"İki maaşımı hastalığına harcadığım talebe , sonbaharla beraber ölmüştü.Artık hiç bir zeka beni alakadar etmiyor; küçük ,nefes ve sığır kokulu sınıfın pencerelerini, dağ rüzgarına açtırmak aklıma gelmiyordu. Güzel havalarda, ağaçlar hakkında çocuklara hiçbir şey öğretmiyor; onlardan evlerine, hayatlarına açlık ve kederlerine dair hiçbir şey öğrenmek istemiyordum
Köy birdenbire hasta talebemle birlikte gömülmüştü. Üstüne bir avuç toprak atmıştım.Ben bu çocuğu çok severdim !"
Sislerin ''Babasultan'' köyüne inişi çok garip olurdu: Uzakta ve yukarımızda yarı yıldızları kapayan , ayın doğmasını geciktiren 'Katırdağ''ın tepesinden bir kervan sökülür. Bir dev kervanı birbirine iter; bu heyula Sarıyayla'da kıvrana kıvrana yayılır, ondan sonra bir müddet hiçbir şey gözükmezdi. ''Katırdağ'' bir ufuk gibi uzaklaşırdı. Sonra, birkaç dakika sonra, birbirimizi ancak on adımdan seçebilir olurduk. İki misli büyümüş olarak. Bu artık sis değil hakiki bir buluttu. Artık rahattık. Bütün kış birbirimizden birçok şeyler saklayabilirdik.
Bu birçok şeylerin içinde kederler, zayıflamalar, açlıklar ve hergelelikler vardı. Kışla beraber her şey saklanır, kimse kimsenin halini bilmez, hemen hemen merak etmezdi. Bazen ve çok nadiren beyaz ve masmavi bir gök açılıverirdi.
sait faik, köy hocası ile sığırtmaç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder