17 Şubat 2011
“Hayatında hiç MHP’ye oy vermemiş ilk okuldaki beş arkadaşını bulacaksın, orta öğretimden beş arkadaşını bulacaksın, asker arkadaşından beş tanesini bulacaksın, mahalle arkadaşından beş tanesini bulacaksın, sokaktan da 4 arkadaş, hepsini topla 24. 49 milyon bölü 24. Ortaya çıkan rakam ülkücülerin oy temin etmesi gereken hane sayısı . O hane sayısı 24 oy getirirse 19 milyon oy ile iktidar olursunuz.” – Devlet Bahçeli, MHP Genel Başkanı
Devlet Bahçeli gibi bir ekonomist olmadığımdan kaynaklı olsa gerek bu hesabın içerisinden çıkmam epey vakit aldı. Bahçeli’nin tek başına iktidara göz koyduğu hesaplamanın bir benzerini iktidara göz koymayan aksine sağlıklı ve eşitlikçi sosyal yapıların hakim olduğu bir dünya özlemi içerisinde olan biri olarak yapmaya çalışacağım.
İngiliz antropolog Robin Dunbar’a göre kararlı ilişkiler kurup bu ilişkileri sürdürebileceğimiz kişi sayısı 150’dir. Bu sayı, insan beyninin neokorteks büyüklüğünün bir fonksiyonudur. Dunbar’ın primatlarla yaptığı gözlemler sonucu geliştirdiği bu formüle göre esasen insanlar için 147,8 olan bu sayı, elbette sabit bir değer değil. 100 ile 230 arasında değişebiliyor.
Bu sayı neden önemli? Çünkü, sosyal grubumuzdaki kişi sayısının kapasitemizin üzerine çıkmaya başlamasıyla, grubumuzun diğer üyelerini insan olarak kavramsallaştıramamaya başlıyoruz. Kısaca, 150, bir sosyal grupta sağlıklı ve eşitlikçi ilişkiler sürdürebilmek için nörolojik bir sınır. Bu sınır aşıldığında ise insanların birbirine olan sosyal bağlılıkları artık birbirlerini insan olarak kavramsallaştıramadıkları için sürdürülemez bir hal alıyor. En fazla 500 kişilik yerleşke büyüklüğü için bir kritik eşik olduğunu belirten antropolog Raoul Naroll ise bu eşiğin aşıldığında eğer uygun sayıda otoriter memurlar varsa sosyal bağlılığın sürdürülebileceğini söylüyor.
Buna göre, bir topluluk, kişi sayısı belirli bir sayının üzerindeyse – ki bu sayı binler değil – hiyerarşi, toplumsal roller, ayrımcılık, vs. olmadan işleyemiyor. Bu grupları bir arada tutmak için kanunlar, kurallar, normlar, vs. gerekiyor. Çünkü insan beyni kalabalık gruplarda evrimleşmedi, yüz yüze iletişim kurduğu daha küçük gruplarda evrimleşti. İnsan toplulukları, eşitlikçi ve sağlıklı ilişki kurabileceği kişi sayısının üzerine çıktığında tüm bu kalabalık sosyal ilişkilerin üstesinden gelebilmek için işte bu basitleştirici kalıpları yarattı.
Örneğin, Dunbar, 150 sayısının uygulanmasını antropolojide ararken hakkında kesin bilgilere sahip olduğumuz 21 farklı avcı-toplayıcı toplumu – eşitlikçi toplulukları – inceleyerek ortalama nüfuslarının 148.4 kişi olduğunu buldu. 20. yüzyıl başında Kuzey Amerika’ya yerleşen Hutterit adlı dini grup da bir koloninin nüfusu 150’ye ulaştığında onu ikiye bölüp yeni bir koloni oluşturuyor. Grup liderlerinden birine göre, “Bu sayı aşıldığında insanlar birbirlerine yabancılaşmaya başlıyorlar.”
İlginçtir ki bu bilişsel eşiği kullanan bir tek bu gruplar değil. Kapitalist dünya da bu sayının sihrinin farkına varmış durumda – ama bilinçli ama bilinçsiz. Örneğin şu meşhur Gore-tex kumaşı üreten Gore firması da tesislerini 150 sayısına göre düzenliyor. Eğer bir ofis 150 kişiye ulaşırsa yeni bir ofis açıp ikiye bölünüyorlar. Bilinçli bir şekilde yapılan düzenlemelerden biri ise İsveç Vergi Dairesi. 2007 yılında vergi dairesi Dunbar’ın çalışmasından esinlenerek ofislerindeki kişi sayısını 150 ile sınırlandırıldı.
Bir yerlerden duymuştum: Ölen kişiyi tanımıyorsan, köy çok büyümüştür. İnsanların birbirini tanımadıkları sosyal örgütlenmeler ne kadar sağlıklı olabilir ki. Birikmeyi başarı olarak gören tüm toplumsal hareketler de uygarlığın ilerleme ve büyüme kavramından nasibini almıştır. Ne de olsa onların formülünde de uygarlık bir sabit, diğer her şey ise bir değişkendir.
Serhat Elfun Demirkol / yeniHarman Şubat 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder