Türkçe nasıl bir dildir?
I.
Türkçedeki bütün kökler somuttur. Bazı araştırmacılar birkaç
sözüm ona soyut kök örneği vererek bu teze karşı çıkarlar. Karşı çıkarlar hafif
kalır hatta, direkt saldırırlar. Tabii şimdi konuyla ilgisiz birine tuhaf
görünecektir bu söylediğim. Soyut sözcük var diyenler yok diyenlere
saldırıyormuş. Yok daha neler?!
Ama böyledir bu. Çünkü “soyut sözcük var” demekle “soyut
sözcük yok” demek arasında çok fark, hatta koca bir dünya vardır. Çünkü “soyut
sözcük” medeniyet demektir. Türkçede soyut sözcük yoktur dediğinizde Türkçe
ilkel bir dildir, barbarların dilidir demiş oluyorsunuz. Dolayısıyla
“medeniyet”in varılmak istenen en ulvi yer olduğunu bellemiş olanlara böyle bir
sav, Türkçeye ve Türklere küfür gibi geliyor.
Necip Türk milleti nasıl barbar olabilir ki?
Denklemlerle ilerleyen akıl daima saçmalar: Medeniyet güzel bir şeydir, Türkler şahane
bir millettir, o hâlde mutlaka medeniyet kurmuş olmalılar, hatta medeniyeti
onlar icat etmişlerdir.
Medeniyeti en yüce değer olarak görmeyi temel saik eyleyen
bu oyunu sen daha çok kaybedersin oğul!
Peki, o medeni memleketlerde, durumu erken kavrayanlar
medeniyetten uzaklaşmaya çalışıyor, o nasıl olacak? Ama senin gözlerin
medeniyetin parlak ışıkları ile öyle kamaşmış ki bir şey görmüyorsun. Karanlık
kadar fazla aydınlık da kör eder gözleri.
Bu kısım ‘dilci’ akıllarınca göstererek bazı soyut
sözcükleri diyesiler ki, Türkçe bir medeniyet dilidir. Oysa o soyut denilenler
doğru bir bakışla incelenmeyi bekliyor. Eğer soyut görünüyorsa bilin ki ondaki
somutluk görülememiştir. Buna inancım tam. Türkçede soyut sözcük yoktur evet,
tersi durumun muhakkak bir açıklaması vardır. Mesela “üzmek” soyut gibi ama
asıl anlamı “bir şeyi kırmak”.
Neden böyledir? Çünkü Türkçe bir göçebe dilidir, hatta bir
barbar dilidir. Soyutluk medeniyet demektir. Ve Türkler medeniyet kurmamıştır,
Türkçede medeniyet kelimesi de yoktur.
( Bkz. 2008’de yazdığım şiir: https://yaban-ci.blogspot.com/2011/07/som-turkce-mehmet-isten.html)
Tarih ve tarihçiler ideolojiktir ve yalan söyler, dil
doğrusunu gösterir. Dil, verileri bakımından ideolojik değildir. Her şey öylece
ortadadır: Bilmeceler, ninniler, alkışlar, kargışlar, ağıtlar, masallar,
atasözleri, deyimler, türküler… Bunlar somut verilerdir. Bunları yorumlayan göz
ideolojiktir. Somutluk oyunu bozar.
İki ideoloji var: Biri medeniyettir diğeri barbarlık. Sağ,
sol, milliyetçilik, dincilik, liberalizm, komünizm… Hepsi medeniyetten
yanadır.
Türkçeye baktığımızda bu dili barbarların icat ettiğini ve
kullandığını hemen fark ederiz. Soyut sözcük yoktur, eylem ağırlıklıdır ve
medeniyete ait tüm sözcükler yabancıdır ya da tercümedir.
Dillerde kök üretimi
nedir, ne zaman olmuştur, devam etmekte midir?
Bugün yaklaşık 100 bin sözcüğü olan bir dilimiz var. Bu yüz
bin sözcük yine bu 1200 kadar köke dayanmaktadır. Bu kökler de somuttur.
Türkçe bir barbar dilidir, barbar gayrımedeni demektir.
Barbar, ilkel değildir ama medeni de değildir. Barbarda kültür medeniyete
dönüşmemiştir. Kültürün medeniyete dönüşmesi bir zorunluluk değildir. Marks’a
göre, Keynes’e göre ve bilumum Avrupacı-ilerlemeci düşünürlere göre kültürler
medeniyete dönüşür. Ama aslında zorunluluk değildir. Afrika’daki, Amerika’daki
ilkel kabileler bunun en güzel kanıtı: Medeniyete dönüşmemiş bir kültürle gelmişler
bugüne kadar. Medeniyet yayılmacıdır, kültürleri kendisine dâhil eder. Dünya
böyle dünya olmuştur.
Barbar Türkler bundan, yani bir medeniyet dairesine
girmekten kurtulamamış. Yaşadıkları coğrafyada bundan kaçmaları da pek olası
değil. Etraflarını çeviren Budizm, İslamiyet ve Hristiyanlık gibi tek tanrılı
dinler, yatuk dinleri yaratıyor bu baskıyı ve Arap-Çin-Hint- Roma medeniyetleri
yaratıyor. Medeniyet dairesine girmeleri kaçınılmazlaşıyor.
Türk geniş bir coğrafyanın ve dünyanın en kalabalık halklarından
birinin adı, bir ırk değil. Bir toplam: Gayrımedeni, devletsiz, yazısız,
edebiyatsız, şehirsiz, felsefesiz, bilimsiz bir halk. Asyatik ama öylesine
geniş bir coğrafya söz konusu ki birbirine fizik olarak bile benzemeyen Türkler
var. Gevşek bir topluluklar topluluğu. Federasyon ya da konfederasyon değil,
devlet değil, topluluklar topluluğu. Ortak tarafları Türkçe. Konuştukları dil.
Yine aynı coğrafi genişlik nedeniyle dil de pek çok farklı özellik gösteriyor
ama Türkçe yani sonuç olarak. Bizim konuştuğumuz ise Türkçelerden biri olarak
Oğuzca.
Göçebeler ve yerleşim kurmamışlar, çadırlarda yaşıyorlar.
Erken dönemlerde medeniyet dairesine girenler var, Uygurlar gibi, ama “Türk”
adıyla maruf olanlar çizdiğim genel karakteristiği gösteriyorlar. Kendi konuştuğumuz
dili geriye doğru sürdüğümüzde elimizdeki en mühim kaynak Kaşgarlı Mahmud’un
Divan-ı Lugati’t Türk’ü. Ondan 300 yıl kadar önce yazılmış ve dikilmiş olan
Kitabeler de önemli. Mesela o ‘bengütaş’lara kazıyarak Kitabeler’i dikenler
çizdiğim gibi bir halk. Göktürk Devleti. Göktürkler diye bir boy, kol, halk yok
aslında. O bir çatı. Altında göçebe yaşayan ve Türkçe konuşan yüzbinlerce
gayrımedeni var. Bir bölümü de bizim konuştuğumuz dili konuşuyor. Gevşek ve
yatay bir birliktelik. Çoğu zaman iç mücadeleler var. Türkçe konuşan bir
topluluk Türkçe konuşan başka bir toplulukla savaşıyor falan. Birbirlerini
yağmalıyorlar. Bir boy gelip dışarıdan çatının altına giriyor, bir boy çatıdan
çıkıyor falan. Şehirleri yok, evleri yok, Kağan bile çadırda yaşıyor, kurumları
yok. Böyle devlet mi olur? Böyle medeniyet mi olur? Besbelli ki önemli bir aile
böyle bir çatı oluşturuyor: Aşina ailesi. Geniş bir aile, kendi epiğini
yaratıyor. Bu Hanedan’ın tebaası kim peki? Başıbozuk sürüsü! Birbirleriyle ve
Kağan’ın devletiyle mücadele halindeler. Obalar halinde yaşayan ve var olma
savaşı veren binlerce kişilik topluluklar… Bir tanesi Anadolu’ya gelenlerin
ataları. Böyle bir yapı görünce güvenlik gerekçesiyle içine dâhil oluyorlar.
Aslında sürülerini gütmek, oyunlarını oynamak, kızlarını oğullarını evlendirmek
istiyorlar. Savaşla falan bir işleri yok aslında ama böyle bir yapıya dâhil
olmanın bedelleri var.
Böyle bir halkın dilinde soyut sözcük olması tuhaf olurdu.
Başka dillerde de bence böyle gelişti işler, bilmiyorum. Mantığım böyle olması
gerektiğini söylüyor. Ama dilleri kendi
akışında gelişti, hayat tarzları, şehirler, bilimler vb. oluştukça onların
isimleri oluştu. Belli bir aşamadan sonra zırt diye soyut bir kök çıkması,
soyut bir kök yaratmaları mümkün mü? Bana doğal görünmüyor. Bizdekine benzer
gelişmesi mantıklı. Fakat akış doğal olduğu için seçmek zor belki. Türkçenin
geçirdiği iki büyük kırılma, anomali Türkçeyi görmeyi kolaylaştırıyor.
Birincisi İslamiyet’in kabulü ve onunla beraber girmeye başlayıp Türkçeyi işgal
eden Arapça-Farsça kelimeler, ikincisi Batılılaşma ve dilimize hücum eden Batı
kökenli sözcükler. İkisi de medeniyet işgali. Bu iki medeniyet işgalini
çıkardığınızda ana Türkçe’yle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bunun için DLT’ye
bakmak kâfi. Oradakilerin hepsi Türkçe değil ama Türkçenin hepsi orada!
·
Türkçe Kökler Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1989, Syf.10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder