19 Mayıs 2013

Şükrü Erbaş’ı Öldürmesek de Olur!, Mehmet İşten



Avrupalı ilerlemecilik, modernleşmecilik hiçbir şeyin olduğu gibi kalmasına tahammül edemez. Her şey için belli prototipler vardır. Şehir planları gibi hayat planları, insan planları yapılmıştır. Çocuk şöyle olmalı, işçi böyle olmalı, papatyalar şöyle, evcil hayvan böyle vb. Yığınla model vardır hazırladığı ve her şeyi buna uygun ister, dışında kalanlar bazen güzellikle bazen zorla ama yeterli sürede mutlaka yok olurlar. Köylüler için de böyle bir modellemesi vardır elbet. Köylü dediğin, makineleşmiş tarıma geçmiş olmalı, tavuklarını ve ineklerini belli ilaçlarla hastalıklara karşı korumalı, ineklerin semirmelerine ve tavukların gerektiği kadar yumurtlamasına çalışmalıdır, verimlilik hesabı yapmayı bilmeli; geliştirilmiş, iyileştirilmiş tohumlar kullanmalı; öte yandan kültürel olarak şehirliler gibi yaşamalı, akşamları roman okumalı, çocuklarının eğitimiyle yakından ilgilenmeli, nezaket kurallarına uymalı ve çağdaş olmalıdır; hiçbir şeyin olduğu gibi olmasına tahammülü yoktur sistemin.

Bir ara, bir yerlerde okumuştum sanırım, “köylüleri niçin öldürmeliyiz” dizesinin aslı Avrupalı bir şaire aitmiş. Araştırdım biraz, ama bulamadım. Ziyanı yok. Köylüleri niçin öldürmeliyiz sorusu esasen ezeli bir sorudur. Türk şiirinde de bir “köylüleri niçin öldürmeliyiz” hikmeti vardır. Önce hangisinde bilmem ama Şükrü Erbaş’ın ve İsmet Özel’in birer şiirinde geçer:

Köylüleri niçin öldürmeliyiz / Bu sorunun karşılığını bulamıyorum / İçinden çıkılmaz bir olay ama önemsiz / Köylüleri öldürmesek de olur / Hatta onların kalın suratlarını / Görmezlikten gelebiliriz der İsmet Özel, “Akla Karşı Tezler” şiirinde. Sonra Şükrü Erbaş, “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz” adlı şiirinin tekrar eden dizesi olarak kullanır aynı soruyu. Şükrü Erbaş’ın şiiri İsmet Özel’in şiirine göre daha açıktır; köylüleri öldürmeliyiz; şundan şundan dolayı gibi genel bir sebep sonuç ilişkisine dayanır dizeler. İsmet Özel konuyu muğlak bırakır. İçinden çıkılmaz bir olay der; bu sorunun karşılığını bulamıyorum der. Oysa Şükrü Erbaş, kendinden emin bir ses tonuyla gelişen şiirinde zaten verilmiş olan “köylüleri öldürme kararı”nın nedenlerini açıklamaya koyulur. İsmet Özel’inki bir belirsizliktir. Şükrü Erbaş ise bize neredeyse madde madde bu idam kararının sebeplerini açıklar; bizim “hakkaten ya öldürelim şu köylüleri” cümlesini söylememizi sağlamak ister. En sonunda da “köylüleri nasıl kurtaralım”ı büyük harflerle yazarak bitirir şiiri. Bir nedamet midir bu acaba, acımış mıdır? Görünüşe göre değil, burada köylüleri değiştirmek bütün bu sıralanan olumsuz özelliklerini gidermek yani köylüleri “köylü” olmaktan çıkarmak manasındadır ki, bu da başka türlü bir biçimde öldürmektir köylüleri.

Şiir, esas olarak aydınlanmış, ileri Avrupalı’nın cahil, kaba, geri olana bütün nefretini yansıtmaktadır. Çağdaş Avrupalı şairimiz ile geri köylülerin bütün değerleri, yaşama şekilleri birbirine taban tabana zıttır. Ancak şairimiz ve onun zihniyeti var olan düzenin sahibidir, hâkimidir. Kendisi gibi olmayanları öldürmek gerektiğine karar verdiğine göre…

Köylüleri niçin öldürmeliyiz diye soran kişi belli ki medeniyet sonrasından söz almaktadır. Çünkü köylü sınıfı vardır, bu aynı zamanda ekonominin, endüstrinin, yerleşik hayatın var oluşu demektir. Öte yandan adamımız, onları öldürmeyi önerdiğine göre, köylü değildir. Demek ki, birincisi adamımız köylü değildir, ikincisi şehirlidir, üçüncüsü medenidir ve şiir geliştikçe anladığımız kadarıyla naziktir, düşüncelidir, kültürlüdür, çağdaştır, aydındır…

Şiir içinde sergilenenlere bakılırsa köylülerin temel kabahati ekonomide var oluş biçimleri değil, onların bir kültürel özne, bir kültür durumu olarak var oluş tarzları ve adamımızın değerlerine sahip olmamaları, kaba olmaları, hijyeni bilmemeleri, eğitimsiz olmaları vb.dir. Bütün bunlar medeni dünyanın kanıksanmış değerleridir. Gün odur ki bu ve benzeri değerleri reddetmeniz durumunda köylü olmasanız da sizi öldüreceklerdir.

Köylüler, varlıkları ile ne onun yiyeceğini azaltmakta ne yaşama alanını daraltmakta ama yine de onu tiksindirmektedir. Şiir köylülere atfedilen davranışların kötülüğünü sergilerken asıl olarak şu mesajı verir: Medeni insan böyle yapmaz! Bu yönüyle propagandif bir şiirdir aynı zamanda. İlerlemeci, aydınlanmacı, akılcı bir dünya görüşünün net progandasıdır yapılan.

Geçen belgesel izliyorum Şükrü, Avustralya’ya ilk yerleşenler kimlermiş biliyor musun, bir yarbay ve emrindeki 20-30 kişilik bir birlik. İdam cezası kalkınca suçluları idam edemeyen İngilizler başlarına bu birliği verip suçluları Avustralya’ya göndermiş. Tabii orada yaşayan sakinler de var, bu yeni kıta’nın keşfi(!) sırasında, yani Aborjinler de var. Bu isim de onlara misyoner rahipler tarafından verilmiş zaten, elin vahşisi nereden bilecek kendini adlandırmayı! Belki de kendilerine bir şey diyorlardır ama bizim rahipler beğenmemişlerdir. Ab-orjin! Benim adım Avrupalı, bundan sonra senin adın da Ab-orjin olsun demişlerdir :) Böyle şeylere çok gülüyorum Şükrü, neyse dolaştırmayım. Orada birkaç yüz bin kelle, biraz katliam, koloni falan. Bilirsin bu işleri, nasıldır… Yarbay iyi kalpli biriymiş. Belgeselde öyle diyor, bir de sahneyi canlandırmışlar belgeselde. Bu Aborjinleri medenileştirmeye karar veriyor yarbay ve kendi halinde gayet de mutlu yaşayan bu Aborjinler’den birini kaçırıyor, kim bilir medeni bir hayat yaşayamadığı için ne kadar meyustur diye düşünerekten. İşte ona medeniyet öğretiyor falan. Şöyle bir sahne; deniz kenarında Noel yemeği yiyor yarbay, karşısında yalnızca o kaçırdığı ve üstüne başına medeni kıyafetler giydirdiği yerli var masada. İşte biliyorsun, şu çatal, şu bıçak diyor, şerefe demeyi öğretiyor falan. Adamı medenileştirmeye çalışıyor, ama Allahın yerlisi ne bilsin mutsuz olduğunu, medeniyetsiz kalınca. Bir türlü yarbayın dediği noktaya gelemiyor ve kaçıyor bir gün. Yarbayımız can sıkıntısını gidermeye arkadaş ararmış meğer, o gidince kederleniyor falan. Adamcağızın işi zormuş yani, vahşi’yi önce kendisiyle arkadaş olabilecek bir adama dönüştürmesi lazım. Sonra bir gün geri dönüyor yerli, yanında iki arkadaşıyla, yarbay çok mutlu oluyor, “pişman oldu” diye düşünüyor, medeniyetin daha iyi bir şey olduğunu anladı! Ama o yerli ne yapıyor dersin? Onu mızraklıyor Şükrü, düşünebiliyor musun? Vefasızlığın böylesi. Bunlar olurken başka şeyler de oluyor oralarda elbette, nüfusu 300 bin civarında olduğu düşünülen Aborjinler’in 265 binini katlediyorlar. Geriye kalanlar da topraklarını kaybediyor, yaşam tarzlarını kaybediyor. Şu anda 20 bin kadar Aborjin kendi kültürünü devam ettiriyor. Diyeceğim o ki , senin o yarbaydan ne farkın var Şükrü? Hatta sen bu kanlı medenileştirme operasyonunu kendi halkının üzerinde uygulamak istiyorsun. Avrupalı’nın, medeninin kibri, geri kalmışlıktan tiksinmesi, kendisi gibi olmayanları aşağılaması, onlara tepeden bakması neyse de; ama azıcık ele geçirilmiş, mektep medrese görmüş, kravat takmış, yemeği masada yemeye başlamış Hintlinin diğer Hintlilerden, üniversite görmüş Cezayirlinin diğer Cezayirlilerden, iki kitap okumuş şairin Anadolu köylüsünden utanması ne acayip bir şey Şükrü! Evet, aslında bir tiksinme değil bu, geri ülkelerin entelektüelinde, okumuş etmişinde her zaman rastladığımız “Beni utandırıyorsunuz!” duygusu. Onlar için istemiyor iyi olduğunu düşündüğü bütün bu medeni hayatı, öyle bir toplumun içinde yaşamayı düşlediği, kendini ona layık gördüğü için istiyor.

Aptal, kaba ve kurnazdırlar / İnanarak ve kolayca yalan söylerler / Paraları olsa da / Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır / Her şeyi hafife alır ve herkese söverler

Şükrü, bizim köylüleri yalancılıkla, kabalıkla, kurnazlıkla, ciddiyetsizlikle, küfürbazlıkla, eziklikle suçlar. (Şehirlilerde ve şairimizde hiç olmayan şeyler!) Yoksul görünmeyi sevmez bizim ilerici şair Şükrü. Kılıf kıyafet, mostra düzgün olmalı. İyi görünmek, uygar Avrupalının barbarlara, vahşilere ilk öğrettiği şeydir gerçekten. Tıraş olacaksın, düzgün görüneceksin. Baktın adamlar tıraş olmuyor ve düzgün giyinmiyor, yasa çıkaracaksın. Var bizde mesela, kılık kıyafet yönetmeliği, şapka kanunu! te Allahım...

İlk ekonomik suçlaması onların tüm dünyayı kendi ekonomik gerçeklikleri ile algıladıklarına dairdir: Yağmuru, rüzgârı ve güneşi / Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden / Düşünmezler

Şairimizin burada durduğu yer nasıl bir yerdir acaba? İlerlemeci ve medeni olduğunu anladık. Ama ilerlemeci ve medeni bakışlar da türlü türlüdür. Kapitalizmi var, liberalizmi var, sosyalizmi var, oryantalizmi var. Diyor ki Şükrü, gözünü sevdiğimin köylüsü, bir kez olsun bencil olma, ötekileri de düşün. Bu, ilerlemeciliklerden hangisine yakışır? Elbette solcu ve toplumcu olana. Kapitalist ilerlemecilik, gemisini yürüten kaptan der, her koyun kendi bacağından asılır der; sosyalist ilerlemecilik ise hep birlikte ilerleyeceğiz, hep birlikte refah toplumunu kuracağız, bu yüzden bencil olma! Ama nihayetinde kardeştir bunlar, çünkü dünyayı ve insanı ekonomi üzerinden algılarlar, öyle algılanması gerektiğini vazederler. Öyle değil mi Şükrü, alt yapı ilişkisi “ekonomi” belirlemez mi bütün diğer üst yapıları. Zavallı köylü ne yapsın? Parayı kaldırdınız da ona mı direndi garip. Hem ayrıca şehirliler, hatta şairler öyle değiller mi, öyle olmadan kalınabiliyor mu bu düzende. Köylüleri bu nedenle öldürüyorsun da, asıl sahibi köylü müdür bu paraya, mülkiyete, rekabete dayalı sistemin?

Köylü nedir biliyor musun Şükrü, gerçekten de asıl felaketi yaratan adamdır! O ki göçebeliği bırakıp yerleşmiştir, o ki tarımı başlatmıştır, o ki mülkiyeti ortaya çıkarmıştır, o ki medeniyeti kurmuştur, yani bu adam burjuvayı da entelektüeli de sosyalizmi de faşizmi de kapitalizmi de çıkaran adamdır, öldürsek yeridir Şükrü. Fakat sen amma tuhaf bir yerden saldırıyorsun; kültürden, senin kadar elit, kültürlü, eğitimli olmamasından.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz / Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler / Kendilerinden olanlarla alay edip / Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar / Devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir / Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar

Şükrü, istiyor ki kıymeti bilinsin, istiyor ki yanlış partilere oy vermesinler, istiyor ki her şeyi halka rağmen, halk için yaptıklarını anlasınlar, velhasıl Şükrü istiyor ki medeni, çağdaş, ileri bir ülkesi ve halkı olsun.

Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir. Yalnızca o kadar da değil Şükrü! Devlet askerliktir, vergidir, insanlara kendi dillerinin, kültürlerinin yasaklanmasıdır, devlet mahkemedir, cezaevidir, cezaevinde öldürülmektir, işkencedir, inancını yaşayamamaktır, alçak sesle konuşmaktır, konuşamamaktır; devlet adamının olmasıdır; dürüst, yalansız yaşayamamaktır; korkmayalım da ne yapalım Şükrü, Allahını seversen?

Şiirin devamında şunları söylüyor ilerici şair Şükrü Erbaş: Evlerinde kitap müzik ve resim yoktur / Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz / Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar

Ne güzel değil mi? Sanırsınız Paris’in lüks semtlerinde oturan şairimiz yazmış. Babası, hadi en çok dedesi sanırsın köyden gelmemiş. Köylülerin evinde sanat yokmuş, dişlerini fırçalamıyorlarmış da pijama giymeyi unutuyorlarmış. Vay anasını!

Adım başı pınar olsa da köylerinde / Temiz giyinmez ve her zaman / Bir karış sakalla gezerler diyorsun ya, aklıma daha medeni bir yaşam uğruna kesilen ormanlar, kurutulan dereler geliyor. Sen bu şiiri yazdığında kirli sakal diye bir şey yoktu tabii, sakal yalnızca irticacılara özgüydü. Oysa biliyor musun Şükrü, senin kültürel atan Şinasi’yi meclisten atmışlardı sakalsız diye, şimdi sen de onları sakalı var diye öldürmek istiyorsun. İstiyorsun ki herkes kılık kıyafet yönetmeliğine göre yaşasın, temiz elbiseleri olsun, akşamları elbiselerini çıkarıp pijamalarını giysinler, biraz medeni olsunlar yahu, bunda ne kötülük var!

Şiiri satır satır ele alsak olur Şükrü, şiir değil adeta bir medeniyet dersi. Ama çabuk sıkılıyoruz, bildiğin gibi, bir dersi bile sonuna kadar dinleyemiyoruz dışarıda gürül gürül bir hayat varken.

Şaka bir yana; bu, Batıcı, kalkınmacı, muasır medeniyet seviyeci şiir, Anadolu’nun ücra köylerinden birinden çıkıp üniversite okumaya gitmiş, orada şiirle, sanatla, ideolojiyle hemhal olmuş kaç delikanlının ve genç kızın şiir defterinde yer almıştır kim bilir! İnsanları böyle böyle zehirliyorlar, böyle böyle bir örnek yapıyorlar. Bu şiiri gözlerden kaçıralım derim ben. Çünkü şiirin yanlışlığına ikna etmek kolay değil insanları. Şükrü Erbaş’a gelince;

Onu öldürmesek de olur!

Hatta onun kalın suratını görmezden gelebiliriz.

Mehmet İşten



ANARŞİST gazetesi 4. sayı

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Sanırım bu yazının sadece ne kadar güzel, özgün, sarsıcı ve lezzetli olduğunu belirten bir yorum yazmak haksızlık olacak. Fazlasını hakettiği kesin; fakat "güzel ama neden güzel" sorusunu cevaplamak da ayrı bir birikim istiyor.yeterli bir birikimim olmasa da yazının sarsıcı güzelliği karşısında karınca kararınca da olsa bir şeyler söylemeden edemeyeceğim.

Bi kere Şükrü Erbaş son dönemde yaşamış şairler içinde oldukça önemli bir yere sahip. Hayranlarının çokluğundan değil, o açıdan İbrahim sadri de önemli sayılır. Şu açıdan yani: "ömür hanımla güz konuşmaları" "genelev mektupları" "dicle üstü ay bulanık" gibi eserlerin yazarı olan bir şairden bahsediyoruz. Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır. Böylesi bir adamı öldürmekten bahsediyoruz. Gerçi o da köylülere vermiş veriştirmiş ama ...Atatürk'ün “Köylü milletin efendisidir.” sözünü anmadan edemeyeceğim…yani o mevzuu derin, öyleki hemen her şeye söyleyecek bir lafı olan İsmet Özel bile, işin içinden çıkamamış ”konuyu muğlak bırakmıştır”.yani köylüler şöyledir böyledir fakat “adam sen bu yazıyı nasıl yazdın”.

Ki şükrü erbaş sıradan bir okurun bakış açısıyla- ki geçenlerde bizim murat 17 yaşında bir bilgisayar bağımlısı çocuğun internette gazeteyi ilk defa görüp gazete böyle bir şey miydi diye nasıl şaşkınlık içinde kaldığını anlatmıştı,bu çocuklar bırakın bir şiir kitabını gazete bile okumuyorlar-yani sıradan bir okurun bakış acısıyla köylüleri niçin öldürmeliyiz şiiri oldukça iyi bir şiirdir açık söyleyeyim ben bile bu yazıyı okuyana dek şiirin iyi olduğunu düşünüyordum . şimdi bakıyoruz da meğer o şiirin altında neler yatıyormuş….ismet özel dahi yazıda geçen şiiri ile köylülerin öldürülebileceğini ima etmiştir bence …gerçi aynı ismet özel Bingöl çobanlarının değerini göre bilmişti bir tv programında bahsediyordu..

İnsanın dünya görüşü nedenli sağlam olmalı ki bu şiiri bu konuyu böylesine açıklıkla değerlendire bilsin. Bu sayfalarda medeniyetin iyi bişey olmadığına dair yazılar görmüştüm ama ilk defa konunun bu kadar sağlam temeller üzerine oturtulduğunu görüyorum.
Yazının dilinin de yazarın önceki yazılarında olduğu gibi ne kadar tat verdiğini belirtmeden edemeyeceğim. Dediğim gibi yeterli birikimim olmasa da bu güzellik karşısında kendimi tutamayıp karınca kararınca birkaç laf edeyim dedim. Elinize yüreğinize sağlık .
(sadık kulunuz Fatima  )

Adsız dedi ki...

Tam bir köylünün kaleminden çıkabilecek bir yazi. Şükrü erbaşın dediklerinin hiç birine hayır bu yalandir, bu gerçeği ifade etmiyor diyememiş. Sadece evet oyleler ve bunun sorumlusu sizsiniz diyebilmis, hatta yer yer ad hominem yani one surulen dusunceyi değil de kişinin kendi ozelliklerini eleştirilmiş, iki kitap okumus aydinimiz, sanki sizin dedeniz koylu değildi gibi.
He niye sukru ustat bu kadar kafayi takiyo dizelerde de gecen :her zaman yanlis partiye oy verirler, kendinden olani degil de zulmedeni severler, kadinlarini doverler, cocuklarini kotu yetistirirler, pragmatist ve opportunist davranirlar... haliyle toplumu da , aydinlari da kotu etkilerler. Daha detaya girmek istemiyorum şiirde neredeyse hic bir metaforik anlatim yok yani koylu deyimiyle kabak gibi ortada. Anlamamak degil de kendileri de oyle oldugu icin sucunu kabullenememek olarak nitelendiriyorum bu yaziyi. Evet kotlu milletin efendisidir devam edin koylu olmaya.