Her ne kadar doğrudan uygulama örneği olmasa da, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün 1937 yılında, halk hikâyelerinin modernleştirilmesi ve yeni ihtiyaçlar dâhilinde düzeltilmesi konusunda açtığı tartışma, dönemin yazarlar/şairlerinin her iki anlatıyı alılmayışlarını ve bu anlatılardan meşrulaştırma konusundan asıl yararlandıklarını göstermesi bakımından önemlidir. Matbuat Umum Müdürlüğü’nün teklifi şöyledir:1. Halk kitaplarının kahramanlarını halk seviyor. Bu kahramanlar aynen bırakılsın; yalnız bunlar, rejimin ruhuna uygun, yüksek mânalı, yeni vakalar içindegösterilsin. Böylece halka, sevdiği kitaplar vasıtasiyle telkin etme imkânı hazırlansın.Nasıl ki Miki-Maus tipi daima aynı kalmakla beraber, her filmde ayrı bir mevzuun, ayrı bir muhutin kahramanı oluyorsa, yukarda adları geçen ve halkın gayet iyi tanıdığı tipleri yepyeni mevzular içinde kullanmak ve böylelikle halkın alışık olduğu kahramanları yeni Türk inkılâp ve medeniyet gayelerine uygun telkinler yapan maceralar içinde yaşatmak istiyoruz.2. Bu esasa göre ilk olarak şu kitaplar hazırlanacaktır: Âşık Garip, Köroğlu,Ferhad ile Şirin, Leylâ ile Mecnun, Yedi Âlimler, Tahir İle Zühre, Arzu ile Kamber,Şahmaran, Kerem ile Aslı, NasrettinHoca. (Boratav 1946: 167)
Matbuat Umum Müdürlüğü’nün anlatılardan nasıl yararlanılması konusunda söyledikleri adeta meşrulaştırma kavramının açımlanması niteliğindedir.Matbuat Umum Müdürlüğü’ne göre halk kitaplarının kahramanlarını halkın sevmesi nedeniyle bu hikâyelerdeki kişiler dönemin rejiminin çıkarları doğrultusunda yeni vakalarda kullanılmalıdır.Çünkü böylece halk bu düşünceleri daha rahat benimseyebilecektir. Bahsedilen düşünce, Mannheim’ın meşrulaştırma kavramında, yeni fikirlerin halkın benimseyeceği söylemin içinden yapılması durumuyla birebir örtüşür.Matbuat Umum Müdürlüğü’nün sözü edilen teklifine karşılık, yazarlardan bazılarının cevapları şöyledir: Burhan Cahid, geleneksel kahramanların yeni konulara sokulmasının, onları öldüreceği gerekçesiyle bu teklifi reddeder. Nurullah Ataç ise sorunun yazardan kaynaklanacağını düşünür ve yazarın hem inkılâbın ideolojisini benimsemesinin hem de bunu propaganda hissi vermeden, konuları bakımından hiç de müsait olmayan esere yansıtmasının güç olduğunu vurgular. İsmail Hakkı Baltacıoğlu da halk hikâyelerinin modernleştirilmesini doğru bulmaz. Çünkü dönemin koşulları değişmiştir ve dolayısıyla geçmişte kalmış bir zihniyetin temsilcisi olan Köroğlu ve Kerem’in bugün için bir şey söylemesi uygun değildir. Diğer yazarlardan farklı olarak Behçet Kemal Çağlar, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün önerisini yerinde bulur ve hemen bu teklifin hayata geçirilmesinin gerekliliğinden bahseder.Ayrıca hikâyelerin nasıl modernleşebileceği konusunda da önerisi vardır: Kerem ile Aslı hikâyesinde, Kerem dağlara seslenirken, Kerem’e dağların neden bukadar kel olduğu söyletilerek okurun dağların eski zümrütlüklerinin yanında şimdiki çıplaklıklarını karşılaştırması sağlanabilir ve böylelikle okura ormanı sevme, onu koruma duygusu aşılanabilir.Behçet Kemal Çağlar’ın verdiği ikinci örnek, inceleme konusu metinlerden biri olan Ferhad ile Şirin hikâyesiyle ilgili olması bakımından önemlidir. Çağlar,Ferhad figürünün, trenin sembolü olarak gösterilebileceğini söyler. Matbuat Umum Müdürlüğü’nün,“yeni Türk inkılâp ve medeniyet gayelerine uygun telkinler yapması”amacıyla kullanılmasının gerekliliğini ön gördüğü Ferhad ile Şirin anlatısının bu amacın dışındaki bir başka uygulamasını Nâzım Hikmet gerçekleştirir. Nâzım Hikmet, Ferhad ile Şirin adlı tiyatro eserinde Ferhad, Şirin ve Mehmene Banu gibi Ferhad ile Şirin’in halk hikâyesi versiyonun kahramanlarını kullanır. Ayrıca Ferhad’ın Şirin’e âşık olması gibi benzer olay örgüleri de kaynak metinden alınır. Söz konusu tiyatronun makaleyi ilgilendiren yönü ise Nâzım Hikmet’in dinî-tasavvufi söylemi kullanarak sosyalist düşünceye ilişkin yeni fikirleri konumlandırmaya çalışmasıdır. Nâzım Hikmet de, Mannheim’ın söyledikleriyle koşut olarak, Marksist düşünceye ait yeni fikirleri, yaşadığı toplumsal ortamda hâkim olan dinî-tasavvufî söylemi sahiplenerek meşrulaştırmaya çalışır.Hâkim olan dinî-tasavvufî söyleminin sahiplenilmesiyle, aynı zamanda alımlayıcının yeni fikirleri yadırgamasının da önüne geçilmiş olunur. Romanda bu durum şöyle yer alır: Ferhad ve Şirin, geleneksel anlatılardaki gibi, birbirlerine ilk görüşte âşık olurlar. Bu aşkın engeli ise kendisi de Ferhad’a âşık olan Sultan Mehmene Banu’dur. Bu şekilde, geleneksel anlatılardan farklı olarak, dramatik bir üçlü aşk metinde yer alır. Mehmene Banu’nun metne kattığı dramatik yönün dışında, iki âşığı ayırma görevi de vardır.Banu, iki sevgiliyi ayırmanın yolunu ise Ferhad’ın delinmesi çok zor bir dağ olan Demirdağ’dan (dağın ismi de bu zorluğa gönderme yapar) bir tünel açmasını şart koşar. Ferhad Şirin’e kavuşabilmek için dağı delmeye başlar. Ferhad’ın dağı delmeye başlamasından uzun bir süre sonra Mehmene Banu, Şirin’in ısrarlarını kıramayarak dağı delme şartından vazgeçer.Şirin, bu haberi Ferhad’a iletir. Ferhad, haberi duyduğunda sevinmez, çünkü Ferhad dağı artık Şirin için değil, kirli su yüzünden ölen halkı için kazmaktadır.Ferhad dağı delecek ve dağın öte tarafındaki temiz suyu ülkesine ulaştıracaktır.Bu anlamda Ferhad, bireysel aşktan toplumsal aşka geçmiş olur. Bu bağlamda,Nâzım Hikmet’in, geleneksel Ferhad ile Şirin anlatılarındaki Ferhad’ın Şirin’e duyduğu aşktan Tanrı’ya duyduğu aşka yönelmesi motifini alması ve tiyatrosunda Ferhad’ın, Şirin’e duyulan aşktan halka duyulan aşka geçmesi şeklinde değiştirmesi önemlidir. Bir başka ifadeyle geleneksel Ferhad ile Şirin anlatılarındaki Tanrı aşkının yerini toplum aşkı alır. Böylelikle Nâzım Hikmet, toplumda geçerliliğe sahip olan dinî-tasavvufi söylemin içinden sosyalizme ait düşünceleri verir ve bu şekilde bu düşüncenin halk tarafından daha rahat kabul edilebileceğine inanır. Nâzım Hikmet’in bu tavrının, Komünist Parti yetkililerini nMüslüman toplumlardaki uygulamalarıyla paralel olduğu söylenebilir. Örneğin,Türkmenistan’daki Komünist Parti yetkilileri, 1940’lı yıllarda Nasrettin Hoca fıkralarını toplatarak bu fıkraları Sovyet ideolojisini iyi göstermek için bir araç olarak kullanmışlardır. Bu yolda,özellikle hanlar, beyler ve diğer zengin kişiler zalim ve acımasız olarak gösterilmiştir.Zeynep Kaçar, Ferhad ile Şirin anlatısının farklı bir uygulamasını, feminist bir yorumla yazdığı “Böyle Bir Aşk Masalı”adlı oyunuyla ortaya koyar. Kaçar’ın,oyununu yazarken Nâzım Hikmet’in Ferhad ile Şirin piyesinin motif yapısına çoğunlukla bağlı kaldığı söylenebilir.Sözü edilen oyunda, Nâzım Hikmet’in Ferhad ile Şirin’inde olduğu gibi, ablası Şirin’i çok sever, Şirin Ferhad’la kaçar,Mehmene Banu, Ferhad’ı Şirin’e kavuşabilmesi için, onun Demir Dağı delmesini şart koşar (dağın isminin de Demir Dağ olması bu bağlamda önemlidir), halk,suyu şehre akıtmaya çalışan Ferhad’ı yüceltir vb. Bu benzer motif yapısına karşılık, Kaçar’ın, oyununda Ferhad’ın değil, Şirin’in dünyasından olaylara baktığı söylenmelidir. Bu şekilde, aynı zamanda Ferhad’ı önceleyip Şirin’i arka plana attığını düşündüğü bütün Ferhad ile Şirin yazarlarını da eleştirmiş olur.“Masal Böyle Başlar” bölümünde söylenenler,ortaya atılan savı somutlar:Bir varmış. Bir yokmuşYüreği kocaman bir adam varmış.Bir gün birdenbire kadınla göz göze durmuşlar ve o saat Sevdaya düşmüş adam...Adamın sevdası öyle büyük, öyle büyükmüş ki, Sevdadan delinmez denen dağı delmiş.Bir varmış bir yokmuş.Ferhad varmış, Şirin yokmuş... Şirin, bu durumuyla kadınların metaforu olarak alımlanır. Çünkü Kaçar’agöre kadınlar “susmak” ve “sabretmek”le yükümlüdürler:Şirin bekleyecek. Yapacak hiçbir şeyi olmadığı için. Başka bir seçeneği olmadığı için bekleyecek. Sabredecek.Sonsuz bir masalı yazacak yeniden.Kadınlığın masalını yazacak sessizce.Sabredecek. Kaçar’ın bekleyen Şirin’i, Nâzım Hikmet’in bekleme “marifetini” yerine getireceğini söyleyen Şirin’inin bir devamı gibidir. Nâzım Hikmet’in oyununda Şirin bu durumu şöyle dile getirir: “Bu hikâyede herkes bir marifet gösterdi,ben de beklemesini bileceğim... Bekleyeceğim...Beklemesini bileceğim seni, Ferhad”. Kaçar,bu noktada, Ferhad’ın değil, asıl Şirin’in yaptığının zor olduğunu vurgular. Çünkü beklemek dağı delmekten bile zordur:“Keşke, ah keşke ben delseydim dağı. O bekleseydi beni. Ben delseydim”. Ayrıca fedakâr âşığın sembolü olan Ferhad’dan çok, gerçek fedakârın Şirin olduğunu dile getirir: “Bir masaldan sonsuza dek sürgün edilecek kadar çok seviyorum seni” .Kaçar’ın Ferhad ile Şirin adlı tiyatrosunda da, diğer örneklerde görüldüğü gibi, yeni bir düşüncenin geleneksel anlatılar üzerinden meşrulaştırılmaya çalışıldığı görülür. Kaçar’ın diğer örneklerden farklılaştığı nokta ise geleneksel Ferhad ile Şirin anlatılarının söyleminden feminist bakışı meşrulaştırmak için yararlanmasıdır. Kaçar, Ferhad ile Şirin anlatısındaki Şirin figürünü kullanarak okura kadınların nasıl ikinci plana itildiklerini ve onların ne tür sıkıntılar içinde olduğunu göstermeye çalışır. Bu bakış açısının, Ferhad ile Şirin anlatısı bağlamında dile getirilmesi, göndergesel anlamın okur üzerinde daha etkileyici olmasına yol açar.Görüldüğü gibi Leylâ ile Mecnun ve Ferhad ile Şirin anlatıları toplum üzerinde etkili oluşları nedeniyle farklı ideoloji meşrulaştırmak bağlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda, Ziya Gökalp,Mehmet Akif Ersoy, Nâzım Hikmet,Sezai Karakoç ve Zeynep Kaçar gibi yazar / şairler, söz konusu geleneksel anlatıların içinden kendi düşüncelerini meşrulaştırmaya çalışırlar. Böylelikle gerek Leylâ ile Mecnun gerekse Ferhad ile Şirin anlatısı, milliyetçi, ulusalcı,sosyalist, İslamcı ve feminist görüşlerin somutlandığı bir araç olur. Hatta bu eğilimin,Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından 3 Mart’taki AKP’nin İstanbul mitinginde dağlardan tünellerin açılması ile ilgili olarak benzer şekilde Ferhad ile Şirin anlatısından yararlanılması,dikkat çekicidir. Bu mitingde başbakanşöyle der: “Ferhad, Şirin’e, yani halkına kavuşacak”. Bu durum, söz konusu anlatılardan hâlâ meşrulaştırıcı bir söylem biçimi olarak yararlanıldığını gösterir.
* Bozok Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edb. Böl. Arş. Gör.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder