ulusların oluşumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ulusların oluşumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2014

avrupa/kökler, efsaneler, inançlar alev alatlı

AVRUPA, Kökler, Efsaneler, İnançlar
AVRUPA
KÖKLER, EFSANELER, İNANÇLAR
(I)

“Avrupa” sözcüğünün nereden geldiğini bilmem hiç düşündünüz mü? Bir rivayete göre, Avrupa adını Finike prensesi Europa’dan alıyor. Finikeliler günümüzde Lübnan’ın olduğu Doğu Akdeniz kıyılarında yaşayan denizci bir halk – bu hesapça Prenses Europa Orta Doğulu bir genç kız oluyor. Efsaneye göre, pagan Yunanlıların en büyük tanrıları Zeus, Finikeli genç kıza aşık oluyor. Beyaz bir boğa şekline giriyor, Prenses Europa’yı kaçırıyor, Girit adasının batısına getiriyor. Europa o kadar güzelmiş ki, Zeus onu kaçırdığında güneş de onunla birlikte gidiyor, Batı istikametinde prensesin gözden kaybolduğu yerde kayboluyor. O gün bugün, Doğu Akdenizin Lübnan sahillerinden bakanlar, güneşin Europa’nın gözden kaybolduğu batıda battığını görürlermiş. Hatta, Arapça ve İbranicede “gün batımı” anlamına gelen “ereb” kelimesi de aslında bu Finike prensesinin isminden türemişmiş.

Peki, ya Almanya’nın adı? O nereden geliyor? O da “Allemanni” sözcüğünden geliyor. İsa’nın doğumunda üç yüz yıl kadar sonra Elbe ve Tuna nehirleri arasında yaşayan bir “Germen” kavminin, daha doğrusu küçüklü büyüklü bir takım “Germen” klanlarının ortak adı,“Allemanni”.
“Germenler” günümüz Avrupası halklarını oluşturan “aslî nesep”lerden birisi sayılıyorlar. İsveç, Norveç, Danimarka, Almanya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Avusturya, İsviçre, Kuzey İtalya, İzlanda, hatta, Kuzey ve Orta Fransa ile aşağı İskoçya ve İngiltere’yi oluşturan halkların kökeni “Germen.”
“Allemani” Germen kavimlerinin önde gelenlerinden birisi; ama başkaları da var: Angles’ler, Sakson’lar, Burgundî’ler, Lombardlar, Vizigotlar, vb. vb. Ancak, bu insanlar kendilerine “Germen” demezlermiş. Hatta “Germen” sözcüğünün nereden geldiği de kesin olarak bilinmiyor.
Germen kavimleri, etnik bir dayanışma içine de girmememişler. Tersine, Milâttan sonra yedinci yüzyıldan itibaren çeşitli halklara bölünmüşler. Bu halklar giderek ayrışmış, farklılaşmış ve Avrupa’nın az once saydığımız ulus-devletleri oluşturmuşlar.
“Allemani”ye dönersek: bundan bin yedi yüz yıl kadar önce Elbe ve Tuna nehirleri arasında yaşayan “Allemanni,” yüz yıl kadar bir süreyle Avrupanın bir diğer önemli kavmi Romalılarla kavgalaştıktan sonra günümüzde Alsace, Badeni ve İsviçre’nin kuzeydoğusunu kapsayan bölgeye yerleşiyor.
Alsace, malûm, günümüzde Fransa’nın doğu sınırında, Almanya ile İsviçre arasında bir şerit gibi uzanan mülkiyeti tartışmalı bölge. 19.yüzyılın ünlü Alman şansölyesi ve Alman birliğinin kurucusu Bismarck, 1870’lerde Alsace’ın Alman toprağı olduğunu ilân ettiğinde kıyamet kopmuş. Bölgenin Fransız sakinleri yurtlarını terkedip, göçmek zorunda kalmışlar. Büyük bir çoğunluğu da Amerika’ya göçmüş. Bu göçmenler arasında Bartholdi isminde bir heykeltraş var ki, New York’taki ünlü Özgürlük Anıtının yontucu bu Alsace’lı. Fransızların Amerikalılara hediye ettiği bu heykel, Almanların Alsace’lılara çok gördüğü özgürlükleri ifadesiymiş. Alsace, Birinci Dünya Savaşı’nın da önde gelen nedenlerinden birisi. Fransızlar, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanları durduracağını umdukları ünlü Maginot hattını burada güçlendirmişler. Bugün artık, Alsace, Avrupa barışının simgesi rolünü üstlenmiş. “Avrupa Birliği’nin kalbi” olarak sunuluyor. Üzüm bağları, şarapları ve yemekleri dillere destan. “Allemni” kavminin yerleşim alanı içindeki diğer şehir Baden, günümüz Almanyasının güneybatı ucundaki ünlü kaplıca şehri. “Kara Ormanların yeşil başkenti” dedikleri Freiburg’un az ötesindeki turist merkezi.
Alsace, Baden ve İsviçre’nin kuzeydoğusunu kapsayan bu bölgeye beşinci yüzyıldan itibaren adamakıllı yerleşen “Allemanni,” güçlenip, batıya doğru yayılmaya başlayınca karşısında “Franklar”ı buluyor. “Franklar” da günümüz Fransızlarının aslî kavmi sayılıyorlar. “Frank”ın kelime anlamı “cesur” ya da “atak” diye geçiyor.
Cesur Franklar ile Allemanni, M.S. 496 yılında nihai bir muharebede kapışıyorlar. Frankların başında ünlü Kralları Clovis var. Allemanni, Frank kıralı Clovis (ya da Chlodvig’in) karşısında dayanamıyor. Ve Allemanni’ler Frankların egemenliği altına giriyorlar.
Franların Allemanni karşı kazandıkları zafer, Clovis’e büyük bir Batı imparatorluğunun hükümdarı olmanın yolunu açıyor. 469 savaşı Avrupa’nın Eski Çağdan, Orta Çağ’a geçtiği tarih sayılıyor. Allemanni kavminin yenilgisi, Batı Avrupa’ya yeni bir yüz kazandıracak oluşumu başlattı diyorlar.
Nedeni de şu: “Allemanni” beşinci yüzyıl Avrupası kavimlerinin büyük çoğunluğu gibi pagan ve çok tanrılı “Asatru” dininden. Gotlar, Saksonlar, Frizyanlar, Anglesler, günümüz Danimarkasının asli kavmi Danlar, İsveçliler, Norveçliler bu pagan “Asatru” dininin muhtelif çeşitlemelerine inanıyorlar.
Allemanni’yi yenen Frank kıralı Clovis de bir pagan. Ama eşi bir Katolik. Kıral Clovis’I “doğru din” dediği Katolikliğe döndürmek için elinden geleni yapıyor. Hocalar tutuyor, papazlara vaazlar verdiriyor, görkemli ayinler, şölenler düzenliyor olmuyor. Kilisesini baştan başa süslüyor, yine olmuyor. Kıral Clovis’i Asatru inancından bir türlü vazgeçiremiyor.
Meğer Clovis’in inadının asıl nedeni hıristiyanlığı bir tür alışverişe benzetiyor olmasıymış. “Hıristiyanlar günah işler, sonra da bir kaç dua okuyup, bağışlanırlar, benim aklım da bunu almaz” demekteymiş. “Hıristiyanlar tanrıları ile pazarlık yaparlar, sen bana bunu yaparsan ben de sana şunu yaparım diye pazarlığa girerler ki, benim aklım bunu da almaz” buyururmuş. Böylece, uzun yıllar direniyor.
Ne ki, bu arada Allemanni ile de kapışmaktadır. 469’da zaferi ile sonunçlanan o nihai Frank-Allemanni muharebesinden on yıl önceki bir savaşta fena halde yenilmiş olduğu aklından çıkmıyor. Bu son muharebede de, bir nokta geliyor, Kral Clovis askerlerinin kaçmaya başladığını görüyor. İşte bu noktada “kendisine eski zaferlerini bağışlayan pagan tanrılarını terkediyor.” Bu sözcükler aynen böyle. “Tours’lu Gregori” isimli bir vakanüvis aynen böyle yazıyor “Frank kralı Clovis, kendisine eski zaferlerini bağışlayan pagan tanrılarını terkediyor” ve İsa Mesih’ten yardım istiyor: “Ey, İsa Mesih, karım Chrodechilde senin yaşayan bir Tanrı’nın oğlu olduğunu söylüyor. Senden düşmanlarımı yenmemi sağlamanı rica ediyorum. Sen bana bu iyiliği yaparsan, ben de sana iman eder, vaftiz olurum” diyor. Görüldüğü gibi, hıristiyanların karşı çıktığı yöntemlerini iyi öğrenmiş. Nitekim, “O bu sözleri söyler söylemez, bu defa Allemanni kaçmaya başlıyor” – diye anlatıyor, vakanüvis Gregori. Almanların kaçtığını gören Clovis, andına sadık kalıyor ve Rheims piskoposu tarafından Ortodoks hıristiyan olarak oracıkta vaftiz ediliyor.
Clovis’in pagan Asatru dininden hıristiyanlığa dönüşü Avrupa’nın Eski Çağdan, Orta Çağ’a geçtiği tarih sayılıyor.
Allemanni kaviminin Franklara yenilgisinin Batı Avrupa’ya yeni bir yüz kazandıracak oluşumu başlatması böyle ilginç bir pazarlığın sonucuymuş.
Benzeri pazarlıklara diğer başka pagan Avrupa kavimlerde de rastlıyoruz. Akla gelenlerden bir diğeri de Kiev Prensi Vladimir’in Hıristiyan olma öyküsü. Kiev, malûm, bugün Ukrayna’nın başkenti Dinyepr nehri üzerinde, kurulduğu tarihten bu yana Batı Avrupa ile içli dışlı olan bir merkez. Nitekim, Ukrayna günümüzde Avrupa Birliğine aday olan bir ülke.
Kiev, o zamanlar da Batı Avrupa’nın bir parçası ama esin kaynağı hep Bizans İstanbul’u olmuş. Kiev’in pagan Prensi Vladimir’in Hıristiyan olmasını sağlayan da bir kadın. Yıl, bu defa 988. Prens’in gözü İstanbul’da. Tutuyor, o günlerde Bizans’a ait olan Kırım’daki Sıvastopol şehrini zaptediyor. Sonra da oturuyor İstanbul’daki İmparator Basileyos’a bir mektup yazıyor: “Bilesin ki, görkemli şehrini zaptettim. Duyduğıma göre senin Anna isimli bekâr bir kızkardeşin varmış. Eğer onu bana karı olarak vermezsen, Sıvastopol’a yaptığımı senin şehrine de yaparım.”
İmparator Basileyos da diyor ki, “Hıristiyanların paganlarla evlenmesi uygun düşmez. Ama eğer vaftiz olursan hem bir karı sahibi, hem Tanrı’nın Kırallığı’nın mirascısı, hem de bizim din kardeşimiz olursun.”
Prens Vladimir, kabul ediyor ama bir şartla: Prenses Anna vaftizi gerçekleştirecek papazları ayağına getirecektir. İsteği kabul ediliyor. Anna, Sıvastopol’a geliyor, ancak Vladimir’in bu arada gözlerinden rahatsızlanmıştır. Bunu gören Anna, Prens’e vaftiz olursa