehirleri saralım?", yoksa "Şehir gerillası ile para topladıktan sonra dağa mı çıkalım?" yollu.19'ucu yüzyılda kalmış "Çakırcalı Teorisi" ne, bambaşka olumlu olayların makyajını sürüp açılmış çığırın masum, pratik kurbanları...
Kim yaptı bütün bunları? Şu hemen hepsini uslu akıllı günlerinde tanıdığımız üç beş yüz samimi oldukları ölçüde tehlikeli saf çocuk mu?
Yok canım. Ne yazık ki öyle bile değil. Aktörler elbet perperişan edilen temiz gençler. Ama oynadıkları piyes de, onu sahneye koyan gizli rejisör de, hatta göze görünenleri değil.
Bir yol: 7 bin yıllık Bâbil artığı şu yomsuz küçükburjuva bataklığımız yok mu? Sahne o. Piyes ise, Çarlık Rusyası'nda Okhrana'ya karşı oynanan sahici dramın, CIA uzmanlarının eliyle 1970'ler Türkiye'sine körükörüne uygulanışı. Kasketini yıkıp: "Bizim Devrimci Gençlik ne canlar yaktı Kâğıthane'de!" gazelini okuyan yarım sarhoş "teorisyenler", yalnız kendilerini ve birkaç sinirli çocuğu birkaç günlüğüne kandırabilirlerdi. İş Narodnik tavşanının suyunun suyu bile olmadı. Elbet dökülen masum devrimci kanı boşa gitmedi ve gidemezdi ve gitmeyecektir. Diyalektiğin öbür momenti zartzurtla hiçe indirilemez. Tepecektir. Temiz genç kanın döküldüğü toprakta tohum kaçınılmazca çimlenecek, fıliz verecektir. Buna, en başta piyesi sahneye koyan kurnaz, o çok hain parababalarının en ufak kuşkuları bulunmasın.
Ancak şu anda, şimdi gençliği kan içinde yok yere yıkmış bulunan Raund'ta parsayı faşizm topladı. Zaif bir öncü gençlik çetesini. Parababalarının tâlimli zengin ordulaşmış güçlerine cepheden saldırıya kaldırmak, başka sonuç için olamazdı. Bizim Narodnik'ler, hinoğluhince tertiplenmiş Çar İstibdadının dilediği yerde ve yönde zafer, kolay zafer kazanması, Devrimci güçleri kolayca bozguna uğratması oyununa kışkırtıldılar. Faşizm altta güreşmeyi bildi. Çocuklar, kendilerine zorla dayatılan "üstte güreşme" gösterisine çok fena kapıldılar. Kolayca "Kafa kol oldular". Bunu anlamanın zamanı geldi, geçti: Hâlâ anlamamakta direnenler, CIA sırtlanlarına ölmüş ceset hazırlamaktan başka bir şey yapmış olmazlar.
Oyun açıktır. Parababaları 27 Mayıs geleneğini üstte güreşmekle yenemiyeceklerini biliyorlardı. Üstelik 61 Anayasasının vurgun yaldızcılığına gelmeyen platonik yanlarını hiç bir zaman affetmediler. Durup dururken de, Parababalarına "Süleyman Sofrası" kadar zengin Vurgun İktidarını gökten zenbille indirivermiş bulunan 27 Mayıs Anayasa güllük gülistanlığını, kıyısında köşesinde kalmış ufak tefek dikenleri yüzünden yok etmeye bir türlü girişemediler. Ne yapacaklardı? "Beyin Tröstleri" CIA'nın eli altında Endonezya kartına dek bin bir kumar planı hazırdı. İş onlardan birini seçmeye kalmıştı. Obur manyak Piknik Süleyman Bacanak hazır konduğu beklenmedik "Süleyman Sofrası"ndan rızasıyla kalkmak istemiyordu. "Yürüsünler. Yollar aşınacak değil ya! Biz soframıza bakarız" diyorlardı Süleymancılar. Endonezya planına vardı. Ama, şu Allahın belâsı burjuva ordusu bile 19.cu yüzyılın Burjuva "Devrimci" geleneklerini bir türlü omuzundan silkip atamıyordu. Onunla Türkiye Halkını kılıçtan geçirmek güçtü. Bir hile bulunmalıydı. Fransız oyunu da aynen uygulanamazdı. Hazır Gençlik bir şeyler taklit ediyordu. Onu işlemekten başka çıkar CIA yolu kalmamıştı. Az acı da olsa bu kumar oynandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder