29 Eylül 2012

Ana Dilde Eğitim, Gazi Bertal

Anadilde Eğitim Neden Olmaz 



Anadilde eğitim meselesi politik gündemi geren belli başlı meselelerden biridir. Fakat bütün gerilimine rağmen meselenin tarafları işin özünde fikir farklılığına sahip değiller. Her iki taraf da anadilde eğitimin siyasî bir hak olduğunu savunmaktadır. Mesela devlet tarafı, bu hakkı Türkiye dışındaki bütün halklar, topluluklar için meşru ve gerekli görür. Batı Trakya ve Bulgaristan’daki Türk azınlık için, Kuzey Kıbrıs için, Irak Kürdistan’ındaki Türkmenler için ve son olarak da Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler için ısrarla savunmaktadır bu hakkı. Türkiye’de ise Türkçe dışında başka dilleri konuşan kendi vatandaşları için anadilde eğitim hakkını tartışmasız bir hak olarak görmez. Bunun tek sebebi özünde böyle bir hakka karşı olmasından kaynaklanmıyor. Devletin ya da genel olarak iktidar kurumlarının ve bu algıya sahip vatandaşların asıl çekincesi, devletin cumhuriyet ilkeleri ve dil üzerindeki tekelinin sarsılacağıdır. Bu konuda ayak diremenin en sağlam yolu ise inkârdan geçer. Kürtçe eğitim talebine karşı devlet, kendimi bildim bileli “böyle bir dil yok ki” deyip çıkmaktadır işin içinden. Bir asır boyunca bu inkâr yöntemiyle direnmiştir. Her ne kadar argümanları artık kendi ayağına dolansa da gittiği yere kadar bu direnişi sürdürmek için hâlâ debeleniyor. Demek istediğim, devlet de genel olarak herhangi bir anadilde eğitime karşı değil. Ancak, söz konusu dil Kürtçe, Zazaca, Lazca vb. ise, adeta otomatik bir komut gibi “hassasiyet”ini hatırlayıp bu hakkı reddediyor. Tabii bu konudaki tartışmaların nihayet gelip temel insani haklar çerçevesine dayanması, anadil talebinin genel geçer bir meşruiyetten kaynaklanması devleti zor durumda bırakan başlıca etkendir. Öyle ya da böyle, bu sorun son demlerini yaşıyor denebilir.



Dil Meselesinin İki Ana Yönü



Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesi için Kürt hareketi uzun yıllardır mücadele etmekte. Benim açımdan ise bu sorunun irdelenmeye değer iki temel yönü var. Birincisi, Kürtçe’nin eğitim-öğretim dili olarak revize edilmesi, biçimlendirilmesi ve yeniden oluşturulması handikabıdır. İkincisi ise sistematik eğitimin anadilde yapılamayacağı gerçeğidir. Toplum veya topluluklar, birçok alanda olduğu gibi dil alanında da iktidar kurumlarından eşitlik talep ediyorsa, elbette bu meşru hakkı teslim etmekten başka söylenecek söz olmaz. Fakat bir anarşist için mesele meşru bir hakkın teslim edilmesiyle sınırlı değil. Burada asıl üzerinde durulması gereken ve en az anadil kadar önemli bir nokta da eğitim meselesidir. Bin yıllardır sistematik eğitime karşı direnmiş bir toplum, niçin bugünün uygarlık cenderesi içine alınıp eğitilmek isteniyor? Bu konuşulmayacak mı, tartışılmayacak mı? Çağdaş uygarlıkçıların dillerinden düşürmedikleri “eğitim şart” düsturu ne oldu da eğrisine doğrusuna bakılmadan bütün bir Kürt toplumunun talebi haline getirildi. Politik dünyadaki her değişimi gözleyen, her türlü düşünsel kültürel tartışmaya kulak kabartan Kürt entelektüeller eğitim meselesine niçin dönüp bakmazlar. Kürt hareketinde veya politik Kürt çevrelerinde eğitimin sistem ve iktidarla ilişkisini ele alan herhangi bir incelemeye rastladığımı hatırlamıyorum. Belki vardır da ben rastlayamadım. Tabii kast ettiğim şey eğitimin sömürge-sömürgeci ilişkisinde yol açtığı deformasyon veya semptomlar değil, iktidarın kimliğinden bağımsız olarak eğitimin birey üzerindeki tahribatıdır sözünü ettiğim.

Meselenin önemi şuradan kaynaklanıyor: Eğitim iktidar ürettiği kadar iktidar da eğitim aracılığıyla sınırsız bir tahakküm yaratır ve bu tahakkümü yaygınlaştırır. Bireyi tahakküm altına alan, eğen, büken, tartan, ölçen, biçen, şekillendiren, kendine tabi kılan iktidar, bunu eğitimin bin bir çeşit metoduyla gerçekleştirir. Birer kıyma makinesi olan eğitim kurumlarının yarattığı cehalet ortadayken Aydınlanma ve Batı hayranlığının Kürt hareketi tarafından da sorgulanmasının vakti ne zaman gelecek acaba?

Belli ki, anadilde eğitim istenirken eğitimin sistematik şiddet içerdiği her defasında gözden kaçırılmaktadır. Bundan yüz elli yıl önce zorunlu eğitime karşı gönüllü öğrenim projesi geliştiren Lev Tolstoy, “eğitim, bir fikrin zorla insana dayatılmasıdır” demişti. Eğer insanlar, kendilerine dayatılan bu otorite ilkesine rıza göstermeselerdi eğitim sistemleri yeryüzünde bu denli tıkır tıkır işleyemezdi. İşte eğitim denilen sistematiğin temel işlevlerinden biri de otorite ilkesini bireyin düşünce ufkunda ve yaşamında vazgeçilmez kılması; buna muktedir olması ve bunu başarmış olmasıdır. Ancak bu gönüllü kabulleniş sonucudur ki, milyonlarca insan ordusuz, polissiz, yargıçsız, otoritesiz ve nihayet okulsuz bir yaşamı kâbusla eşdeğer görmekte. Burada vurgulamak istediğim nokta elbette müfredat değil, bizzat eğitimin kendisidir. Bir olgu, bir tahakküm biçimi olarak zorunlu eğitimin reddedilmesidir. Bilgi ve tecrübe aktarımı veya kısaca öğrenmek ise tamamen başka tarzda bir etkinliktir. İktidar ve otoritenin tekeli dışında, formasyon ve kurumsal işlevi olmaksızın bireyin rızası ve iradi seçimiyle serbestçe gerçekleşebilecek bir deneyim sürecidir o.

Sonuç olarak Kürt toplumu, Kürtçe’nin eğitim dili haline gelmesini istediği ve bu talebi gündemde tutabildiği müddetçe er ya da geç bu hedefe ulaşır. Şüphesiz Kürtçe de her dil gibi gelişmeye, modernleşmeye ve elbette eğitim dili olmaya müsaittir. Hatta bu yola girmiş ve epey de menzil almış durumda. Ne var ki, bu amacın hedef ve araçları, yol ve yöntemleri özgürlük etiğiyle değil, otoritenin buyurganlığıyla belirleniyor. Açık ki, bu buyurganlık amacın kendisini de gözden geçirilmeye muhtaç kılmakta. Sorun Kürtçe’nin eğitim için yeterli olup olmadığı değil; asıl sorun hâlâ önemli oranda doğa toplulukları olan Kürtlerin yaşam tarzının ortadan kaldırılmasıdır. Bu akıbeti yaşamış toplumların dillerine bakıldığında görüleceği gibi, Kürtçe’nin de eğitim dili haline gelmesiyle birlikte etimolojik ve morfolojik yapısı büyük bir deformasyonla karşı karşıya kalacaktır. Demokratik kriterler açısından meşru bir hak talep edilirken gözden kaçırılan nokta; kent ve devlet öncesi özgünlükler taşıyan bu dilin toplumdan ve yaşamdan koparılıp bilimsel disiplinler tarafından yeniden üretilmesidir. Asıl sorun bu!



Meselenin ikinci temel yönüne gelince; günümüz eğitim dillerinin hiçbiri artık anadil niteliklerini taşımıyor. Mesela, konuşma veya eğitim-öğretim dili olarak Türkçe kimin anadilidir? Toroslar’da, Ege’de, Orta Anadolu’da resmî Türkçe’den farklı ağızlarla anadillerini konuşan Türk etnisiteye rastlamak mümkün belki, ama Türkiye Türkçesi denilen dil Türklerin anadili olmaktan çoktan çıktı. Çünkü eğitim dili haline gelen hiçbir dil anadil niteliklerini koruyamaz. Bunun nedeni, anadil dediğimiz konuşma dilinin, tarih, kent ve yazı öncesinden veya bunların dışında kalmasından kaynaklanır. Henüz doğayla bütünlüklü, temel morfolojik özelliklerini canlı şekilde koruyan diller, sistematik eğitim, yazılı kültür ve kent yaşamına geçişle birlikte eski niteliklerini kaybeder, değişim ve bozuma uğrarlar. Bu bakımdan anadil, doğaya, doğal hayata, doğa toplumlarına ait iken; eğitim ve yazılı kültür dili, modern uygarlık öncesi kimi izler taşımasına rağmen kente, devlete ve uygarlığa aittir. Eğitim dili, yalnızca sözcük hazinesi açısından değil, konuşma kalıpları, etimolojik ve morfolojik (köken ve yapı) özellikleri açısından da doğal özgünlüğünü yitirmiştir.

Bu açılardan bakınca Kürtçe’nin henüz epey avantajı var. Çoğu zaman yan yana iki köyün, iki aşiretin ortak dilinde bile farklı ağızlar mevcut. Birkaç temel lehçeden başka pek çok şive ve ağızla konuşulan günümüz Kürtçesi, hâlâ pastoral yaşam tarzının rengârenk çeşitliliğini sunmakta. Ancak, 1970’li yıllarda politik Kürt gruplarının –alfabe, gramer ve yazı dili arayışıyla– başlayan yazılı kültür çalışmaları, bugün konuşma dilinden uzaklaştığı gibi yazı dilinde de belli bir standartlaşma ve merkezîleşmenin yolunu açtı. Açık ki bu çaba Kürtçe’yi hızla homojenleştirip ulusal dil denilen devlet dili haline getirecek.

Bu meselenin bir başka boyutu ise, anadilin eğitim ve devlet diline uygun yapıya dönüştürülmesi için yapılacak zoraki bozumdur. Bir dile siyasi nedenlerle yapılan müdahalelerin nerelere varabileceğini akılda tutmak için Kürt camiasının da gayet iyi bildiği Türk Dil Kurumu çalışmalarını, güneş dil teorisini, Orhan Hançerlioğlu’nun Öz-Türkçe girişimlerini anmak yeterlidir. Bu girişimlerde illa da kötü niyet aramak gerekmez. Modern eğitim sistemi, dilin merkezîleşmesini, standartlaşmasını kaçınılmaz kılar. Ulusal çapta bir ve tek eğitim sistemi (tevhidi tedrisat) istiyorsanız, Türk oymaklarının Asya bozkırlarından beri kullana geldiği onlarca şive, ağız ve lehçeyle bu ulusal birliği ve eğitimi sağlayamazsınız. Nitekim Kürt uluslaşması da öteki lehçe, şive ve ağızları yutan, yutamadıklarını da aşağılayan merkezî bir dil standardına varmazsa hedeflediği çağdaş eğitim sistemini mevcut Kürtçe’yle kuramaz.

Bu bakımdan anadilde eğitim talebinin Zazaca için yarattığı tehlike daha can alıcı boyutta. Güney ile kuzey Zazaca şiveleri (Dımıli ile Dersim, Sivas, Erzincan havalisi) arasındaki farklılaşma aşağı yukarı Sorani ile Kurmanci arasındaki fark kadardır. Her iki şive de yaklaşık aynı yaygınlıktadır. Zazaca’nın öteki ara ağızlarını bir yana bıraksak bile bu iki temel şiveden hangisi eğitim dili için esas alınacak? Belli ki dil uzmanları Zazaca’nın bu iki temel şivesini Farsça ve Kürtçe yardımıyla tekleştirecek. Böylece yazı-çizi, eğitim ve bilim erbabının dahi anlamakta güçlük çekeceği yapay bir dil üretecekler. Batı dillerinden, filtrelenmeden alınan günlük yaşamdaki kalıplar daha şimdiden Kürtçe’yi de Zazaca’yı da etkilemeye başladı. Bu nedenle, televizyon ve radyo yayınları, yazılı basın-yayın çalışmaları maalesef dilin özgün mantığına ve doğal yapısına öldürücü darbeler indiriyor.

Örneğin, okur yazar olmayan ama iyi Kürtçe konuşan herhangi bir köylü ya da şehirliye Kürtçe yazılmış bir haberi okuyun, tanıdık bazı sözcük ve edatlardan başka hiçbir şey anlamadığını göreceksiniz. Aynı şey Zazaca için de geçerli. Taklidi marifet sanan dil uzmanlarının kotarıp güncelleştirdiği Kürtçe ve Zazaca ne okunabiliyor ne anlaşılabiliyor. Ne yazık ki Kürt basınının bu yapay dili ile doğal Kürtçe konuşan halk dili arasında açılan uçurum gün geçtikçe derinleşiyor. Bir kanser hücresi gibi politik Kürt çevrelerine bulaşan çağdaş yaşama ayak uydurma çabası geleneksel Kürtçe’yi yok oluşa doğru sürüklüyor.

Hâlbuki sözlü edebiyata –masal, destan, veciz, türkü ve ağıtlara– yansıyan oldukça zengin tasvir, imge ve tanımlamalar var. Dilin bu doğal zenginliği, toplumun son çeyrek yüzyıldaki politikleşmesiyle birlikte yoksullaşmaya, mekanikleşmeye yüz tuttu. Kürtçe, yaklaşık otuz yıldır tümüyle yabancısı olduğu politik bir jargonun esaretinde can çekişiyor. Tam da mustarip olunan asimilasyoncu zihniyetle, ölçüsüz zorlama ve abartılarla yeni bir dil yaratılıyor. Batı hayranı ilerici dilbilimciler, linguistik uzmanları, gırla türeyen araştırmacı yazarlar birbirinden şişkin sözlük ve gramer icatlarının yarışındalar. Binlerce yıldır doğal yaşamdan gelen zenginliğini, çeşitliliğini koruyan geleneksel Kürtçe maalesef bu uğursuz çabanın elinde bir kadavraya dönüşüyor.

Sonuç olarak, benim talebim Kürtçe’nin eğitim dili olması değil, anadili olarak korunmasıdır. Şimdi “koruma” sözcüğünü kullandım diye bu işin üniversite kürsülerinde kotarılabileceği sanılmasın. Aksine, dilleri bozan veya onların baskı altına alınmasına aracı olan bizzat üniversitelerdir. Bu nedenle, doğa topluluklarının dilleri bilim çevrelerinin deney ve araştırma nesnesi yapılmamalı. O kürsülerden çıkacak sonuçları gayet iyi biliyorum. Bugün teknolojik sistemin dili ve zihniyetiyle konuşan teknokratın bana, “senin dağlarından, yaylalarından doğup çağlayan dereler boşa akıyor” demesiyle, dilbilimcinin “senin dilin geri, çağdaş yaşamı algılamakta ve ifade etmekte yetersiz” demesi arasında bir fark görmüyorum. İkisi de gelişme ve kalkınmaya işaret eder. İkisi de doğal yaşamımı ortadan kaldırmayı hedefler. İkisini de reddediyorum. Dereler boşa aksın. Dil kendi doğal seyrine bırakılsın.

 Gazi Bertal
Anarşist gazetesi 2. sayı

Hiç yorum yok: