18 Ocak 2022

türkçe nasıl bir dildir -1-

 

Türkçe nasıl bir dildir?

I.              

Türkçedeki bütün kökler somuttur. Bazı araştırmacılar birkaç sözüm ona soyut kök örneği vererek bu teze karşı çıkarlar. Karşı çıkarlar hafif kalır hatta, direkt saldırırlar. Tabii şimdi konuyla ilgisiz birine tuhaf görünecektir bu söylediğim. Soyut sözcük var diyenler yok diyenlere saldırıyormuş. Yok daha neler?!

Ama böyledir bu. Çünkü “soyut sözcük var” demekle “soyut sözcük yok” demek arasında çok fark, hatta koca bir dünya vardır. Çünkü “soyut sözcük” medeniyet demektir. Türkçede soyut sözcük yoktur dediğinizde Türkçe ilkel bir dildir, barbarların dilidir demiş oluyorsunuz. Dolayısıyla “medeniyet”in varılmak istenen en ulvi yer olduğunu bellemiş olanlara böyle bir sav, Türkçeye ve Türklere küfür gibi geliyor.

Necip Türk milleti nasıl barbar olabilir ki?

Denklemlerle ilerleyen akıl daima saçmalar: Medeniyet güzel bir şeydir, Türkler şahane bir millettir, o hâlde mutlaka medeniyet kurmuş olmalılar, hatta medeniyeti onlar icat etmişlerdir.

Medeniyeti en yüce değer olarak görmeyi temel saik eyleyen bu oyunu sen daha çok kaybedersin oğul!

Peki, o medeni memleketlerde, durumu erken kavrayanlar medeniyetten uzaklaşmaya çalışıyor, o nasıl olacak? Ama senin gözlerin medeniyetin parlak ışıkları ile öyle kamaşmış ki bir şey görmüyorsun. Karanlık kadar fazla aydınlık da kör eder gözleri.

Bu kısım ‘dilci’ akıllarınca göstererek bazı soyut sözcükleri diyesiler ki, Türkçe bir medeniyet dilidir. Oysa o soyut denilenler doğru bir bakışla incelenmeyi bekliyor. Eğer soyut görünüyorsa bilin ki ondaki somutluk görülememiştir. Buna inancım tam. Türkçede soyut sözcük yoktur evet, tersi durumun muhakkak bir açıklaması vardır. Mesela “üzmek” soyut gibi ama asıl anlamı “bir şeyi kırmak”.

Neden böyledir? Çünkü Türkçe bir göçebe dilidir, hatta bir barbar dilidir. Soyutluk medeniyet demektir. Ve Türkler medeniyet kurmamıştır, Türkçede medeniyet kelimesi de yoktur.

( Bkz. 2008’de yazdığım şiir: https://yaban-ci.blogspot.com/2011/07/som-turkce-mehmet-isten.html)

Tarih ve tarihçiler ideolojiktir ve yalan söyler, dil doğrusunu gösterir. Dil, verileri bakımından ideolojik değildir. Her şey öylece ortadadır: Bilmeceler, ninniler, alkışlar, kargışlar, ağıtlar, masallar, atasözleri, deyimler, türküler… Bunlar somut verilerdir. Bunları yorumlayan göz ideolojiktir. Somutluk oyunu bozar.

İki ideoloji var: Biri medeniyettir diğeri barbarlık. Sağ, sol, milliyetçilik, dincilik, liberalizm, komünizm… Hepsi medeniyetten yanadır. 

Türkçeye baktığımızda bu dili barbarların icat ettiğini ve kullandığını hemen fark ederiz. Soyut sözcük yoktur, eylem ağırlıklıdır ve medeniyete ait tüm sözcükler yabancıdır ya da tercümedir.

Dillerde kök üretimi nedir, ne zaman olmuştur, devam etmekte midir?

Dillerin en eski dönemlerinde isimler ve fiiller yavaş yavaş adlandırılmıştır. Nereden biliyoruz? Geriye doğru gittikçe, tüm dillerdeki sözcük sayısı azalıyor çünkü. Daha da geriye giderseniz dillerde çok az sözcüğün olduğu dönemlere varacaksınız, kaçınılmaz. Dünyayı adlandırdıktan sonra kök üretimi durdu. Bütün yeni şeyler, eski şeylerden yola çıkılarak adlandırıldı. Analoji ya da soyutlaştırma yani mecazlaştırma yoluyla. Diğer dilleri bilmiyorum ama Türkçeyi biliyorum. Elimizdeki iki kaynakta, Kitabeler ve Divan-ı Lugati’t Türk’te ne varsa odur. Bunlardan sonrasında tamamen sıfırdan üretilmiş sözcük yok. Bunlarda var olan köklerden elde edildi bütün yeni sözcükler. Peki kaç sözcük vardı bu ikisinde? Kitabelerde birbirinden ayrı 700 kadar sözcük var. DLT’de ise yaklaşık 1000. İsmet Zeki Eyüboğlu çok kıymetli çalışması Türkçe Kökler Sözlüğü’nde 1200 kadar kök saptadığını söylüyor.*

Bugün yaklaşık 100 bin sözcüğü olan bir dilimiz var. Bu yüz bin sözcük yine bu 1200 kadar köke dayanmaktadır. Bu kökler de somuttur.

Türkçe bir barbar dilidir, barbar gayrımedeni demektir. Barbar, ilkel değildir ama medeni de değildir. Barbarda kültür medeniyete dönüşmemiştir. Kültürün medeniyete dönüşmesi bir zorunluluk değildir. Marks’a göre, Keynes’e göre ve bilumum Avrupacı-ilerlemeci düşünürlere göre kültürler medeniyete dönüşür. Ama aslında zorunluluk değildir. Afrika’daki, Amerika’daki ilkel kabileler bunun en güzel kanıtı: Medeniyete dönüşmemiş bir kültürle gelmişler bugüne kadar. Medeniyet yayılmacıdır, kültürleri kendisine dâhil eder. Dünya böyle dünya olmuştur.

Barbar Türkler bundan, yani bir medeniyet dairesine girmekten kurtulamamış. Yaşadıkları coğrafyada bundan kaçmaları da pek olası değil. Etraflarını çeviren Budizm, İslamiyet ve Hristiyanlık gibi tek tanrılı dinler, yatuk dinleri yaratıyor bu baskıyı ve Arap-Çin-Hint- Roma medeniyetleri yaratıyor. Medeniyet dairesine girmeleri kaçınılmazlaşıyor.

Türk geniş bir coğrafyanın ve dünyanın en kalabalık halklarından birinin adı, bir ırk değil. Bir toplam: Gayrımedeni, devletsiz, yazısız, edebiyatsız, şehirsiz, felsefesiz, bilimsiz bir halk. Asyatik ama öylesine geniş bir coğrafya söz konusu ki birbirine fizik olarak bile benzemeyen Türkler var. Gevşek bir topluluklar topluluğu. Federasyon ya da konfederasyon değil, devlet değil, topluluklar topluluğu. Ortak tarafları Türkçe. Konuştukları dil. Yine aynı coğrafi genişlik nedeniyle dil de pek çok farklı özellik gösteriyor ama Türkçe yani sonuç olarak. Bizim konuştuğumuz ise Türkçelerden biri olarak Oğuzca.

Göçebeler ve yerleşim kurmamışlar, çadırlarda yaşıyorlar. Erken dönemlerde medeniyet dairesine girenler var, Uygurlar gibi, ama “Türk” adıyla maruf olanlar çizdiğim genel karakteristiği gösteriyorlar. Kendi konuştuğumuz dili geriye doğru sürdüğümüzde elimizdeki en mühim kaynak Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugati’t Türk’ü. Ondan 300 yıl kadar önce yazılmış ve dikilmiş olan Kitabeler de önemli. Mesela o ‘bengütaş’lara kazıyarak Kitabeler’i dikenler çizdiğim gibi bir halk. Göktürk Devleti. Göktürkler diye bir boy, kol, halk yok aslında. O bir çatı. Altında göçebe yaşayan ve Türkçe konuşan yüzbinlerce gayrımedeni var. Bir bölümü de bizim konuştuğumuz dili konuşuyor. Gevşek ve yatay bir birliktelik. Çoğu zaman iç mücadeleler var. Türkçe konuşan bir topluluk Türkçe konuşan başka bir toplulukla savaşıyor falan. Birbirlerini yağmalıyorlar. Bir boy gelip dışarıdan çatının altına giriyor, bir boy çatıdan çıkıyor falan. Şehirleri yok, evleri yok, Kağan bile çadırda yaşıyor, kurumları yok. Böyle devlet mi olur? Böyle medeniyet mi olur? Besbelli ki önemli bir aile böyle bir çatı oluşturuyor: Aşina ailesi. Geniş bir aile, kendi epiğini yaratıyor. Bu Hanedan’ın tebaası kim peki? Başıbozuk sürüsü! Birbirleriyle ve Kağan’ın devletiyle mücadele halindeler. Obalar halinde yaşayan ve var olma savaşı veren binlerce kişilik topluluklar… Bir tanesi Anadolu’ya gelenlerin ataları. Böyle bir yapı görünce güvenlik gerekçesiyle içine dâhil oluyorlar. Aslında sürülerini gütmek, oyunlarını oynamak, kızlarını oğullarını evlendirmek istiyorlar. Savaşla falan bir işleri yok aslında ama böyle bir yapıya dâhil olmanın bedelleri var.

Böyle bir halkın dilinde soyut sözcük olması tuhaf olurdu. Başka dillerde de bence böyle gelişti işler, bilmiyorum. Mantığım böyle olması gerektiğini söylüyor.  Ama dilleri kendi akışında gelişti, hayat tarzları, şehirler, bilimler vb. oluştukça onların isimleri oluştu. Belli bir aşamadan sonra zırt diye soyut bir kök çıkması, soyut bir kök yaratmaları mümkün mü? Bana doğal görünmüyor. Bizdekine benzer gelişmesi mantıklı. Fakat akış doğal olduğu için seçmek zor belki. Türkçenin geçirdiği iki büyük kırılma, anomali Türkçeyi görmeyi kolaylaştırıyor. Birincisi İslamiyet’in kabulü ve onunla beraber girmeye başlayıp Türkçeyi işgal eden Arapça-Farsça kelimeler, ikincisi Batılılaşma ve dilimize hücum eden Batı kökenli sözcükler. İkisi de medeniyet işgali. Bu iki medeniyet işgalini çıkardığınızda ana Türkçe’yle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bunun için DLT’ye bakmak kâfi. Oradakilerin hepsi Türkçe değil ama Türkçenin hepsi orada!




 

 

·        




Türkçe Kökler Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1989, Syf.10

Hiç yorum yok: