Son şiirim "adam kusmak üzere" dizesiyle bitiyor.
Önce şu: 1988 yılında üniversitedeyken bir akşamüstü, soyadını hatırlamadığım Adnan adlı Trabzonlu bir arkadaşımı merdivenlerde yatarken buldum, ara geçişlerin birinde. Şoke oldum. Az sonra yukarıdan Mustafa adlı bir arkadaşım da olayın şoku ile indi ve aptallaşmış bir hâlde, beni görünce "Neredesiniz oğlum siz, Adnan merdivenden düştü" diye bağırdı. O panikle bir şeyler yapmaya çalıştım. Koş ambulans çağır dedim, cep telefonu filan yok tabi. Gitti. Ambulans geldi, taşıdık. Birinin yanında gelmesini istediler. Mustafa ikirciklendi, ben bindim ambulansa. Herkese
haber ver dedim. Gittik, saat akşam 6-7 gibi olsa gerek. Hastanede bir sürü mesele, kayıt kuyut, polisler, ifade, beyin cerrahı yokmuş, tatildeymiş bir şey... Epeyce çabayla gelmeye razı oldu diye anımsıyorum, ama bunu ben mi becerdim başkası mı bilmiyorum. Adnan hiç kendine gelmedi ama bu süreç boyunca. Bu arada arkadaşlar hastaneye geldiler birer ikişer. içeride sadece benim olmama izin veriyorlar. Ben arkadaşlara Adnan'ın durumunu haber verirken onlardan da olayın öncesi hakkında malumatlar aldım. Adnan, bir devrimciydi, yiğit, gözü kara, yapılı ve çok yakışıklı bir çocuktu. MYO'da bir çay partisine gidiyor (o zamanlar böyle deniyordu). İçkili kendisi. Orada fotoğrafçılık yapan ve polisle işbirliği yaptığı düşünülen bir çocuğu görüyor. Çocuğa saldırıyor "faşist, ajan" filan diye. Birkaç tane vuruyor. Sonra polisler geliyor. Adnan kaçıyor. Sonrası muamma. Merdivende ben buluyorum. O evde çok kişi kalırdık, kimin kaldığı da pek belli değildi.
haber ver dedim. Gittik, saat akşam 6-7 gibi olsa gerek. Hastanede bir sürü mesele, kayıt kuyut, polisler, ifade, beyin cerrahı yokmuş, tatildeymiş bir şey... Epeyce çabayla gelmeye razı oldu diye anımsıyorum, ama bunu ben mi becerdim başkası mı bilmiyorum. Adnan hiç kendine gelmedi ama bu süreç boyunca. Bu arada arkadaşlar hastaneye geldiler birer ikişer. içeride sadece benim olmama izin veriyorlar. Ben arkadaşlara Adnan'ın durumunu haber verirken onlardan da olayın öncesi hakkında malumatlar aldım. Adnan, bir devrimciydi, yiğit, gözü kara, yapılı ve çok yakışıklı bir çocuktu. MYO'da bir çay partisine gidiyor (o zamanlar böyle deniyordu). İçkili kendisi. Orada fotoğrafçılık yapan ve polisle işbirliği yaptığı düşünülen bir çocuğu görüyor. Çocuğa saldırıyor "faşist, ajan" filan diye. Birkaç tane vuruyor. Sonra polisler geliyor. Adnan kaçıyor. Sonrası muamma. Merdivende ben buluyorum. O evde çok kişi kalırdık, kimin kaldığı da pek belli değildi.
Beyin cerrahı geldikten sonra tetkiklerin sonrasında beyin kanaması dedi. Ameliyat etmemiz gerek dedi ama riskli dedi. Zayıf ihtimal kurtulması dedi. Ben de bizim arkadaşı olduğumuzu, böyle bir kararı veremeyeceğimizi, ailesini arayacağımızı, bize biraz zaman vermesini istedim.
Arkadaşlarla konuyu konuştuk. Bir şekilde ailesine ulaşılıp durum anlatılmış. Ameliyatın riskli olduğu, kararın kendilerine ait olduğu söylenmiş. Onlar da biz gelinceye kadar bir şey yapılmasın demişler. Saat artık gece yarısını bulmuştu, ben yanındaydım, nefes alıyordu sadece. Hemşireler günlük konuşmalarına devam ediyorlardı.
Ailenin sabaha doğru Balıkesir'e gelebileceğini öğrenmiştim (aklımda kalanı söylüyorum, uçak var mıydı yok muydu, yol kaç saat sürer filan bilmiyorum şu an) Adnan'a bakınca onunla yaşadığımız ufak tefek, önemsiz şeyler geliyordu aklıma.
Bir arkadaşımı daha aldılar yanına bir süre sonra. Adnan'ın daha yakın bir arkadaşı olan Aksoy'u. Dönüşümlü sigara içmeye çıkıyorduk.
Sabaha karşı beş filan, ben sigaradan döndüm, koridorda Aksoy'u yıkılmış bir halde gördüm, anladım.
Ailesi yarım saat sonra filan geldi. Çok zor saatlerdi herkes için.
Uykusuzluk acı dinlemiyor ama. Gittim.
Kalkıp okula gittiğimde devrimciler arasında olayın "Adnan'ı polis öldürmüş" biçiminde konuşulduğunu gördüm. Doğrudan polis şiddeti diyorlardı ya da polisten kaçarken düşmüş diyorlardı. içkili olduğu kesinlikle dillendirilmemesi gereken bir şeydi tabii. Gördüğüm tablo açıkça sol yapıların bu olayı "kullanma" eğilimiydi. Ben ne gördüğümü anlatmak istiyordum ama buna izin verilmedi. Kaşlar çatıldı. Anladım ki bunu bir siyasal eyleme dönüştürecekler, devrimci safları sıklaştırmanın aracı yapacaklardı. "Adam kusmak üzere" Köy minibüsüne binip Balıkesir'i terk ettim, Yenice'ye gittim. Yalanlarla dolu bir cenaze töreninde olmak da istemedim.
Adnan'ı ilk bulan Mustafa'ydı, bir gürültü duyup evden çıktığını söylemişti. Aklımda yanlış kalmadıysa iki kat aşağısı. O gürültü eve ulaşır mıydı bilmem. Mustafa'yı tanımasam aklıma başka ihtimaller gelirdi ama o öyle biri değildi. İyi de yine de bunun araştırılması gerekmez miydi? Diğer komşularla konuşulması gerekmez miydi? Adnan'ın peşine düştüğü söylenen polisler kimlerdi, saptanıp soruşturulmuş muydu? Ama ülkemizde hala ucuz olan insan hayatının yok pahasına satıldığı bir dönemdi sanırım. Aile ne yaptı bilmiyorum. polisten ayrıntıları öğrenebildi mi? Onlara nasıl anlatıldı, ikna oldular mı? Benim katılmadığım o cenaze töreninde neler oldu? Aile, polisi suçlayan bunca öğrenci varken işin o yönüne yüklendi mi hiç? Yoksa Adnan öldükten sonra gerisi hikaye mi dediler?
Bütün bunları aklıma getiren Sabahattin Umutlu dostumun kitabıyla ilgili şu yazı oldu.
Sabahattin'in Arkadaş'la ilgili kitabına temel oluşturduğunu düşündüğüm nefis bir kriminal edebiyat denemesi (böyle demek doğru olur mu bilmem) artık yayımlanmadığına ne kadar üzülsek az olan Süje dergide yayımlanmıştı -ki bu paylaşımı yapmadan evvel tekrar okudum-. Hakkında benzer minvalde #MerhabaCanım adlı bir belgesel de yayımlanan Arkadaş Zekai Özger'i her açıdan, özellikle de aydınlanmamış ölümü bakımından anlamak için Sabahattin'in kitabı mutlaka okunmalı.
Ben işte yukarıdaki olayın yaşandığı yıllarda Mayıs yayınlarından aldım Sevdadır kitabını. Yine o yıllarda Arkadaş'ın kitabının adının "Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası" olması yönünde beyanı olduğunu okumuştum ama bunun "devrimci bir şair" imgesine yakışmadığı, eşcinsel bir göndermesi olduğu gibi gerekçelerle kitabına isim yapılmadığını yıllar sonra ayrımsayabilmiştim.
Oradaki önsözde Arkadaş'ın bir yurt baskını sırasında polisten aldığı darbeler nedeniyle öldüğü yazıyordu örneğin, yıllarca da böyle konuştuk. Ama Sabahattin'den öğreniyoruz ki "yurt baskını" 1971'den öncedir ve arkadaş 1973 Mayıs'ında ölüyor.
Anlaşılan o ki, söz ettiğim temeli oluşturan kendi şahane yazısı dışında konuyla ilgili kişilerle yapılan görüşmeler ve yine başkalarının yazıları da var kitapta. (Aklımda kalan bir mevzu daha var, Ankara'da Murathan Mungan'ın konu dahilinde bir konuşması olduğuna dair, acaba Sabahattin'den değil de başka birinden mi okudum) Bizim Adnan'ın ölümünde hissettiğim duyguyu Arkadaş'ın ölümünde de hissediyorum: Meselenin kullanışlı hâle getirilmesi hevesi!.. Geriye kalan kısmın gözden kaçırılması.
Ama gerçeklerin kötü bir huyu var: Bir gün ortaya çıkarlar!
Hele de #ArkadaşınArkadaşları varsa ki öyleyiz.
https://www.gazeteduvar.com.tr/kim-demis-arkadasin-kisa-surer-dostlugu-