24 Ağustos 2011

Göçme'nin Mahnası Çok


Karatepeli Yörük Fıkralarından...

Doğmamış Çocuğun Ölüsüne Ağıt

Karatepeli yaylaya göçmüş. Şöyle soğuk suların gürül gürül aktığı bir doğal kaynağın yakınına çadırını kondurmuş       (Kaynağın hemen yakınına çadır kondurulmaz. Çünkü hem çadır sahibi rahatsız olur, hem de o kaynaktan faydalanmak isteyenlere engel olunmuş olunur. Bu bir göçerlik töresidir.) Kaynağın hemen yanında kocaman bir abide çınar ağacı varmış.

Günler böyle geçip giderken bir dar ikindi vakti, yani kuşların akşam yuvaya dönüş telâşıyla çığlık attığı zamanda, Karatepeli’nin kızı su getirmeye gitmiş. Annesi evde yemek yapmak için kızın gelmesini bekliyormuş ama kız bir türlü gelmiyormuş. Kadıncağız merak etmiş. Kaygılanmış. Pınara kadar gitmiş. Varmış ki ne görsün. Kızı, iki gözü iki çeşme ağlıyor. “Kızım ne oldu, niçin ağlıyorsun?” diye sorunca, kız başlamış anlatmaya: ‘Anaaa, ana… Sabattan [gelecekte, yarınlarda, ‘sabahtan’ kelimesinden bozulma] ben evlensem. Bir çocuğum olsa. Şu ağaca çıkacak kadar büyüse. Şo daldaki kuş yuvalarının içindeki yumurtaları, yavruları merak etse. Çıkıp bakmak istese. O dallara kadar çıksa. Sonra da düşüp ölse. Ben anasıyım. Nasıl ağlamayım hatın anam’ deyince anası:

‘Heyle [nasıl] de ağlamam hatın gızım. Ben ebesi olurum da ağla mam mı’ deyip başlamış ağlamaya. Ana, kız dövüne dövüne ağıt yakarak ağlıyorlarmış. Kız diyormuş ki:

Gızın bir gişiye varsa
Ondan bir çocuğu olsa
Şu ağaçtan düşüp ölse
Ebesisin ağlaman mı?

Anası kızından geri kalır mı? O da başlamış dörtlükleri düzmeye:

Gızım bir gocaya varsa
Ondan bir torunum olsa
Ağaçlardan düşüp ölse
Ebesiyim ağlamam mı?

deyip ağlaşırlarken, vaktin geçtiğini fark etmemişler. Vakit akşam olmuş. Adam çadıra gelip de kimseyi bulamayınca meraklanmış. Helkelerin çadırda olmadığını görünce, hanımıyla kızının suya gittiklerini anlamış. Kendisi de “bunlar nerede
kaldı. Bu kadar gecikmemeleri gerekirdi” diyerek, kaynağın yolunu tutmuş. Vara vara varmış ki ne görsün. Ana kız birbirlerine sarılmışlar, hüngür hüngür ağlaşıyorlar. Ağıtı biri alıp ötekine veriyor; öteki alıp ona veriyor. Yani biri
bırakıp öteki başlıyor. Adamcağız korkmuş. Dağ başı ıssız bir yerde namuslarına dokunan mı oldu diye ürpermiş.
‘Kız nooldu size? Böyle dövüne dövüne, başınızı bağrınızı yırtıp parçalayarak niye ağlıyonuz?’ diye sorunca, kadın başlamış anlatmaya:
‘Heriiif herif! Kurban olduğum herif! Aha şu vavrumuz böyüdü, kocaman kız oldu. Sabattan gişiye versek, bir çocuğu olsa. Torunumuz, aha bu çınara çıkacak kadar böse. Şu dallardaki guş yuvalarını merak etse. Çınarın tâ tingil depesine çıksa. Oradan ayağı kayıp düşse de ölse. Sen dedesisin ağlaman mı?’ deyip söylemeye başlamış:

Bizim torunumuz olsa
Punarın başına gelse
Şu çınardan düşüp ölse
Dedesisin ağlaman mı?

deyince: ‘Ben dedesi olurum da ağlamam mı?’ diyerek adam da başlamış ağlamaya. Dede de şu dörtlüğü söylemiş:

Bir oğlan torunum olsa
Gözenin başına gelse
Kuş yuvasından düşüp ölse
Dedesiyim ağlamam mı?

Üçü birden ağlaşarak çadıra varmışlar. Karatepeli çadıra varınca hanımına:

Torunum düşüp ölmesin
İçimize dert olmasın
Bu yurt bize yurt olmasın
Yık çadırı göçek gidek

demiş. Sabahın olmasını, etrafın aydınlanmasını bile beklemeden, çadırı yıkıp o yurttan kaçmışlar”

Karatepeli Hikâyeleri ve Fıkraları, Bekir Keçebaş

Hiç yorum yok: