Oğuz Atay’ın tüm yapıtları,
yapıtları ve yaşamı hakkında ipuçları içeren Günlük’ü, yarım kalmış yapıtları
biliniyor. Kendisiyle yapılmış çok az sayıda mülakat var. Edebiyat dergilerinde
hemen hiç yok, en azından ben bilmiyorum. Sağlığında hak ettiği ilgiyi
görmediği için ve bunu günlüğünün son cümlesi olarak can yakıcı bir biçimde
ifade ettiği için buna şaşırmıyoruz. Yapıtlarında yer alamayan ilgi çekici bir
yazısına rastladım ben. Mühendislerin yayımladığı bir tür meslek dergisi olan Teknik
Güç dergisinin 1 Ekim 1972 tarihli sayısında, “Başka
çalışmalarıyla ün kazanmış arkadaşlarımız” bölümünde yayımlanmış yazı. Anlaşılıyor
ki Oğuz Atay’dan dergi için kendisini tanıtan bir yazı yazması isteniyor, o da
yazıyor. Ben yeni rastladım, paylaşmak isterim:
“Yazdığım ilk kitabın adı “Topoğrafya“dır.
Sonra “Tutunamayanlar” romanını yazdım. Edebiyatçılar, vitrinlerde ilk
kitabımı gördükleri zaman çok gülüyorlar; akademideki bazı hocalar da roman
yazdığımı duyunca, acıma duygularını (buna biraz istihza da karışıyor)
gizleyemiyorlar. “Tutunamayanlar”ı 1968’de yazmaya başladım ve bir yılda
bitirdim. Romanın başlıca kahramanları nedense mühendistir, hem de inşaat
mühendisi. Ve nedense mühendis oldukları halde tutunamamışlardır. Kitabı,
1969’da, birçok bölümünü değiştirerek, çıkararak ya da yeni bölümler ekleyerek
baştan yazdım. 1970 TRT yarışmasına gönderdim ve başarı ödülü aldım. Bugün,
romanın kahramanlarından ayrılarak,
tutunmaya başladığımı
söyleyenler var. Oysa, kitabımı bastırmak için, bir yıl kadar, teksir olarak
500 sayfaya yakın ağır bir kütleyi (kitap olarak 663 sayfa) Babıâli yokuşunda
dolaştırdım durdum. “Tutunamayanlar“ı yayımlamakla inşaat mühendisleri
topluluğuna ne gibi bir hizmette bulunduğumu bilemiyorum; fakat, eleştirmenler
topluluğunun başına oldukça büyük bir dert açtığımı sanıyorum. Kitabı iyi ya da
kötü bulduklarını bilmiyorum; fakat, günlük bunca endişe içinde, sonuna kadar
okumanın zorluğunda birleştiklerini sanıyorum. Kitabın alaycı bir dille yazıldığı
ve çok karamsar olduğu söyleniyor. Ben sanıldığı kadar karamsar değilim;
sayfaları
şöyle bir karıştıranların dedikodularına kulak verilmeden okunursa,
romanım hakkında başka türlü düşünüleceğine güveniyorum. Okuyucunun “Tutunamayanlar“ı,
başka romanlarımızdan oldukça farklı bulacağını sanıyorum; fakat, bu işten
anlayanların, romanı, ilk çalışmam olan “Topoğrafya” ile karıştırmayacaklarına
da inanıyorum. Mühendis arkadaşlarımın çoğu, bir roman olduğu halde ikinci
kitabımı oldukça ilgiyle karşıladılar. Her ne kadar birinci ciltteki “Hayatın
Koordinatları” nazariyemin yalnızca mühendislerce anlaşılacağı ileri
sürülüyorsa da, ben orta derecede bir lise matematiğiyle bunun anlaşılacağına
güveniyorum. Belki de ortaöğrenimdeki eğitim aksaklıkları ve yazarların
genellikle orta ikiden sonra matematikten ikmale kalmaları gibi nedenlerin de
bunda payı vardır. Romanda ayrıca “insan” denilen ve ülkemizin çeşitli
güçlükleri yüzünden kendisine bir türlü gerçek anlamıyla yaklaşamadığımız bir
garip yaratıkla da uğraşılmaktadır; onun, hoyrat ellerde bir kukla durumuna
indirgenmesine karşı çıkılmaktadır. “Tutunamayanlar”ın da garip yaratıklar
olmakla birlikte herkes kadar saygıdeğer olduğuna inanıyorum. Personel
Kanununun güçlükleriyle savaşan arkadaşlarımın özellikle bu dönemde kitabın
kahramanlarına ilgi göstereceğini sanıyorum. Karşılaştığım bütün güçlükleri göz
önünde tutmakla birlikte bir roman daha yazmaktan kendimi alamadım. “Tehlikeli
Oyunlar” sanıyorum 1973’ün ilk aylarında yayımlanacak. Gene oldukça uzun ve
gene tutunamayanların maceralarıyla ilgili. Yalnız, romanın kahramanı bir
mühendis değil. (Dedikodulara son vermek için bu noktaya özellikle dikkat
ettim.) Bugünlerde ayrıca hikâye yazmaya başladım. (Biri yayımlandı.)
Çalışmalarımı sürdürmek istiyorum. İlk gençlik yıllarımda roman yazmanın
dehşetli bir iş olduğunu düşünürdüm, bugün sadece yorucu bir iş olduğunu
biliyorum. Ben, belki de büyük bir bilim adamı olmak isterdim. Büyük bir
bilim olduğuna inandığım profesör bir arkadaşım da, romancı olmak isterdim diyor;
anlaşamıyoruz. Olduğundan başka türlü olmak isteyenlerin ülkesinde
yaşıyoruz. Bu durumun da içinden çıkacağımıza güveniyorum. Bu konuda şöyle
düşünüyorum: “Kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilim adamlarımızın
kesinlikle tespit edemediği Tunç devri, halkımız için bir altın devri
olacaktır. Herkes istediği mesleği seçecektir. Ressam olmak isteyenler
reklamcı, yazar olmak isteyenler mühendis, mimar olmak isteyenler iktisatçı,
meyhaneci olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgâhtar, adam olmak
isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır.”(Tutunamayanlar,
sayfa 213 – 214);Mühendis olduğuma da seviniyorum ayrıca. Başka meslek
seçemezdim herhalde.”
Öncelikle anlıyoruz ki Oğuz Atay,
Tutunamayanlar romanını 1 yılda yazmış (Doğrusu ben çok daha uzun bir
zaman diliminde yazıldığını düşünürdüm hep.) ama sonra birçok bölümünü değiştirerek adeta
yeniden yazmıştır. Belki bu ilk hali hâlâ mevcuttur, varsa yayınlansa, en
azından internet ortamına taşınsa ne güzel olur. Bu vesileyle yazarların,
sanatçıların evrakı metrukesini dijital ortamda barındıran bir internet sitesi
fikrini de ortaya atmış olayım. Şahane bir kaynak olurdu. Yayınlanmış ama
kitaplara girmemiş yazılar, anekdotlar, onların ilk halleri, notlar, ilham
kaynakları vb. Ya da bir sebeple yayınlanmamış şiirler, romanlar, öyküler ve
fotoğraflar…
Yine yazıdan anladığımıza göre
Oğuz Atay, çevresi tarafından da yarattığı kahramanlara yakın bir kişi olarak
görülmektedir ama az çok ünlenmeye başladıktan sonra artık “tutunmaya
başladığı”nı söyleyenler olmuştur. Ama o, hepimizin de doğru olduğunu
bildiği biçimde, kitabını bastırmak için çektiği zorlukları ifade ederek
kendisini hâlâ bir tutunamayan olarak gördüğünü ifade etmektedir. Kaldı ki Tutunamayanları anlatarak tutunmakla
ilgili bir ironi romanın kendisinde de vardır.
“Eleştirmenler topluluğunun
başına oldukça büyük bir dert açtığımı sanıyorum.” ifadesi Oğuz Atay’ın
edebiyatımızın ve eleştirimizin durumunu gayet iyi bildiğini gösteriyor.
Kitabının, edebiyat ortamında hatta eleştirmenler nezdinde oldukça
yadırganacağının farkındadır. Üslup, konu ve kurgu olarak alışılageldik
kalıpların çok dışında bir şey yaptığını bilmekte ve bu yadırgamayı olağan
karşılamaktadır. 1970’lerin edebiyat
ortamında gerçekten de büyük bir sessizlikle karşılanmıştır Tutunamayanlar. Bu
açıdan anlatım teknikleri ve içeriği ele alışıyla erken bir roman olduğu daha önce de çeşitli yazarlar tarafından
dile getirildi. Bir öncü roman diyemeyiz belki, çünkü ardıllarının çok olduğu
kanısında değilim. Ama kitapla birlikte ilk kez görülen anlatım teknikleri
sonra çeşitli yazarlar tarafından biraz da hoyratça kullanılmıştır. Benim
bilebildiğim kadarıyla kitapla ve kitaptaki anlatım teknikleri ile ilgili en
derli toplu çalışma Berna Moran’ındır. Elbette yerli yabancı pek çok
araştırmacı, akademisyen ve eleştirmen konuyu çeşitli açılardan kuşatmışlardır.
Akademilerde de belki bazılarına rastlayamadığımız çeşitli makaleler ve tezler
yazılmıştır. Bugün için, Oğuz Atay’ın söz ettiği yadırgamanın ortadan
kalktığını söyleyebiliriz. Ama klasik anlatıya alışkın okuyucu bugün bile böyle
bir yadırgama yaşayabilmektedir.
Yazıyla ilgili değinmek istediğim son bir konu daha var. Oğuz Atay, “karamsar”
olduğu yollu eleştirilere katılmamaktadır. En azından aşırı karamsar
bulunmasını doğru bulmamaktadır. Ben bu noktada, yazıldığı tarih itibarıyla
edebiyat ortamına hâkim olan toplumcu bakış açısının bir parçası olmadığı için
bu eleştirilerin yapıldığı kanısındayım. Geleceğin daha iyi olacağına dair
inanç toplumcu edebiyatın mottosuydu. İnsan, emek, evrensel değerler, köylülük
ve kimi feodal değerler adeta fetiş haline getirilmişti. Romantizm, gerçeklerin
üzerini örtmüştü. Nesnel olabildikleri neredeyse tek konu sömürü düzenidir. Oysa
Oğuz Atay, böyle bakmıyor hayata ve yaşadığı ülkeye. Kuru ve demagojik bir
inancı yok. Daha güzel bir şeylerin olabileceğini biliyordu ama bu olasılığın
“insan”dan ve “sistem”den kaynaklanan sebeplerle çok zayıf olduğunu düşünüyordu.
Günlük yaşamımızın, ilişkilerimizin, sözlerimizin, sahteliklerimizin acımasızca
eleştirilmesinden yanaydı ya da bunu yapmaktan kendini alıkoyamıyordu. Ortalama
zekâya sahip insanın kolaylıkla kapılabileceği grup davranışlarına kapılmıyor
ve her grubun deşifrasyonunu yapıyordu. Saflığı ve kirlenmemişliği arıyordu ama
topluma baktığında kurnazlık, hırs ve başarı için her şeyi meşru gören bir
anlayış görüyordu. Hırçınlığı, ortalama ve ezber bakışların dışında olmasıyla
ilgiliydi. Tüm değerlere getirdiği alaycı eleştiri bundandı.
Bu karamsarlık mıdır? Bence
değildir. Karamsarlık ve kötümserlik kavramlarının hep aynı şeymiş gibi
algılanmasından ve kullanılmasından kaynaklanıyor kanımca buradaki karmaşa.
Kötümserlik var olan nesnel
gerçeği algılamakla ve şimdi’yle ilgilidir. Gerçekle hesaplaşmaktır. Boş
tasavvurlarla insanın kendini ve çevresindekileri aldatmamasıdır. Bu açıdan
gerçekçi olmakla ilgilidir. Günümüz koşullarında kötümser olmayan insan
romantiktir diyebiliriz. Ama karamsarlık, hali âtiye teşmil etmekle ilgili bir
ruh durumunu yansıtır, ümitsizlik anlamına gelir. Yani geleceğin
değişmeyeceğine inanmaktır karamsarlık. Bu açıdan bakınca ne Tutunamayanlar ne
de Tehlikeli Oyunlar karamsardır.
Oğuz Atay maziyi ve hali acımasızca eleştirir ama bunu geleceğe dair
bir ümitsizliğe dönüştürmez. Zaten bu tür bir eleştirinin asıl amacı
geleceği değiştirmektir. Oğuz Atay’ın her iki romanı da memnuniyetsizdir evet, neredeyse
eleştirmediği hiçbir şey kalmamıştır evet ama hiçbir yerde ümitsiz değildir;
bunun altını kendisi de özellikle çiziyor. Gerçekten de bu romanların daha iyi’yi ve daha güzel’i imâ etmediğini kimse söyleyemez. Bütün kötülüğün ve
kapitalist zekânın karşısına o denli saf çıkar ki kahramanları, insan bir
yerden sonra bu saflığa karşı kötülüğün bile direnemeyeceğini düşünür. Ondaki
ironik eleştiri ve acıklı kahkaha böyle bir karamsarlık efektine yol açmış
olabilir. Bilmiyorum, bugün “karamsarlık” üzerinden bir eleştiri
yapılıyor mu Oğuz Atay’a, yapılıyorsa da bu kötümserlik ile karamsarlık
arasındaki farka dikkat etmemekten kaynaklanıyordur.
Yazıda geçen “Romanda
ayrıca ‘insan’ denilen ve ülkemizin çeşitli güçlükleri yüzünden kendisine bir
türlü gerçek anlamıyla yaklaşamadığımız bir garip yaratıkla da uğraşılmaktadır;
onun, hoyrat ellerde bir kukla durumuna indirgenmesine karşı çıkılmaktadır.” ifadesinin
onun romanlarıyla ilgili önemli belki de şimdiye değin üzerinde çok durulmamış
bir anahtar niteliği taşıdığı söylenebilir. Ve belki bize karamsarlık ile
kötümserlik arasındaki farkı düşünme şansı da verir. Oğuz Atay epeyce
kötümserdir ama karamsar değildir. Bu cümlede de açıkça görülen şey
Tutunamayanlar romanının insana ümidini hiç yitirmediğidir.
Yazının son bölümünde
söyledikleri de bunu gösteriyor. “Olduğundan başka türlü olmak isteyenlerin
ülkesinde yaşıyoruz. Bu durumun da içinden çıkacağımıza güveniyorum.” diyen bir adama kimse ümitsiz ya da karamsar
diyemez. Akabinde romandan alıntı yaptığı bölüm de var olan halin kötülüğünü
ortaya koymakla birlikte ulaşılması güç olan iyi hal’e yönelik ümidi içinde
taşıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder