23 Haziran 2009

İŞÇİ SINIFI GÜÇLÜ DEĞİLSE TEKNOLOJİ DE GELİŞMEZ




K. Marx teknolojik gelişmenin iktisadi dinamiklerini açıklayan ilk düşünür olmamakla beraber, kendisi ve takipçileri teknolojinin gelişimi ile özel olarak ilgilenmişlerdir. Bazı Marxistler, teknolojik değişimi toplumsal dönüşümün oluşmasında bağımsız bir değişken olarak yorumlamasından dolayı Marx’ın kendisini “Teknolojik determinist” olarak nitelemektedirler. Marxist görüşe göre emek ve sermaye arasındaki toplumsal ilişkiler ve emek sürecinde sermayenin emeği kontrol etme zorunluluğu teknolojik gelişmenin yönlendirici gücü olarak kabul edilmektedir. Marxist açıdan bir teknoloji tanımı vermek gerekirse herhalde en güzel tanım şu olurdu; üretimin doğal olgusunun (emeğin) nasıl kontrol edileceği ve sömürüleceğinin bilgisi. Dolayısıyla kapitalistin emeği üretim süreci içinde denetim altında tutabilme güdüsü sistemde teknolojik gelişmenin doğasını belirlemektedir. Bu da bizi kapitalist üretim ilişkisi altında teknolojik gelişmelerin yansız olmadığı sonucuna götürmektedir.



Marx’a göre teknolojik gelişme dinamiğinin altında kapitalistin karını artırmak, üretilen ürünler için pazarını genişletmek ve fabrikalarda çalıştırılan işçileri denetim altında tutmak için gerçekleştirilen çabalar yatmaktadır. Bu görüşün denetimle ilgili boyutunun en etkili dışa vurumu Kapitalin I. Cildinde şu şekilde karşımıza çıkar; “Yalnızca işçi sınıfının ayaklanmalarına karşı silah gücüyle sermaye sağlama amacıyla 1830 yılından beri yapılan icatların tarihinin yazılması gerçekten mümkün olacaktır” (Aktaran Basalla, s.149-150).



George Basalla’ya göre Marx’tan daha önce bu sorunla ilgilenen başka bir araştırmacı daha vardır; Tine Bruland. Bruland 19.Yüzyıl İngiltere’sinde tekstil sanayiinde gerçekleştirilen üç önemli icadın altında emek süreciyle ilişkili kronikleşmiş sorunların yattığına inanmıştır. Bunlardan ilki 1824’de icat edilen otomatik çıkrık. Bu makine icat edilmeden evvel sayıları az olmakla beraber Abacı olarak anılan yüksel ücretli ve hünerli işçilerin çıkrıkların çalıştırılmasında hayati bir rolü bulunmaktaydı. Zaman içersinde üretim sürecinde Abacıların denetim gücünün yükselmesi otomatik çıkrığın icadını kışkırtmış oldu. Benzer örnekleri baskı makineleri ve yün tarama makineleri için de verebilmek mümkündür. Baskı makineleri icat edilmeden önce Baskıcılar olarak anılan grup, geleneksel yöntemler ve tahta kalıplarla patiskaların üzerine desen basıyorlardı. Bu geleneksel yöntem üretimin düşük olmasına neden olmaktaydı. Baskıcılar köklü ve iyi örgütlenmiş bir sendikaya mensuptular. 18. Yüzyılın sonlarına doğru bu sendikanın bir dizi greve gitmesi, mekanik baskıcılığın gelişmesinde çok önemli bir rol oynadı.Bu ustalar zamanla önemini kaybetti. Aynı şekilde yün tarama makinesinin icadı da benzer koşullarda gerçekleşti (ss. 150-152)



20. Yüzyılda da benzer tespitleri yapabilmek mümkündür. 1950-60’lı yıllarda hakim olan Fordist tekno-ekonomik paradigma; üretim sürecinin mekanizasyonu ile emeğin itaati ve bölünmesini artırma yolunda bir sistem öngörmekteydi. Bu organizasyon makineleşme, standartlaşma ve uzmanlaşma temelinde biçimlendi. Makineye bağımlı işçinin ve işin ön plana çıktığı, yapılan işin makinenin ritmine göre belirlendiği böylesi bir organizasyonda her ne kadar işin parçalanıp vasıfsızlaştırılması yönündeki gelişmeler daha da derinleştiyse de, işçilerin sık sık greve gidip, sisteme karşı tepki koyabilme olanakları fazlaydı. 1960’lı yıllarda dünyanın birçok ülkesinde sendikal hareket ve sendikalaşma oranı önemli artışlar gösterdi. İşçilerin sisteme karşı direnişlerinin getirdiği verimlilik krizini aşmada 1970’li ve 1980’li yıllarda yeni teknolojilerin üretim süreçlerine yönelik getirdiği köklü değişiklikler imdada yetişti. Post-Fordist tekno-ekonomik paradigma doğrultusunda, üretimde ve istihdamda belirgin esnekleşmelere yol açıldı. Yarı özerk çalışma grupları, kalite çemberleri ve iş genişletme gibi işin yeniden düzenlenmesine yönelik faaliyetler emek sürecini biçimlendirmeye başladı ve yeni düzenlemelerle işçinin işini benimsemesi ve hoşnutluk düzeyi bir miktar artırılsa da denetim ve kontrol, biçim değiştirerek yine sermayede kalmış oldu. Çok kısaca özetlenen tüm bu gelişmelerin özünde 20. Yüzyıl koşullarında kapitalistin karını yükseltebilmek için mutlak artık değerden ziyade göreli artık değeri yükseltmesi zorunluluğu yatmaktadır. Verimlilik artışı ise teknolojinin gelişmesiyle mümkündür. Dolayısıyla bir yandan sosyal refah devleti anlayışı diğer yandan işçi sınıfının örgütlü bir güçle sermayenin karşısında yer alması, teknolojik gelişmeleri uyaran önemli bir kurumsal olgu niteliği taşımaktadır.



Türkiye ise teknolojik olarak dışa bağımlı, büyük ölçüde montaj nitelikli, bölük pörçük ve hatta çokuluslu şirketlerle kol kola da olsa en derin sanayileşme hamlesini işçilere sendikal hakların ve örgütlenme olanaklarının olabildiğince fazlasıyla tanındığı 1960’lı yıllarda yapmıştır. Ancak bu sürecin ulusal teknolojik yeteneğin geliştirilmesi açısından çok da olumlu sonuçlar getirmediğini belirtmek gerekir. Teknoloji transfer edilmiş ancak teknolojiyi özümseyecek ve yeniden üretecek politikalar geliştirilmediği için 1970’lerin sonuna doğru girdi ve teknolojik bağımlılık olgusu sistemin krizinde belirleyici olmuştur. 1980’lerin ilk yılları ise sanayisizleştirme politikalarının uygulamaya konulduğu, dışa açık birikim rejimi gereği işçi ücretlerinin bir maliyet unsuru olarak görülmeye başlandığı yeni bir dönemin ilk işaretlerini vermiştir. Bazı sendikalar kapatılmış, yöneticileri tutuklanmıştır. Daha sonraki yıllarda sendikal faaliyetleri sınırlandıran kanuni düzenlemelere gidilmiş ve ücretler sürekli olarak baskı altında tutulmaya çalışılmıştır. 1980 sonrasında genellikle sendikasızlaştırma politikalarının yoğunluk kazandığı, sendikal etkinliğin zayıflatıldığı bir sürecin yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Sendikal hareketin ve işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin zayıf yapılanması yaygın işsizlikle birleşince sanayileşmeden vazgeçen Türkiye’de yeni teknolojilerin üretim süreçlerine yayılmasını beklemek oldukça iyimser bir umut niteliğini taşımaktadır. Kısacası işçi sınıfın güçlü değilse teknolojin de gelişmeyecektir.









Konuyla İlgili Türkçe Literatürden Seçmeler



H. Ansal, “Kapitalist Üretim Esneklik Kazanıyor: Post-Fordizm”, İktisat Dergisi, Yıl.30, Sayı. 346, 1994,



D. Dickson, Alternatif Teknoloji: Teknik Değişmenin Politik Boyutları, Çev: Nezih Erdoğan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1992.



G. Basalla, Teknolojinin Evrimi, Çev: Cem Soydemir, TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 1996.



Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,Cilt 1-II-III, İstanbul, 1998



N. Özkaplan, Sendikalar ve Ekonomik Etkileri: Türkiye Üzerine Bir Deneme, Kavram Yayınları, İstanbul, 1994.


Alkan Soyak

Hiç yorum yok: