08 Eylül 2011

*Bir İktidar Teorisi – Bölüm 3 , Jeff Vail

Bir İktidar Teorisi – Bölüm 3


Kabaca 4 milyar yıl önce Dünya’da, “yaşam” dediğimiz şeyin başlangıcı göründü. Kendini eşleme ve doğal seçilim, nihayetinde basit organizmaların, DNA molekülü gibi moleküler modellerde kodlanmış bilgi geliştirmesine ve bu bilgiyi aktarmasına izin vererek, gittikçe artan karmaşık moleküler modellerin evrimini kolaylaştırdı. Bu genetik modeller gezegenimizdeki tüm biyolojik yaşamın temelini oluşturdu. Standart evrimsel hikaye, zamanla modellerin ayrı genler – etkin olarak birleşmek ve üremek için herbir tür tarafından kullanılmış aletler – içersinde bir araya geldiğini anlatır. Bu hikaye şuan yanlış görünüyor: oldukça sık ifade edildikleri gibi, genler kendi oluşturdukları türlerine hizmetçi gibi davranmazlar. Richard Dawkins’in 1979 yılında yayımladığı kitabı Bencil Gen‘de açıkladığı gibi, organizma kendini çoğaltmak için geni kullanmaz. Gen, daha ziyade, üreme için ev sahibi olarak organizmayı kullanır. Bu hemen göze çarpmayan, hatta eleştirel bir – bu iktidar-ilişkisinde gen organizma üzerinde kontrol kullanır – ilişki yaratır. Pek çok insan bunu genlerimizin bizi araç olarak kullandıkları ürkütücü bir farkındalık olarak deneyimler – bizi kontrol eden gen!
Genlerimiz çeşitli metotlar ile üzerimizde iktidar uygularlar. Genetik olarak bizler ev sahipleri için ister istemez yararlı değilse bile, gen için yararlı olduğu ispatlanmış şekillerde davranmaya programlandık. En temel seviyede, gen yaşamını sürdürmeyi garanti altına almak için beyin kimyamızın yapısıyla içgüdülerimizi özenle programlayarak üzerimizde iktidar uygular. Cinsel arzu, örneğin, genlerimiz için bir araç görevini görür. Yavrulama eyleminden alınan fiziksel zevk üreme oranını arttırarak ve böylece ortak genlerin yayılmasını güvence altına alarak, yavrulamanın meydana gelişini arttır. Bu teori cinsel zevki doğal seçilim testinden geçmiş bir metod olarak görür – çok iyi işe yaradığı için var olur ve gelişir. Benzer şekilde, insan sinir sistemine bağlanmış savaş ya da kaç tepkileri, yaşamı uzatma yeteneklerini ispat ettikleri için vardır. Savaş ya da kaç tepkisi, ev sahibinin genlerinin yaşamlarını sürdürmeleri ve üremelerine yol açacak şekilde bireyin üreme yaşına ulaşma şansını arttırır.
Genler bilinçli olarak hayatta kalma stratejilerini planlamazlar. Gelişimleri doğal seçilimin temel mekanizmasını takip eder: eğer gendeki rasgele bir mutasyon bireyin hayatta kalmasını ve üremesini çok daha olası kılıyorsa, o halde ortak gen, gen havuzundaki sıklığını büyük olasılıkla arttıracaktır. Kıt kaynaklar için rekabet ve çevresel baskı, üremek için hayatta kalabilecek bireylerin sayısını sınırlar. Zamanla, genlerindeki
değişikliklerden dolayı hayatta kalmak için daha büyük yetenek gösteren bu bireyler daha az genetik uygunluğa sahip olanların yerini alacaktır.
Yüksek türde hayvanların evrimiyle birlikte zihinsel kapasite arttıkça, yeni tarzda iktidar-ilişkileri de evrildi. Çoğu hayvan izole biçimde yaşamaz; hayatta kalmaya ya da çiftleşmeye uygun durumlar buldukları küçük gruplarda veya topluluklarda yaşarlar. Grup ortamında geliştiklerinde, genler, grubun hayatta kalmasını sağlayan mekanizmalara evrilirlerse – ve de bu mekanizmalar zaman zaman bireyin pahasına davransalar bile – çok daha başarılı olduklarını ispat ettiler. Bu, iktidarın evrimindeki önemli bir anı gösterir: arttırılmış zihinsel kapasite ve grubun hayatta kalma gereksiniminin birleşimi, grubun genetik kodunun yaşamını sürdürmesini garanti altına alan bir mekanizma olarak kültürün evrimini kolaylaştırdı. İletişimi, planlamayı ve koordine aktiviteyi geliştirmiş evrimsel adaptasyonlar kısa sürede ortaya çıktı ve grubun yaşamını sürdürebilirliğini arttırdı.
Bireydeki evrimsel gelişmeler kültürel evrime eşlik etti. Gelişen özelliklerin pek çoğu, gen ve grup kültürünün karşılıklı gelişiminde pozitif bir geribesleme yaratarak, grubun bireyi kontol altına alma yeteneğini geliştirdi. Birey üzerindeki daha etkin grup kontrolü bireyin genleri için hayatta kalma olasılığını arttırarak grubun hayatta kalma olasılığını kuvvetlendiren gelişmeleri kolaylaştırdı. Bireydeki daha ileri duyguların genetik gelişimi özellikle grubun yararına olduğunu ispatladı. Bireyler bağlılık, şefkat, bölgecilik, grup özdeşliği, güvenlik, vs. gibi duyguları deneyimlerler. Bu duygular basit anlamda iktidar-ilişkileri olarak davranırlar: nörokimyasalların kontrolüyle grubun hayatta kalmasını ve bütünlüğünü sağlayan genler arasında gelişmiş yöntemler. Bu duygular doğrudan genetik neslin yaşamını sürdürmesiyle meydana geldi. Burada, gen artık tek bir bireyin hayatta kalmasına bağımlı değildir – grup hayatta kaldığında, gen başarılı oldu.
Bu grup-varlık ya da kültür aslında bir meta-bireydir ve bir insan bireyi olarak benzer iç evrimsel yapılara tabidir. Richard Dawkins kültürün yapısınının temel yapı taşı için bir isim öne sürer: mem. Mem genin kültürel karşılığıdır, fakat genden farklı olarak memi somut bir parçacığa indirgeyemeyiz. Yalnızca iktidar-ilişkilerinin bir modeli olarak var olur – fakat hayattaki en güçlü modellerden bir tanesidir. Mem-temelli kültür geliştikçe, özellikle daha gelişmiş primatlarda, genden giderek daha bağımsız bir hal aldı – en sonunda kendi yaşamını eline aldı. Gene yarar sağlama ve kültürel meme yarar sağlama arasındaki çizgi bulanıklaşmaya başladı. Bencil Mem’in gelişimine tanık olun!
Tıpkı genlerin yapabildiği gibi memler de bireyleri kendi hayatları pahasına olsa bile memin varlığını sürdürmesine yarayacak şekilde hareket etmeleri için kullandılar. Bununla birlikte, genden farklı olarak mem, bir bütün olarak grup içersine yerleşir. Grubun hayatta kalabilirliğini arttırmak için bireyi kolaylıkla kurban eder. Seychelles Çalıbülbülü sürüleri mükemmel bir memetik fedakarlık örneği gösterir. Birey olarak yuvalama ve üremede başarısız olmuş bazı çalıbülbülleri, gruptaki başka bir çalıbülbülünün yuvasına yardımcı olarak tüm çiftleşme mevsimini kurban edeceklerdir. Süreçte, kendi genetik üreme içgüdülerini yok sayarlar. Bu tarz bir fedakarlık grubun genetik – ve memetik – kodunun yayılmasını sağlar. Çalıbülbülünün kendini kurban etme davranışı yalnızca aynı türün bazı gruplarında var olur. Bu, davranışın öğrenilen doğasını akla getirir, ve böylelikle genetik olarak kodlanmış içgüdünün köklerine değil de kültürel (memetik) köklere sahip olduğunu gösterir. Grup tarafından taşınan hem genler hem de memlerle birlikte, grubun hayatta kalma olasığını arttırdığı için bu davranış varlığını sürdürür. Sosyobiyologlar David Sloan Wilson ve Eliot Sober, bu grup şeklini ya da çok-seviyeli seçilimi doğrudan insanlara aktarır: “davranışsal seviyede, insanların yapmak için evrildikleri şeylerin çoğu muhtemelen grup yararı içindir” (vurgu onlara aittir).
Grup meminin mekanizması aracılığıyla fedakarlığın grubun hayatta kalması için bu tarz güçlü bir şekilde kullanımı kolaylıkla gelişir, fakat genin mekanizmasıyla gelişirken son derece zor zamanlar geçirecektir. Bireyi kendini kurban etmeye yatkınlaştıran bir genetik mutasyon tek bir çalıbülbülünde türediğinde, o bireyin geni yaymak için hayatta kalma olasılığını azaltacaktır. Memetik mutasyonlar tek bir bireyde değil de yalnızca grup içerisinde hayatta kalabilirler, bu yüzden memlerin fedakarlık stratejisi geliştirmelerini sağlarlar – meme ev sahipliği yapan grubun yararı için bir bireyi kurban etmek. Evsahibi grubun esnekliği yeni bir olası stratejiler dünyasını gözler önüne serer. Bireylerin katmanlaşması ve uzmanlaşması grubun hayatta kalma istekleriyle geçerli kılınan geniş kapsamlı bir olasılık örneği gösterir. Biyolojik olarak, farklı amaçlar için farklı tipte hücreler yaratma yeteneği daha yüksek mertebede yaşamın gelişimine imkan tanıdı. Benzer şekilde, bir grup içersindeki bireylerin katmanlaşmasını yaratan ve kontrol eden memetik yetenek hiyerarşi ve karmaşık-kültürün kurumsallaşmasını ve kuvvetlenmesini kolaylaştırdı. Memin katmanlaşmış yapılarla başa çıkma yeteneği politik ve sosyal yapıda olası muazzam değişiklikler yaparak grup içersindeki bireylerin ekonomik uzmanlaşmasına neden oldu. Yeni memetik modeller, bu tarz kuvvetli adaptasyonlara erişimleriyle hızla yayıldılar.
Genler ve memler arasında başlangıçta simbiyotik bir ilişki vardı. İkisinden birinde oluşarak grubun beklentilerini geliştiren bir değişim her iki tarafa da yarar sağladı. Ancak, memler ve genler özlerinde birbirlerinden farklı tarzda işlerler. Genler doğrudan bireyin nörokimyasal yapısını ve böylelikle ev sahiplerinin davranışını kontrol ederken, memler bireyin kontrolü üzerinde doğrudan bir kontrole sahip değildir. Biyolojik mekanizmalara erişimi olmayan bir mem, nörokimyasal salınımı doğrudan etkileyemez. Memler bunun yerine genlerin biyolojik kontrol mekanizmalarını yanlarına alarak çalışmak zorundadırlar. Mem için tahmin edilebilir, değişmez platformlar sağladıklarından, genetik işlevlerin adaptasyon için yavaş oldukları ispatlanmıştı. Memin hızlı uyum yeteneği ve esnekliği kendi amaçları için genetik işlevlere yol açma yeteneklerini geliştirmelerine imkan sağladı. Bu, memlere dolaylı olarak nörokimyasal seviyelerini kontrol etme yeteneği kazandırdı. Sadece gerekli uyarıcıyı – genetik olarak bir içgüdü ya da duyguyu tetikleyen – harekete geçirin ve presto: bireysel davranış üzerindeki kimyasal etki.
Mem-kompleksleri ya da kültür, grubun hayatta kalma ihtimalini arttırmada giderek daha başarılı oldukça, atalarımız bireyin davranışları üzerinde memin sürekli büyüyen etkisini kolaylaştıran paralel genetik gelişmeler yaşadı. Primatlar arasındaki dilin ve muhakemenin gelişimi, gen ve mem arasındaki simbiyotik evrimin kusursuz bir örneğini gösterir. Artan zekâ ve genetik olarak belirlenmiş dil yeteneği besin elde etmede, savunmayla ilgili kararlar almada, vs. giderek daha etkili grup koordinasyonuna yol açtı. En etkili koordinasyon ve karar alımına sahip gruplar, daha üstün koordinasyon ve karar alma yeteneğine sahip bireylerin seçilimi için baskı oluşturarak, en yüksek hayatta kalma ve çoğalma olasılığına sahiptiler. Zekâ ve dil beceri üstünlüğünü vurgulayan iç seçilim baskılarını sağlamış gruplar gelişim gösterdiler, ve diğer grupları bölge ve kıt kaynaklar için olan rekabetin dışına attılar. Bu süreç primatlar arasında zekânın, sözel iletişimin ve sosyabilitenin sürekli artışına yol açtı. Mem ve genin simbiyotik gelişimi, özellikle kültürel-memetik iktidar-ilişkileriyle çalışma yetenekleri için seçilmiş genetik işlevlerle sonuçlandı.
Memler bireyler üzerindeki iktidar-ilişkilerini sürekli olarak grubun hayatta kalabilirliğini negatif olarak etkileyen bireyleri yok edebildikleri bir noktaya tasfiye ettiler. Howerd Bloom, bu iktidar-ilişkisini kendi İç Yargıç kavramında tanımladı: insan beyninin belli gruplardaki kültürel uyarıcıları kendisini popülasyondan çıkarma sinyali olarak tanımlama yeteneği. İç Yargıç işlevi depresyondan apoptozise – biyolojik olarak başlatılan intihar – kadar değişen etkilere sahip nörokimyasalların salınımına neden olur. Avustralya, Okyanusya ve Kuzey Amerika yerli nüfusları arasındaki aşırı intihar oranı İç Yargıcın nasıl çalıştığına dair bir örnek gösterir. Yaygın çaresizlik hissi veya amaç eksikliği intihar oranlarını yerli olmayan insanlara göre 500 kat fazlalaştırmıştır.
Genler ve memler arasındaki ilk işbirliği her ikisinin de hayatta kalma olasılığını arttırdı. Ancak genetik evrim üreme çağıyla sınırlandırılmış bir oranda gelişti; insanlarda, bir mutasyon çoğalmayı başarmak için ev sahibi cinsel olgunluğa ulaşana kadar yıllarca bekleme zorundaydı. Memetik evrim çok daha hızlı işler. Küçük, izole gruplarda dahi memetik ilerlemeler birkaç gün kadar kısa zaman aralıklarında gelişebilirdi. Memetik evrimin hızlı temposu, memin genetik programları kendisinin hayatta kalmasını sağlayan araçlar olarak kullanma yeteneğini giderek kolaylaştırdıkça, gen kademeli olarak memin kölesi oldu. Memetik kontrol mekanizmalarının ilerlemesi Bencil Gen dönemini geride bırakarak Bencil Kültür’ü ortaya çıkardı.
Hayatta kalmalarını sağlamak için nörokimyasal salınımlar ve duygusal durumları kullanarak bizleri istediği şekilde değiştiren genler ve memler ile birlikte, kendimizi özdeşliğimize dair zor, içe işleyen sorularla yüzleşmiş olarak buluyoruz. Eğer rasyonal olarak duygunun, genler ve memlere etkili ev sahipleri ve taşıyıcılar olmamızı sağlamak için evrimleşmiş bir kimyasal tepkimeden başka bir şey olmadığını anlayabilirsek, bir duyguyu deneyimlemek ne anlama gelir? Umutlarımız ve amaçlarımız? Bu umutlar gerçekte bize mi aitler, yoksa kültürel kod parçacıklarını yaymak için etkili stratejilerden başka bir şey değiller mi? Eğer sevgimiz sonucu çocuklarımızı beslemek genlerimizin hayatta kalma şansını arttırmasaydı yine de çocularımızı sevecek miydik? Ya genetik ve memtik iktidar-ilişkilerinin gerçekliğine karşı egolarımız: iktidar-kompleksleri için taşıyıcıdan başka bir şey olarak mı var oluruz? Özgür irade ve bireysel özdeşliğe sahip miyiz, ya da bireyselliğimizi yalnızca genlerimizin ve memlerimizin doğal seçilimin bilinçsiz mekanizmasıyla kendilerini yaymak için bizleri kullandıkları bir yapı olarak mı görmeliyiz? Bunlar zor soruları ifade eder. Yaşamlarımızdaki etki alanları, var oluşumuzu yöneten temel ilişkileri açığa çıkarmak için üzerinde durduğumuz bir gösterge vazifesi görür. Bu noktada ego ve rasyonel anlayış doğrudan çelişkiye girer – rahat fakat artık bilinçli olan yanılsamaya geri çekilecek miyiz yoksa bu araştırmaya devam mı edeceğiz? Eğer egomuz kendi iç işleyiş tarzını öğrenirse varlığını sürdürebilir mi? Kendini tanımanın psikolojik labirenti içerisinde bilinmeyen durur; dışarıya ulaşan yol tamamlanma ya da sefalete götürebilir. Araştırmamızın üzerine gittikçe mutlu cahillik kavramını takdir edeceğimiz bir noktaya varacağız.
Çeviren: Serhat Elfun Demirkol
İnsanın duygusal gelişiminin bir analizi için bakınız; R. A. Wilson “Prometheus Rising
“Gen Bencildir”, Richard Dawkins
The Triumph of Sociobiology”; John Alcock, s. 196–197.
Unto Others: The Evolution and Psychology of Unselfish Behavior”; Eliot Sober ve David Wilson, s. 194.
The Global Brain, Howard Bloom
http://www.aic.gov.au/crc/reports/tatz/ch6.pdf adresinden Avustralya Kriminoloji Enstitüsü’nün yerli intiharları üzerine yayınladığı rapora bakabilirsiniz.
R. A. Wilson, Cosmic Trigger isimli kitabında, kendine hizmet eden ego kompleksinin dağılımına eşlik etme eğiliminde olan korkunun, kendinden şüphenin ve keşfin labirenti, (Kafka’dan aldığı) “Chapel Perilous” kavramıyla özetlediği, ego ile çatışan rasyonellik kavramını derinlemesine araştırır.






* Çeviri Serhat Elfun Demirkol'a ait... Kendisine  Yabanıl aracılığı ile biizmle paylaştığı bütün şeyler için teşekkkürler..

Hiç yorum yok: