29 Ağustos 2011

Aydınlanmanın Piçi Anarşizm, inan mayıs aru

“Kendinin dışına bir adım at!
 Bütün yol o tek bir adım…” Şeyh Nimetullah Veli




1. Aydınlanmanın Piçi Anarşizm

Bugün Batı dünyasındaki mevcut siyasi-sosyal teori ve pratiklerin, ister devri miras ister reddi miras yoluyla olsun hemen hepsinin Aydınlanma projesinin izlerini taşıdığını söyleyebiliriz. Modern Batı’nın (ki burada söz konusu olan coğrafi değil aklî bir Batı’dır) diğer tüm felsefeleri gibi Anarşizm de temel biçimini aydınlanma düşüncesine borçludur. Bu açıdan bakıldığında Marksistlerin sıklıkla dile getirdikleri “Anarşizm ve Liberalizm kardeştir” kabilinden hakaretleri de bir gerçeği dile getirmektedir; ama yalnızca kısmen. Marksizm’in de bir Aydınlanma çocuğu olarak Liberalizm ve Anarşizm’le kardeş olduğu gerçeği, Marksistler tarafından es geçilmektedir. Tabii bu garabet aile metaforu üzerinden konuşmayı sürdürecek olursak bu ailenin itaatsiz ve özgürlükçü ferdinin Anarşizm olduğunu da söylemek gerekir. Ancak tüm bunlar bir yana sanırım Anarşizm’in Batılı ve dahası Aydınlanmacı bir düşünce olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Şüphesiz, Aydınlanma’nın pozitivizmi ve rasyonalizmi dinleştiren metoduna ve bilinç-zihniyet üretimini temel alan siyasasına ilk temel karşı çıkışlar daha 19. yüzyılda anarşistler arasından gelmiştir. Daha sonra, aydınlanma zihniyetine neşter vuran post yapısalcı düşünürlerin adları da, kendilerine anarşist demekten imtina ettikleri halde anarşistlerle beraber anılır olmuştur. Ancak yine de anarşizmin aydınlanma ile hesaplaşmasını yapıp yapamadığı ve böyle bir hesaplaşmadan yüzünün akıyla çıkıp çıkamayacağı ayrı bir tartışma konusudur.
Modernleşme (ve belki de artık post-modernleşme) sürecini kendi sosyal pratiğinin bir parçası olarak yaşamayan coğrafyalara modern düşünce son iki-üç yüz yıldır neredeyse tüm veçheleriyle başarıyla ihraç edildi. Aydınlanma projesinin temelinde bir bilinç-zihniyet üretimi yatmaktaydı ve tüm dünyaya bir güneş gibi doğacak bu bilincin rahipleri de şüphesiz “Aydın”lardı. Nitekim öyle de oldu. Şu an dünyanın her yerinde entelektüel üretim ve yaşamı anlama/anlamlandırmaya yönelik her türlü çaba ancak Batı düşüncesinin dilini kullanarak kendini ifade etme olanağı bulabiliyor, kapıları açabiliyor. Anarşistler de bu zihniyet ithali mefhumunun dışında kalıyor sayılmazlar (Kaleme aldığım bu mütevazi deneme bile maalesef okur-kitleye ulaşma kaygılarının esiri olarak bu dilin sınırlarından kendini kurtaramıyor). Bugün tüm kavramlarıyla ve açılımlarıyla Batılı akademinin bir parçası olmuş bir anarşizmi tercüme ve tecrübe etmekteyiz. Anarşizmi bir ideoloji olarak kabul ettiğimiz takdirde bunda tuhaf bir yan da yoktur. Ancak yaşayan bir yol olarak anarşiden bahsedeceksek özgürlükçü geleneğin yerel ve özgün bir karakteristiğinin olup olmadığını araştırmak zorundayız.
Bir “-izm” olarak Anarşizm Batı kökenli olsa da bu, liberter/özgürlükçü düşünce ve hareketlerin zamana ve mekana bağlı olmadığı, farklı suretlerde her daim, her yerde vücut bulduğu gerçeğini değiştirmez. Farklı kültürel gelenekler içerisinde her zaman otoritenin sesi olan ve tek geçerli doğruya sahip olduğunu iddia eden görüşlerin yanı sıra özgürlüğe şans tanıyan görüşler de varlığını sürdürmüştür. Liberter düşüncenin özünü yalnızca 19. yüzyıl klasik anarşizminde aramak doğru olmaz. Aslında Batı’da da bizzat Rönesans ve Reform hareketlerinin de içinden çıktığı ama evcilleştirilerek iktidarın dili haline gelen pek çok özgürlükçü hareket mevcuttur. Bu hareketler kısmen mistik Hıristiyan hareketleridir ancak Hıristiyanlığın temel savlarının çok ötesine geçen, hatta tümden ipini koparan hareketler de vardır. Rönesans ve Reform hareketleri ve dolayısıyla Aydınlanma düşüncesi de bu hareketlerin içinden doğup gelişmiştir. Bu hareketlerin arasında dini bir hümanizm sınırları içerisinde kalanların yanı sıra toplumun daha radikal bir dönüşümünü vaaz edenler de vardı. Daha sonra anarşistlerin de bu düşüncelerden etkilendiklerine hiç şüphe yok. Örneğin, William Morris, İngiltere Hıristiyan köylü hareketinin önderlerinden John Ball hakkında epik bir öyküyü “A Dream of John Ball and a King’s Lesson” adlı eserinde ustalıkla işlemiştir. Aynı John Ball, “Adem, toprağı kazıp, Havva yün eğirdiğinde, kimdi efendi o vakit söyle…” dizelerinin de yazarıdır.
2. Yerel ve Özgün Bir Anarşizm Mümkün Mü?
Ancak efendisiz anlayışın tarihteki tezahürleri için o kadar uzaklara gitmemizin şart olduğunu düşünmüyorum. Modernist bilinç-zihniyet üretimi fabrikasının bir tüketicisi olan bu coğrafyada her düşünce gibi anarşizm de “ithal” ve “çeviri” olarak kalsa da efendisiz düşünce ve hareketlerin yankılarına, bu topraklarda zamanında pıtrak gibi biten Batıni tarikatların söylemlerinde ve geleneklerinde rastlamak mümkün.
Liberter düşünce ve pratiğin yaşadığımız topraklardaki kökenlerinin izlerini sürmek, anti-otoriter, özgürlükçü ve devletsiz bir yaşam hayalimizde “çeviri” olmayan bir dil ve pratik oluşturma çabasının gereğidir. Yaşadığımız topraklardaki tarihsel süreçleri daha iyi tahlil etmek ve istesek de istemesek

de mirasçısı olduğumuz bir kültürel geleneğin içinde özgürlükçü filizlenmeleri aramak bugün verdiğimiz özgürlük mücadelesini köksüz, savrulan bir çalı olmaktan kurtarabilir. Mevcut yaşam koşullarımız içerisinde köklerimiz, alan boyu yayılarak yağmur sularından faydalanabileceği gibi yeterince derine inerse bir vaha yaratabilecek suyu da bulabilir.
Burada akla hemen “vaha”yla kast edilenin bir İslam Anarşizmi olup olamayacağı sorusu gelmekte. Bu konu aslında anarşistler arasında uzun yıllardır tartışılıyor ve bazı anarşistler İslam’ın anarşist düşünce için asla bir referans kaynağı olamayacağını savunurken bazıları da bunun mümkün olabileceğini düşünüyor. İnsan vaha sandığı bir çöl serabına kanabiliyor. Burada özgürlükçü geleneği aramak için bakılacak yeri iyi seçmek gerekli. İslam ancak o geleneğin içinde yaşamak üzere yerleştiği bir kabuk olabilir. Heterodoksi ise o kabuğun içine yerleşmekte kullanılan yöntemdir. Bu bakımdan, heterodoksinin yapraklarımızı ve çiçeklerimizi besleyecek bir su kaynağı olması mümkündür ve çiçek açmak istiyorsak araştırılması zaruridir.
3. Heteredoksi ve Anarşi
Böyle bir araştırmaya başlarken öncelikle heterodoksinin doğru tanımlanması gerek. Literatürde ortodoksinin karşıtı olarak ve genellikle dini bir bağlamda kullanılan heterodoksinin sözcük tanımını çok-görüşlülük olarak kabul edebiliriz (hetero=çok; doksa=kanı, görüş, inanç). Gerçeğin tek doğru yorumuna sahip olduğu iddiasını taşıyan ve resmi kabulden gücünü alan ortodoksiye karşı heteredoksi birden çok görüşün yan yana barınabilmesidir, adeta bir ipte oynayan bir cambazlar sirkidir.
Böyle bir tanım üzerinden anarşizmin hem kuramsal hem de tarihsel olarak heteredoksiyle örtüştüğünü hatta kendi içinde heteredoks bir dünya görüşü olduğunu da iddia edebiliriz. Anarşist tarihe baktığımızda anarşist kuramcıların hiçbiri anarşizmin tek gerçek ve geçerli yorumuna sahip olduğunu iddia etmez ve tüm anarşist görüşler zaman zaman çatışsalar da diğerleriyle birarada varlıklarını sürdürür. Ayrıca anarşizm, epistemelojik olarak da heterodokstur çünkü bir arkhe’nin, evrensel bir tözün olmayışına işaret eder ve evrenin işleyiş yasalarının dahi çoğulcu okumasına açıktır.

O halde, heterodoksi için çizebileceğimiz kavramsal çerçeve, çok görüşlülüğe açıklık ve resmi kabulün dışında olmak olarak ifade edilebilir ve bir metodoloji olarak heterodoksiyi ifade etmek için bunlar yeterlidir. Ve bu çerçeve dahilinde rahatça anarşizmin heterodoks bir metodolojiye sahip olduğunu söyleyebiliriz.
4. Heterodoks İslam’ın Özgürlükçü Okumaları İçin Yöntem Önerileri
Anarşist/liberter düşüncenin heterodoks bir yapısı olduğunu kabul ettiğimizde anarşizmin yerel ve özgün örneklerini ararken de kerteriz noktası olarak heterodoksiyi alabiliriz. Heterodoksi tarihinin, özel olarak da heterodoks İslam tarihinin liberter bir okumasını yapmaya kalkışabiliriz. Ancak heterodoks İslam tarihi bütün olarak heteredoks tarihten ayrı düşünülemez ve Yahudi Kabbala geleneğinden, Hıristiyan Gnostiklerinden, Mecusilikten ve özellikle Mezopotamya’da mantar gibi biten senkretik (bağdaştırmacı) dinsel hareketlerden ve tüm bunların yanı sıra Orta Asya şaman geleneğinden yoğun olarak etkilenmiştir. Heterodoks İslam’ın araştırılması sırasında tüm bu geleneklere bakmak da kaçınılmazdır.

Heteredoks İslam üzerine yapılacak çalışmanın öncelikle bir teoloji çalışması olmadığını akılda tutmak gerekir. Heteredoks İslam’da arayacağımız şey, özgürlükçü düşüncenin bu topraklara özgü nüveleridir yoksa heteredoksi çalışarak kendimize uygun bir mezhep bulmaya ya da yeni bir senkretik mezhep yaratmaya çalışacak değiliz. Bilgimizi arttırmaya çalıştığımız alan İslam alanından çok özgürlükçü düşünce alanıdır.
Bu bağlamda, heteredoks İslam’ın da heteredoks bir yorumuna açık olmamız gerektiğini düşünüyorum. Tarihçilerin verdikleri kaynakların etraflıca incelenmesiyle beraber, yalnızca tarihsel bilgiye bağlı kalma zorunluluğu araştırmamızın hedefiyle de konusuyla da bağdaşmaz. Madem ki konumuz heteredoksi o halde çalışmamız episteme’nin (bilginin) yanı sıra doksa’yı (kanıyı) da dışlamamalı.
Tarihsel doküman ve kuramlar üzerine bir çalışma yürütmenin gereğini kabul etmenin yanı sıra kurgusal metinlere ve söylencelere de bir o kadar değer vermeliyiz; öykü, efsane ve miti de tarih yönteminin içine dahil etmeliyiz. Aslında söz konusu hareketlerin (Haydariler, Kalenderiler, Cavlaklar, Bayramiler, Babailer, Vefailer, Abdallar, Torlaklar vs.) çoğunun konar-göçer Türkmen boyları içinde geliştiği ve kendileri hakkında pek fazla yazılı belge bırakmadıkları düşünülürse heteredoksi ve anarşi arasındaki ilişkileri araştırırken yöntemimizin temellerini tarihten çok etnoloji, antropoloji ve arkeolojide bulabileceğimiz düşünülebilir. Önerdiğim şey, bu kültürel coğrafyada anarşizmin arkeoloji çalışmasıdır. Lévi-Strauss’un antropolojide mitler üzerine çalışırken kullandığı mitos yöntemini, söz konusu akımların tarih aktarım yöntemlerinin birincil yolu olarak görebileceğimiz hikaye ve efsaneleri incelerken ödünç alabiliriz.
“Bu yöntemde her mit önce kendi içinde çözümlenmelidir; mitin anlattığı olaylar bir yüklemle bir özneden oluşacak biçimde fişlenir (örneğin: Oedipus Sfenksi öldürür, gibi) türdeş eylemler alt alta, olayın akışını gösteren tümcelerse yan yana yazılır. Böylece iki boyutlu bir düzlemde, miti hem eşzamanlı (dikey eksen) hem de artzamanlı (yatay eksen) okuma olanağı doğar. Böyle bir çalışma, miti yeniden düzenleme anlamı taşıyacaktır, zaten Lévi-Strauss da anlamlandırmanın değişik bir dile çevirmek olduğunu varsayar. Ama mitin anlamının çözülmesi için mitolojik bir bütün içinde ele alınması gerekir; çünkü temaları döngüseldir, her mit başka bir mitin ögesini açıklar, hatta kendi teması olarak ele alır. Analizin sağlamlığıysa mitlerin ögeleri arasındaki bağlantının kurulabilmesine bağlıdır. Böylece mitlerin okunması bir üçüncü boyut kazanacaktır. Sınıflandırma mantığı, bir sistemin en basit örneği sayılabilecek ikili karşıtlıklara dayalıyken, mitolojik mantık bu karşıtlıkları daha karmaşık sistemler kurmak için kullanır.” *
Elbette yalnızca yapısalcı okumalardan değil, konuya ve amaçlarımıza uygun olarak semiyotik yaklaşımdan ve diğer kuramlardan da faydalanabiliriz.
Heterodoks tarikatların siyasal-toplumsal sınıflandırılmasının da böyle bir araştırma için temel yapıtaşlarından biri olabileceğini düşünüyorum. Türk-İslam devletlerinin, özellikle de Selçuklu ve Osmanlı devlet örgütlenmesinin temel kurumlarının (Ahilik, Yeniçerilik vb.) köklerini heterodoks hareketlerden aldığını ve yüzyıllar boyunca da katı bir geleneksel çerçeve içerisinde bile olsa insana ve doğaya saygı ve eşitlik gibi ilkeleri bünyesinde yaşattığını göz önüne aldığımızda bu coğrafyadaki heterodoks hareketlerin devlet örgütlenmesi içinde ve de dışında olmak üzere ikili bir yapıda geliştiğini görürüz. Burada kilit noktalardan birinin yerleşik yaşama geçişle beraber “yurtlaşan” ve merkezileşen iktidara karşı göçebe bir direniş olduğunu düşünüyorum. O halde yerleşik ve göçer heterodoksiyi ayrı ayrı ele almamız gerekir. Ancak Batıniliğe özgü takiyye düşüncesinin siyasal heteredoksinin temel yöntemlerinden biri olduğu da göz önüne alınırsa şüphesiz devlet yapısı içinde örgütlenen pek çok heteredoks yapının azılı birer “devlet düşmanı” olabileceğini de unutmamalıyız ve heteredoksi araştırmasında heteredoksinin kendisinin temel yöntemini esas alıp gözümüzü “zahir”e değil “batın”a dikmeliyiz.
Bu noktada ise sanıyorum en önemli araştırma yöntemi deneyimin kendisi olabilir. Geçmişte yaşanan heteredoks pratikleri yeniden biçimlendirerek gündelik yaşamımıza taşımak suretiyle araştırdığımız alanla belli oranda özdeşlik kurabiliriz. Çeşitli ritüelleri, bir oyun olarak tekrarlayabilir, yaşayabiliriz. Oyun ifadesi elbette deneyimin hafife alınacağı anlamını taşımaz, dramatizasyon ve oyun toplumsal ve bireysel süreçlerin anlaşılmasında önemli yeri olan pratiklerdir. Bu pratikler, yoğun tempolu ve giderek monotonlaşan modern hayatın koşuşturmasına karşı hayalgücü alevimiz için kor birer nefes de olabilirler.
5. Velhasıl Kelam
Herşey tamam da yazı boyunca kullanılan bu çoğul ifadeler de nedir ve bu neyin giriş yazısıdır? Heterodoksi ve Anarşi Araştırma Enstitüsü kurulmuş da biz mi duymamışızdır? Yoksa iş bununla da kalmamış Karaburun Anarko-Bedreddinîler Dergâhı mı açılmıştır? Acaba Mecmua sayfaları bundan sonra heterodoksi konusunda bir tefrikaya ev sahipliği mi edecektir? Öyle midir, böyle midir, anarşi gagasında bir düş ile bir kuş mudur? Ne öyledir ne de böyle!
“Tanrıdan başka gerçek, sohbetten başka birlik yolu tanımayan her insan doğru yoldadır” dermiş Haydariler. Tanrı gerçek midir yoksa “Gerçek” bir tanrı mıdır orasını bilemeyeceğim ama bir birlik (daha politize bir söylemle bir örgütlenme) için biricik yolun sohbet olabileceği konusunda Haydarilere katılmamak mümkün değil.
Tüm bu laf kalabalığı ise, olsa olsa heterodoksi ve anarşi gibi çetrefilli bir konuda tek başına çalışmaya gücü yetmeyen, bir ummana dalmak için yanına yoldaş arayan bir budalanın çağrısıdır.
“Kılıç kuşananın, ferman Kendişah’ındır!
Başka şah istemeyişimiz, haysiyetimizdendir.
Açılın kapılar kendimize gidelim!” (Burhan Şaylı, Kara, Sayı 10)
budala mayıs baba
* Cadıların Günbatımı, Ahmet Güngören, Yol Yayınları, 1988
Bu yazı Kara MecmuA’nın 12. sayısında yayınlanmıştır.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

yazı yok yerinde birader

mehmet işten dedi ki...

düzelttim.teşekkürler