10 Ocak 2020

OĞUZ ATAY KARAMSAR MIDIR KÖTÜMSER Mİ? Mehmet İşten





Oğuz Atay’ın tüm yapıtları, yapıtları ve yaşamı hakkında ipuçları içeren Günlük’ü, yarım kalmış yapıtları biliniyor. Kendisiyle yapılmış çok az sayıda mülakat var. Edebiyat dergilerinde hemen hiç yok, en azından ben bilmiyorum. Sağlığında hak ettiği ilgiyi görmediği için ve bunu günlüğünün son cümlesi olarak can yakıcı bir biçimde ifade ettiği için buna şaşırmıyoruz. Yapıtlarında yer alamayan ilgi çekici bir yazısına rastladım ben. Mühendislerin yayımladığı bir tür meslek dergisi olan Teknik Güç dergisinin 1 Ekim 1972 tarihli sayısında, Başka çalışmalarıyla ün kazanmış arkadaşlarımız bölümünde yayımlanmış yazı. Anlaşılıyor ki Oğuz Atay’dan dergi için kendisini tanıtan bir yazı yazması isteniyor, o da yazıyor. Ben yeni rastladım, paylaşmak isterim:

“Yazdığım ilk kitabın adı “Topoğrafya“dır. Sonra “Tutunamayanlar” romanını yazdım. Edebiyatçılar, vitrinlerde ilk kitabımı gördükleri zaman çok gülüyorlar; akademideki bazı hocalar da roman yazdığımı duyunca, acıma duygularını (buna biraz istihza da karışıyor) gizleyemiyorlar. “Tutunamayanlar”ı 1968’de yazmaya başladım ve bir yılda bitirdim. Romanın başlıca kahramanları nedense mühendistir, hem de inşaat mühendisi. Ve nedense mühendis oldukları halde tutunamamışlardır. Kitabı, 1969’da, birçok bölümünü değiştirerek, çıkararak ya da yeni bölümler ekleyerek baştan yazdım. 1970 TRT yarışmasına gönderdim ve başarı ödülü aldım. Bugün, romanın kahramanlarından ayrılarak,  tutunmaya başladığımı söyleyenler var. Oysa, kitabımı bastırmak için, bir yıl kadar, teksir olarak 500 sayfaya yakın ağır bir kütleyi (kitap olarak 663 sayfa) Babıâli yokuşunda dolaştırdım durdum. “Tutunamayanlar“ı yayımlamakla inşaat mühendisleri topluluğuna ne gibi bir hizmette bulunduğumu bilemiyorum; fakat, eleştirmenler topluluğunun başına oldukça büyük bir dert açtığımı sanıyorum. Kitabı iyi ya da kötü bulduklarını bilmiyorum; fakat, günlük bunca endişe içinde, sonuna kadar okumanın zorluğunda birleştiklerini sanıyorum. Kitabın alaycı bir dille yazıldığı ve çok karamsar olduğu söyleniyor. Ben sanıldığı kadar karamsar değilim; sayfaları
şöyle bir karıştıranların dedikodularına kulak verilmeden okunursa, romanım hakkında başka türlü düşünüleceğine güveniyorum. Okuyucunun “Tutunamayanlar“ı, başka romanlarımızdan oldukça farklı bulacağını sanıyorum; fakat, bu işten anlayanların, romanı, ilk çalışmam olan “Topoğrafya” ile karıştırmayacaklarına da inanıyorum. Mühendis arkadaşlarımın çoğu, bir roman olduğu halde ikinci kitabımı oldukça ilgiyle karşıladılar. Her ne kadar birinci ciltteki “Hayatın Koordinatları” nazariyemin yalnızca mühendislerce anlaşılacağı ileri sürülüyorsa da, ben orta derecede bir lise matematiğiyle bunun anlaşılacağına güveniyorum. Belki de ortaöğrenimdeki eğitim aksaklıkları ve yazarların genellikle orta ikiden sonra matematikten ikmale kalmaları gibi nedenlerin de bunda payı vardır. Romanda ayrıca “insan” denilen ve ülkemizin çeşitli güçlükleri yüzünden kendisine bir türlü gerçek anlamıyla yaklaşamadığımız bir garip yaratıkla da uğraşılmaktadır; onun, hoyrat ellerde bir kukla durumuna indirgenmesine karşı çıkılmaktadır. “Tutunamayanlar”ın da garip yaratıklar olmakla birlikte herkes kadar saygıdeğer olduğuna inanıyorum. Personel Kanununun güçlükleriyle savaşan arkadaşlarımın özellikle bu dönemde kitabın kahramanlarına ilgi göstereceğini sanıyorum. Karşılaştığım bütün güçlükleri göz önünde tutmakla birlikte bir roman daha yazmaktan kendimi alamadım. “Tehlikeli Oyunlar” sanıyorum 1973’ün ilk aylarında yayımlanacak. Gene oldukça uzun ve gene tutunamayanların maceralarıyla ilgili. Yalnız, romanın kahramanı bir mühendis değil. (Dedikodulara son vermek için bu noktaya özellikle dikkat ettim.) Bugünlerde ayrıca hikâye yazmaya başladım. (Biri yayımlandı.) Çalışmalarımı sürdürmek istiyorum. İlk gençlik yıllarımda roman yazmanın dehşetli bir iş olduğunu düşünürdüm, bugün sadece yorucu bir iş olduğunu biliyorum. Ben, belki de büyük bir bilim adamı olmak isterdim. Büyük bir bilim olduğuna inandığım profesör bir arkadaşım da, romancı olmak isterdim diyor; anlaşamıyoruz. Olduğundan başka türlü olmak isteyenlerin ülkesinde yaşıyoruz. Bu durumun da içinden çıkacağımıza güveniyorum. Bu konuda şöyle düşünüyorum: “Kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilim adamlarımızın kesinlikle tespit edemediği Tunç devri, halkımız için bir altın devri olacaktır. Herkes istediği mesleği seçecektir. Ressam olmak isteyenler reklamcı, yazar olmak isteyenler mühendis, mimar olmak isteyenler iktisatçı, meyhaneci olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgâhtar, adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır.”(Tutunamayanlar, sayfa 213 – 214);Mühendis olduğuma da seviniyorum ayrıca. Başka meslek seçemezdim herhalde.”


Yazı bu kadar. Kendisinin neredeyse alametifarikası olan ironik üslubu, günlük dilinde de sürdürdüğünü anladığımız Oğuz Atay’ın bu yazısından öğrendiğimiz şeyler var:

Öncelikle anlıyoruz ki Oğuz Atay, Tutunamayanlar romanını 1 yılda yazmış (Doğrusu ben çok daha uzun bir zaman diliminde yazıldığını düşünürdüm hep.)  ama sonra birçok bölümünü değiştirerek adeta yeniden yazmıştır. Belki bu ilk hali hâlâ mevcuttur, varsa yayınlansa, en azından internet ortamına taşınsa ne güzel olur. Bu vesileyle yazarların, sanatçıların evrakı metrukesini dijital ortamda barındıran bir internet sitesi fikrini de ortaya atmış olayım. Şahane bir kaynak olurdu. Yayınlanmış ama kitaplara girmemiş yazılar, anekdotlar, onların ilk halleri, notlar, ilham kaynakları vb. Ya da bir sebeple yayınlanmamış şiirler, romanlar, öyküler ve fotoğraflar…

Yine yazıdan anladığımıza göre Oğuz Atay, çevresi tarafından da yarattığı kahramanlara yakın bir kişi olarak görülmektedir ama az çok ünlenmeye başladıktan sonra artık “tutunmaya başladığı”nı söyleyenler olmuştur. Ama o, hepimizin de doğru olduğunu bildiği biçimde, kitabını bastırmak için çektiği zorlukları ifade ederek kendisini hâlâ bir tutunamayan olarak gördüğünü ifade etmektedir. Kaldı ki Tutunamayanları anlatarak tutunmakla ilgili bir ironi romanın kendisinde de vardır.

“Eleştirmenler topluluğunun başına oldukça büyük bir dert açtığımı sanıyorum.” ifadesi Oğuz Atay’ın edebiyatımızın ve eleştirimizin durumunu gayet iyi bildiğini gösteriyor. Kitabının, edebiyat ortamında hatta eleştirmenler nezdinde oldukça yadırganacağının farkındadır. Üslup, konu ve kurgu olarak alışılageldik kalıpların çok dışında bir şey yaptığını bilmekte ve bu yadırgamayı olağan karşılamaktadır.  1970’lerin edebiyat ortamında gerçekten de büyük bir sessizlikle karşılanmıştır Tutunamayanlar. Bu açıdan anlatım teknikleri ve içeriği ele alışıyla erken bir roman olduğu daha önce de çeşitli yazarlar tarafından dile getirildi. Bir öncü roman diyemeyiz belki, çünkü ardıllarının çok olduğu kanısında değilim. Ama kitapla birlikte ilk kez görülen anlatım teknikleri sonra çeşitli yazarlar tarafından biraz da hoyratça kullanılmıştır. Benim bilebildiğim kadarıyla kitapla ve kitaptaki anlatım teknikleri ile ilgili en derli toplu çalışma Berna Moran’ındır. Elbette yerli yabancı pek çok araştırmacı, akademisyen ve eleştirmen konuyu çeşitli açılardan kuşatmışlardır. Akademilerde de belki bazılarına rastlayamadığımız çeşitli makaleler ve tezler yazılmıştır. Bugün için, Oğuz Atay’ın söz ettiği yadırgamanın ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Ama klasik anlatıya alışkın okuyucu bugün bile böyle bir yadırgama yaşayabilmektedir.

Yazıyla ilgili değinmek istediğim son bir konu daha var. Oğuz Atay, “karamsar” olduğu yollu eleştirilere katılmamaktadır. En azından aşırı karamsar bulunmasını doğru bulmamaktadır. Ben bu noktada, yazıldığı tarih itibarıyla edebiyat ortamına hâkim olan toplumcu bakış açısının bir parçası olmadığı için bu eleştirilerin yapıldığı kanısındayım. Geleceğin daha iyi olacağına dair inanç toplumcu edebiyatın mottosuydu. İnsan, emek, evrensel değerler, köylülük ve kimi feodal değerler adeta fetiş haline getirilmişti. Romantizm, gerçeklerin üzerini örtmüştü. Nesnel olabildikleri neredeyse tek konu sömürü düzenidir. Oysa Oğuz Atay, böyle bakmıyor hayata ve yaşadığı ülkeye. Kuru ve demagojik bir inancı yok. Daha güzel bir şeylerin olabileceğini biliyordu ama bu olasılığın “insan”dan ve “sistem”den kaynaklanan sebeplerle çok zayıf olduğunu düşünüyordu. Günlük yaşamımızın, ilişkilerimizin, sözlerimizin, sahteliklerimizin acımasızca eleştirilmesinden yanaydı ya da bunu yapmaktan kendini alıkoyamıyordu. Ortalama zekâya sahip insanın kolaylıkla kapılabileceği grup davranışlarına kapılmıyor ve her grubun deşifrasyonunu yapıyordu. Saflığı ve kirlenmemişliği arıyordu ama topluma baktığında kurnazlık, hırs ve başarı için her şeyi meşru gören bir anlayış görüyordu. Hırçınlığı, ortalama ve ezber bakışların dışında olmasıyla ilgiliydi. Tüm değerlere getirdiği alaycı eleştiri bundandı.

Bu karamsarlık mıdır? Bence değildir. Karamsarlık ve kötümserlik kavramlarının hep aynı şeymiş gibi algılanmasından ve kullanılmasından kaynaklanıyor kanımca buradaki karmaşa.

Kötümserlik var olan nesnel gerçeği algılamakla ve şimdi’yle ilgilidir. Gerçekle hesaplaşmaktır. Boş tasavvurlarla insanın kendini ve çevresindekileri aldatmamasıdır. Bu açıdan gerçekçi olmakla ilgilidir. Günümüz koşullarında kötümser olmayan insan romantiktir diyebiliriz. Ama karamsarlık, hali âtiye teşmil etmekle ilgili bir ruh durumunu yansıtır, ümitsizlik anlamına gelir. Yani geleceğin değişmeyeceğine inanmaktır karamsarlık. Bu açıdan bakınca ne Tutunamayanlar ne de Tehlikeli Oyunlar karamsardır.

Oğuz Atay maziyi ve hali acımasızca eleştirir ama bunu geleceğe dair bir ümitsizliğe dönüştürmez. Zaten bu tür bir eleştirinin asıl amacı geleceği değiştirmektir. Oğuz Atay’ın her iki romanı da memnuniyetsizdir evet, neredeyse eleştirmediği hiçbir şey kalmamıştır evet ama hiçbir yerde ümitsiz değildir; bunun altını kendisi de özellikle çiziyor. Gerçekten de bu romanların daha iyi’yi ve daha güzel’i imâ etmediğini kimse söyleyemez. Bütün kötülüğün ve kapitalist zekânın karşısına o denli saf çıkar ki kahramanları, insan bir yerden sonra bu saflığa karşı kötülüğün bile direnemeyeceğini düşünür. Ondaki ironik eleştiri ve acıklı kahkaha böyle bir karamsarlık efektine yol açmış olabilir. Bilmiyorum, bugün “karamsarlık” üzerinden bir eleştiri yapılıyor mu Oğuz Atay’a, yapılıyorsa da bu kötümserlik ile karamsarlık arasındaki farka dikkat etmemekten kaynaklanıyordur.

Yazıda geçen “Romanda ayrıca ‘insan’ denilen ve ülkemizin çeşitli güçlükleri yüzünden kendisine bir türlü gerçek anlamıyla yaklaşamadığımız bir garip yaratıkla da uğraşılmaktadır; onun, hoyrat ellerde bir kukla durumuna indirgenmesine karşı çıkılmaktadır.” ifadesinin onun romanlarıyla ilgili önemli belki de şimdiye değin üzerinde çok durulmamış bir anahtar niteliği taşıdığı söylenebilir. Ve belki bize karamsarlık ile kötümserlik arasındaki farkı düşünme şansı da verir. Oğuz Atay epeyce kötümserdir ama karamsar değildir. Bu cümlede de açıkça görülen şey Tutunamayanlar romanının insana ümidini hiç yitirmediğidir.

Yazının son bölümünde söyledikleri de bunu gösteriyor. “Olduğundan başka türlü olmak isteyenlerin ülkesinde yaşıyoruz. Bu durumun da içinden çıkacağımıza güveniyorum.” diyen bir adama kimse ümitsiz ya da karamsar diyemez. Akabinde romandan alıntı yaptığı bölüm de var olan halin kötülüğünü ortaya koymakla birlikte ulaşılması güç olan iyi hal’e yönelik ümidi içinde taşıyor.


Hiç yorum yok: