09 Ocak 2014

Dün dündür, bugün bugün... Hep böyleydi, İdris Tütüncü

1 Eylül 2010 referandumu öncesinde darbeci vesayetçi zihniyet AKP'nin yargıyı ele geçirmek istediğini, HSYK'nın yapısındaki değişikliklerin bunun için yapıldığını söylüyordu..bense bu iddiayı anlayamıyordum. Çünkü anayasa değişikliği pakedini okuduğumda tam tersi bir durum görüyordum. Konunun hatırlanması için Anayasa profesörü ergun özbudun'un şu notunu paylaşayım:


"Muhalefet sözcüleri, bu değişiklikle, yargının kuşatılacağını, fethedileceğini, siyasî iktidarın hizmetine sokulacağını, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırılmış olacağını iddia etmişlerdir. Liberal-demokrat çevreler (“yetmez ama evetçiler”) ise değişikliğin Avrupa normlarına ve demokratik kriterlere uygunluğunu savunarak buna güçlü destek vermişlerdir. Nitekim değişiklik paketi, 1 Eylül 2010 tarihli halkoylamasında yüzde 58 gibi, AKP'nin normal oy oranının (2011 parlâmento seçimlerinde yüzde 49,8) hayli üzerinde bir çoğunlukla kabul edilmiştir."


ayrıntılara girmeyeyim ama özetle HSYK'da daha önce yalnızca yüksek yargının sözü geçiyordu ve politikacıların kurum üzerindeki etkisi olması gerekenin çok üzerindeydi, kurumun yapısı antidemokratikti ve hatta  demkrasinin teminatını oluşturan yargı yasama yürütme bağımsızlığını kötü niyetli iktidarların yok etmesine olanak sağlıyordu, adeta  tek parti iktidarının yasal yollarla otoriter faşist bir çizgiye geçivermesine açık kapı bırakıyordu.


her ne kadar oy kullanılmasına karşı çıksam da bunları dillendirmiş ve yetmez ama evetçi olmakla suçlanmıştım..kim tarafından hem de, solcular tarafından, demokratlar tarafından! AKP'nin yaptığı her şeye karşı çıkmak adına çeşitli köşe yazarların ve yorumcuların çıkardıkları sonuç cümleleri üzerinden gündelik politika izliyorlardı.. 


aslında AKP'nin getirdiği o HSYK değişikliğinin yargının bağımsızlığını sağlamaya ne büyük katkı sağladığını bugün daha iyi anladık. Hakimler ve savcılar o değişikliklerden aldıkları güçle AKP'yi - dolayısıyla yürütmeyi- tarumar ettiler. 


Ne yazık ki AKP demokrasinin o kadar da iyi bir şey olmadığı kanaatine vardı bu gelişmeler sonucu. İnönü'nün "bu memlekete demokrasi lazımsa onu da biz getiririz" sözü ile ortaya koyduğu faşizan düşünüş bütün otoriter yapıların şiarıdır.

"memlekette demokrasi devrimi yapan parti olma"nın politikacıyı erekte edici çağrısıyla yol çıkanlar gerçeği anladılar: demokrasi, totaliter, kendi istedikleri bir hayat tarzını genelleştirmek isteyenler için değil; çoğulcu, azınlıkta olanın hakkını koruyan, eleştirilmeye, denetlenmeye açık olanlar içindi.. belki sanıyorlardı ki demokrasiyi ben getireceğime göre herkes bana biat eder, böyle bir hükümeti kim niye istemesin, kim niye denetlemek istesin?

böylece sözde demokrasi havariliğinin fiyakalı sıvası dökülüverdi kısa bir süre içinde... askeri vesayeti kaldırırken, paşaların sisteme doğru sallayadurdukları işaret parmağını kırarken güç aldıkları demokratik ilkeler referandum sonrası çöpe atılmaya başlandı. önce söylemde görüldü demokrasiyi gerçek manada bir içselleştirme falan olmadığı: dindar nesil istiyorlardı; alkol günahtı ve insan sağlığına zararlıydı, kimse kullanmasındı; çevre değil kazanç önemliydi, adil bölüşüm değil yabancı sermayenin ülkeye akması önemliydi, kürtaj yasaklanmalıydı vb.

daha sonraki 2 yıl içinde defalarca görüldü ki AKP gerçekten demokrasi isteyen bir parti değildi. Bu anlaşıldığı andan itibaren kendilerine emanet olarak verilen oylar ve destekler çekilmeye başlandı, AKP'nin "dinci parti" yaftasından kurtulmasında ve siyasal meşruiyet kazanmasında önemli pay sahibi liberaller topa tutmaya başladılar.

Ardından biliyorsunuz Gezi eylemleri ve başta Başbakan'ın olmak üzere giderek sertleşen söylem, paranoyak savunmalar, her durumda tersini savunmaya dönük bir akıl, komplo teorileri ile gözüne perde inmiş bir hükümet. Lider sultasının diktatör tapınmasını çağrıştırdığı bir parti içi görünüm.

Giderek gerilen ok enerjisinin en üst noktasını bulduğunda gayet yetersiz bir görünen nedenden halk ayaklanamsı halinde önce gezi'de gösterdi kendini... Kısmi rahatlama ve kısmi yorgunluk. Yeniden gerilmeye başlama ve son noktaya geldiğinde yine fırlayacak bir doluluk. Basıncı artan hırçın su duvarın zayıf yerlerini yokluyor. Ve rüşvet skandalı. Duvar önemli bir yerinden daha deliniyor. Yeniden aynı paranoyak, halkı salak yerine koyan bakışın duvarı kapama telaşı.. Gezide nispeten hasarın etkilerini azalttığı varsayılan dik duruş, sert söylem tavrının yine devam ettirilmesi... Zaten parti içinden farklı ses çıkaranlar Bülent Arınç bile olsalar sesleri kısılıyor.

Şimdi, HSYK'nın yapısını yeniden değiştiriyor AKP... Eskisinden de geri ve faşizan bir noktaya doğru... Oysa referandumda %58 bu değişikliğe "evet" demişti. Şimdi eski haline, ondan bile kötüsüne giderken halka sorma gereği duyulmuyor. Çünkü artık bambaşka bir yerdeyiz. Göstermelik demokrasicilik oyunu bitti. İktidar savaşları, gizli, paralel, derin, kirli bir savaş, düzenli ya da düzensiz askerlerin, meşru ya da gayrımeşru yolların kullanıldığı bir savaş. Kimsenin siyasal nezaket, tutarlılık, çağdaşlık martavallarına ayıracak zamanı yok.. Maçı kazanalım da sonrasına sonra bakarız deniyor. Halka güven tam... Demokrasiyi zaten kendileri kazanmamıştı, nasıl geldiyse öyle gider... Kendileri kazanmış olsalardı kimse ellerinden kolay kolay alamazdı. Lidere biat, partiye bağlılık kültürü üzerinden geliştiği için önemli bir sorun yok. Halk, Erdoğan konuştukça "yalan da olsa söyle, hoşuma gidiyor" diyor, "inanmaya hazırım" diyor. 

Ama unutulmasın ki halk %50 değil %100'dür. Her iki kişiden birinin oyunu  aldım diye böbürlendiğin cümlenin her iki kişiden biri bana karşı diye bir okunuşu daha vardır. Söylemlerinden dolayı sana destek veren insanların bu kadar sahtekarlıktan sonra sana devam edeceğini nasıl düşünebiliyorsun?

Dönelim başa, AKP'nin referanduma sunduğu değişikliklerle yargıyı ele geçirmeye çalıştığını düşünenler acaba "yanılmışız" diyebilirler mi yoksa siyasal hareketlerin karakteri gereği "kardeşim oraya da cemaatler yerleşmiş bu değişiklikle" falan gibi yüzeyden mi gidecekler?

Mesele ilkeye bakmaktır. HSYK ile AKP'nin var olan durumunu değil bunu ortaya çıkaran yargı ve yürütmenin ilkesel pozisyonlarını ele almalısınız. HSYK bağımsız olmalı mıdır, HSYK'nın bağımsızlığı ne demektiir, yürütmenin gücü nedir ve ne olmalıdır, demokrasi hükümetin devlet gücünün kullanmasına sınırlar getirmeli midir ve nasıl? seçilmişlerin seçilmiş olmanın gücü üzerinden demokrasiyi kötüye kullanmalarını nasıl engelleyebilir, sivil gücün denetlenmesini nasıl sağlayabiliriz türünden sorular da sormalıyız.

Hiç yorum yok: