-Mehmet Ali’ye
Türk
edebiyatında, eşcinsellik gibi günümüzde aykırı olarak nitelendirilen cinselliklere
yer veren edebî metinlerin sayısı az değildir. Gerek eski Türk edebiyatı, gerek
halk edebiyatı, gerek Tanzimat sonrası
edebiyat, aykırı cinselliklerle ilgili birçok metni içermektedir. Öte yandan,
aykırı cinsellik çoğu zaman yalnızca erkek eşcinselliğinden ibaret bir konu
olarak görüldüğü için, kadın eşcinselliği gibi diğer sıra dışı cinsellikler,
edebî metinlerde ve edebiyat eleştirisinde fazla tartışılmamıştır.
Edebiyat
eleştirisine bakıldığı zaman, erkek eşcinselliği konusunun genellikle divan şiirinde
sevgilinin cinsiyeti bağlamında tartışıldığı
görülmektedir. Bu tartışmalara, Atillâ Şentürk, Mehmet Kaplan, Walter G.
Andrews, Mehmet Kalpaklı, Nuran Tezcan, Konur Ertop ve Selim Sırrı Kuru gibi
birçok araştırmacı çalışmalarıyla katılmıştır. Bu çalışmaların pek çoğu,
edebiyat düzleminin dışına çıkarak Osmanlı toplumunu cinselleştirmeye ve tarihsel
gerçekliği yakalamaya yönelik bir çabayı da içermektedir. Kuşkusuz böyle bir
çaba, incelenecek edebî metinlerin başka alanlardan örneklerle çeşitlendirilmesini
gerektirir. Bu noktada, cinsellik konusunda çalışmak isteyen araştırmacılar
için halk edebiyatının birçok verimli metin sunabileceği belirtilmelidir. Dokuz
Tıflî hikâyesinden biriolan Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi de
bu bağlamda tartışılması gereken önemli bir metindir. Hançerli Hanım Hikâye-i
Garibesi, 4. Murat (1623-1640) döneminde yaşanan olayları anlatan bir realist
halk hikâyesidir. Önce meddahlar tarafından dinleyici önünde anlatıldığı
düşünülen bu mensur hikâye, ilk kez 1851 yılında basılmıştır. Hançerli Hanım
Hikâyei Garibesi, özellikle Tanzimat romanı üzerindeki etkileri ile inceleme
konusu olmuştur.
Hikâyenin bugüne değin yeterince tartışılmamış bir özelliği, metinde erkek
eşcinselliği konusunun geniş yer tutmasıdır. Güzin Dino, Türk Romanının
Doğuşu’nda, Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’ni Namık Kemal’in İntibah’ı
üzerindeki etkileri bakımından incelemiş, bu bağlamda realist halk hikâyelerindeki
açık saçık sahnelere ve erkek eşcinselliğine kısaca değinmiştir (33-36). Konur
Ertop, Türk Edebiyatında Seks adlı kitabında konuya yer ayıran bir diğer
yazardır (188-90). David Selim Sayers ise “Tıflî Hikâyelerinin Türsel Gelişimi”
başlıklı yüksek lisans tezinde, Tıflî hikâyelerinde ve bu bağlamda Hançerli
Hanım Hikâye-i Garibesi’nde eşcinsellik konusuna yer vermiştir (103-20).
Bu
yazıda, Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’nde geniş yer tutan erkek eşcinselliği
konusu, belirtilen çalışmalardan farklı olarak Dror Ze’evi, Walter G. Andrews,
Mehmet Kalpaklı, David Halperin ve Foucault’nun cinsellikle ilgili çalışmalarından
yararlanılarak tartışılacaktır. Bu tartışmalara girmeden önce, Hançerli Hanım
Hikâye-i Garibesi’nin çok kısa bir özeti verilecektir. Ardından, hikâyenin homoerotik
bölümleri saptanacak ve bu bölümler, kuramsal metinlerin ışığında okunacak ve yorumlanacaktır.4. Murat döneminde, yani
17. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’da yaşayan Süleyman, güzelliğiyle kadınları olduğu kadar erkekleri
de kendisine hayran bırakan bir delikanlıdır. Delikanlı, Hançerli Hanım’ın genç
kölesi Kamer’e âşık olur. Hançerli Hanım ise Süleyman’a âşıktır ve birlikte
olmak için delikanlıyı yalısına çağırır. Kamer’e yakın
olmak için bu daveti
kabul eden Süleyman, onu öperken Hançerli Hanım’a yakalanır. Bu olayın ardından
Hançerli Hanım tarafından işkence edilen Kamer, ormanda ölüme terk edilir. Hançerli
Hanım, Süleyman’ı da öldürmek ister. Ancak 4. Murat’ın gözdesi Tıflî,
Süleyman’ı kurtarır ve olan biteni padişaha anlatır. Böylece Hançerli Hanım
tutuklanır. Hikâyenin sonunda, Süleyman ve azat edilen Kamer evlenirler. Hikâyenin konusu, eşcinsel
ilişkilere değinmeksizin böylece özetlenebilmektedir. Ancak bu durum,
hikâyedeki yoğun homoerotizmin ihmal edilmesine neden olmamalıdır. Erkek
eşcinselliği, özellikle genç delikanlılar ile oğlan çocukları arasında
eşcinsellik, olay örgüsünü belirlemese de metinde geniş yer tutmaktadır. Bu
bağlamda, hikâyenin ilk sayfalarında anlatılan rakı sofrası sahnesi, metnin
homoerotik bölümlerinden biridir. Bu bölüm, bir bakıma meyhaneden, şaraptan ve
sâkiden bahseden Osmanlı şiiri örneklerini hatırlatmaktadır. Söz konusu
bölümde, Süleyman ile meyhaneci çırağı arasındaki yakınlaşma şöyle
anlatılmaktadır:
Biraz sonra gayet güzel bir rakı sofrası hazırlandı..
Herifler kadehleri doldurup toka ettiler.. Süleyman Beğ’e de bir şişe iksir
getirdiler ve gül yanaklı, son derece de dilber bir muğbeçe, kadehi doldurdu.
Ve Beğ’e takdim etti… Birkaç kadeh içilince, gözleri döndü, yavaş yavaş
şenlenmeye başladılar.. Güzel sâkiyi, Süleyman Beğ’in yanına oturttular… Artık
her içişinde, iki genç birbirinin dudaklarından meze alıyorlardı.. (Hançerli Hanım…
8-9)
Görüldüğü gibi, hikâyenin kahramanı Süleyman, meyhanede kendisine içki sunan
meyhaneci çırağıyla erotik bir yakınlaşmayı tecrübe etmektedir. Süleyman’ın yanında oturan “sâki-i sîmîn-i sâk”
(gümüş baldırlı sâki), “billur gibi kollarını sıva[r] [ve] nâz u şive ile Süleyman
Bey’in penbe dudaklarına birbirini müteakip birkaç kadeh ver[ir]” (9). Bu olay
sırasında Süleyman, “sinn-i bulûğa vasıl olmuş” (12), yani ergenleşmiş bir
delikanlıdır. Süleyman, ilk erotik deneyimini kapalı kapılar ardında değil, arkadaşlarının
da bulunduğu
meyhane ortamında serbestçe yaşamaktadır ve ona bu ilk deneyiminde bir oğlan çocuğu eşlik eder.
Süleyman’ın sâki ile sevişmesi, ne kendi arkadaşları, ne de meyhanedeki diğer insanlar tarafından yadırganır.Meyhaneden ayrılan Süleyman, bu kez bir başka “sâki-i mehlîkâ” (9) ile, yani ay yüzlü sâki ile karşılaşır. Sâki, Süleyman’ın güzelliği karşısında şaşkınlığa düşer ve güzel sözler söyleyerek onu meyhaneye davet eder. Ardından, ona bir kadeh şarap sunar; karşılığında dudaklarından öptürür ve ertesi gün görüş-
meyhane ortamında serbestçe yaşamaktadır ve ona bu ilk deneyiminde bir oğlan çocuğu eşlik eder.
Süleyman’ın sâki ile sevişmesi, ne kendi arkadaşları, ne de meyhanedeki diğer insanlar tarafından yadırganır.Meyhaneden ayrılan Süleyman, bu kez bir başka “sâki-i mehlîkâ” (9) ile, yani ay yüzlü sâki ile karşılaşır. Sâki, Süleyman’ın güzelliği karşısında şaşkınlığa düşer ve güzel sözler söyleyerek onu meyhaneye davet eder. Ardından, ona bir kadeh şarap sunar; karşılığında dudaklarından öptürür ve ertesi gün görüş-
mek üzere söz alır. Süleyman, bu ilk erotik deneyimlerinin
ve içkinin sarhoşluğu içindedir artık: “Biçare Süleyman Bey, hem âşık ve hem ma’şûk olmuştu[r]” (11). Öyle ki, ertesi gün sabahtan güzel kıyafetlerini
giyerek “[d]oğruca meyhaneye gidip sâki-i mâh-rûya mülâki ol[ur]” (11), yani ay
yüzlü sâkiye kavuşur. Hikâyenin ilerleyen bölümlerinde Süleyman, bedestende
satıcı olarak çalışmaya başlar. Bu sırada Süleyman’ın güzelliği şehirde o kadar
çok konuşulur ki, sırf onun güzelliğini görmek için dükkâna gelen müşteriler
birçok şey satın alırlar. Bu müşteriler arasında erkekler kadar kadınların da
olduğu belirtilir (18). Süleyman’ın güzelliği ile erkekleri cezbettiği hikâyede
böyle anlatılmış olur. Bu durum, en azından hikâyenin ortaya çıktığı düşünülen
17. yüzyılda, nesnesi erkek güzelliği olan homoerotik arzunun Osmanlı
toplumunda serbestçe tecrübe dildiğini göstermektedir.Hançerli Hanım Hikâye-i
Garibesi’ni eşcinsellik konusu bağlamında asıl önemli kılan, hikâyede meddah
tarafından anlatılan iki genç erkeğin aşk hikâyesidir.
Bu hikâye, Güzin Dino’nun da belirttiği gibi,
çerçeve hikâye içinde geniş yer tutmakta ve seksen dokuz sayfalık Hançerli Hanım
Hikâye-i Garibesi’nin on bir sayfasını oluşturmaktadır (Dino, Türk Romanının
Doğuşu 35). Hikâyenin kahramanları, padişah Cemşid, Cemşid’in gulâmlarından
Nâyâb ve Seyf-i Dil’dir. Bu aşk üçgeni içinde Nâyâb, padişahın bir an olsun
yanından ayırmak istemediği bir oğlan çocuğu, Seyf-i Dil ise genç bir
delikanlıdır. Bir gün padişahla şehri gezen Nâyâb, Seyf-i Dil’i görerek âşık olur. Çok geçmeden Nâyâb’ın aşk acısı çektiğini
anlayan padişah, “[b]ir an bezmimden dûr olsan çektiğim âlâm ve ızdırabı ta’rif
edemem.. Gel, benim güzel yavrum, bu sevdadan vazgeç” (45) sözleriyle Nâyâb’a
ne kadar âşık olduğunu ifade eder ve ondan kendisine bağlı kalmasını ister.
Ancak Nâyâb, Seyf-i Dil’den vazgeçemez. Üstelik Seyf-i Dil de aşkına karşılık
verir. Hikâyenin bir bölümünde, iki
gencin sevdalı hâllerini gören insanlar, “[h]epimiz de delikanlı olduk.. Haydi dükkânlara….
Alış verişimize bakalım.. İki genç hasbihal etsinler” (48) sözleriyle, genç bir
delikanlının bir oğlan çocuğuyla yakınlaşmasını onayladıklarını ifade etmiş
olurlar. Nâyâb ve Seyf-i Dil, Cemşid’den kaçmak ve Anadolu’da birlikte yaşamak
üzere kısa süre sonra yola çıkarlar. Ne yazık ki padişah Cemşid’in adamlarına
yakalanırlar. Hikâyenin sonunda padişah Cemşid, Seyf-i Dil’in gözleri önünde
Nâyâb’ı öldürür. Bu acıya dayanamayan Seyf-i Dil de oracıkta sevgilisiyle
birlikte son nefesini verir. Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’nde meddah
tarafından anlatılan bu küçük hikâye, eşcinselliğe yalnızca bedensel bir eylem,
bir tutku olarak değil, iki genç erkeğin duygusal ilişkisi olarak yer verdiği
için önemlidir. Nâyâb ile Seyf-i Dil’in hikâyesi, birbirine âşık çok genç iki
erkeğin entrikalardan uzak, duygusal ve acıklı hikâyesidir.
Walter
G. Andrews ile Mehmet Kalpaklı’nın birlikte hazırladıkları The Age of Beloveds
(Sevgililer Çağı) adlı kitapta, 15. yüzyıl sonundan 17. yüzyıl başına kadar
süren yaklaşık iki yüzyıllık dönem, Osmanlı toplumundaki ve Avrupa’daki aşk ve
cinsellik anlayışı nedeniyle “sevgililer çağı” olarak adlandırılmıştır(23).
Kitapta, bu dönem boyunca gerek Osmanlı toplumunda, gerek Avrupa’da çeşitli
cinselliklerin serbestçe yaşandığı belirtilmektedir. Andrews ve Kalpaklı,
özellikle bu dönem süresince
Osmanlı şiirine hâkim olan aşk anlayışını ve
androjen sevgili tipini ayrıntılarıyla incelemektedirler.
Yazarlar, her ne kadar kanunen yasaklanmış ve
cezaya bağlanmış olsa da, yetişkin bir erkeğin bıyığı sakalı çıkmamış tüysüz
bir oğlanla ilişki yaşamasının Osmanlı toplumunda (eski Yunan’da olduğu gibi)
olağan karşılandığını, hatta yetişkin erkeğin genç erkekle ilişkisinin
neredeyse kurumsallaşmış biçimde yaşandığını belirtmektedirler. The Age of
Beloveds’da, söz konusu dönem boyunca müsamaha gösterilen erkek eşcinselliğiyle
ilgili şu temel bilgi verilmektedir:
Bir genç adam, yüzü sakallarıyla grileşir
grileşmez uygun bir sevgili olmaktan çıkmaktaydı. Yetişkin erkekler arasında
cinsel ilişki, yetişkin erkeklerden birisinin edilgen ve diğerine tabi olmasını
gerektiren bir rol üstlenmesi anlamına geleceği için hoş karşılanmıyordu. (140)
Bu konuya, Dror Ze’evi de Müslüman Osmanlı
Toplumunda Arzu ve Aşk adlı kitabında yer ayırır. Ze’evi, cinsellik konusunu
Osmanlı Orta Doğusu bağlamında ve 16. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan dört
yüzyıllık dönem içinde incelemektedir. Dror Ze’evi’ye göre, bir Osmanlı erkeğinin
hem kadınlara, hem de kendisinden genç erkeklere ilgi duyması doğal bir durum olmaktan
öte, bir cinsel norm olarak kabul görmüştü. Ze’evi, “[…] erkek erkeğe cinsellik
hakkında herhangi bir aykırı ses yükseliyorsa bu
ancak yetişkinlerin diğer yetişkinleri çekici
bulması konusundadır” (109) diyerek, Andrews ve Kalpaklı ile birlikte, Osmanlı
toplumunda yaşanan eşcinselliğin temel kaidesini ortaya koymuş olur.
Günümüzde, yetişkin erkeğin bıyığı sakalı çıkmamış
tüysüz oğlanlara yönelmesi ile yaşanan homoerotik ilişki “pederasti”
(pederasty) olarak adlandırılmaktadır. İlişkide genellikle aktif rol
üstlendiği düşünülen yetişkin partner “pederast”
adını alır. Özellikle Antik Yunan’da pederasti konusundaki çalışmalarıyla
bilinen David Halperin, genç partner için pek yaygın olmayan İngilizce “philerast”
terimini kullanmaktadır (Halperin, “One Hundred Years of Homosexuality” 37). Dror
Ze’evi, Andrews ve Kalpaklı’nın yukarıda aktarılan saptamaları bir araya getirildiği
zaman, cinsel söylemin Osmanlı erkeği için belirlediği norm ve sınırlar ortaya
çıkmaktadır. Bu tabloya göre, Osmanlı erkeği için norm biseksüelliktir.
Biseksüel erkeğin eşcinsel ilişkileri için norm pederastidir.
Bir başka ifadeyle, genç partnerin yaşı, Osmanlı
erkek eşcinselliğinin sınırını belirlemektedir. Bu noktada, delikanlının yaşı konusuyla
ilgili olarak birçok kaynağa başvurulabilir. Editörlüğünü
Wayne R. Dynes’ın yaptığı Encylopedia of
Homosexuality’deki (Eşcinsellik Ansiklopedisi) tanımda, pederastinin yetişkin
bir erkek ile yaşı genellikle 12 ile 17 arasında değişen oğlan çocuğu arasında
yaşanan ve cinsel ilişki ile sonuçlanması gerekmeyen
erotik ilişki türü olduğu belirtilmektedir (2: 959-960).
Daha önce de belirtildiği gibi, Osmanlı toplumunda
cinsel söylemin müsamaha gösterdiği erkek eşcinselliği pederastiden ibarettir.
Oysa Osmanlı edebiyatında cinsellik konusunun tartışıldığı metinlerde,
“pederasti” teriminin hiç kullanılmadığı görülmektedir. Bu konunun anlaşılması,
hem Osmanlı metinlerindeki eşcinselliği günümüz eşcinselliğinden ayırarak gerçekten
anlamak, hem de cinsel politikaların hasıraltı etmeye çalıştığı cinsel
çeşitliliği tanımak için gereklidir. Andrews ve Kalpaklı, pederasti yerine 21.
yüzyıl eşcinsellerinin tıbbi bir terim olduğu için uzak durdukları
“homoseksüellik” terimini yeğ tutmaktadırlar. David Selim Sayers, “Tıflî
Hikâyelerinin Türsel Gelişimi”
başlıklı yüksek lisans tezinde “yaşlı talip ile
oğlan ilişkisi” ifadesini kullanmıştır. Diğer çalışmalarda konu genellikle “eşcinsellik”
terimi kullanılarak tartışılır. Oysa erkek eşcinselliği, artık yetişkin erkeğin
tüysüz oğlan ile ilişkisiyle sınırlı değildir. Günümüzde “erkek eşcinselliği” terimi,
çoğu zaman iki yetişkin erkeğin ilişkisini imlemektedir. Hâlihazırdaki cinsel
söylem içinde pederasti, yetişkin
iki erkeğin ilişkisinden daha marjinal bir
cinsellik türü, daha netameli bir konu durumuna gelmiştir. Bu durumun nedeni
kuşkusuz, pederastın yöneldiği genç erkeğin yaşının kritik sınırlar arasında bulunmasıdır.
Terim konusunun bunca önemsenmesinin nedeni, “eşcinsellik”, “geylik” ya da
“homoseksüellik” gibi terimlerin Osmanlı metinlerini okurken yanıltıcı
olmalarıdır. David Halperin, bu
konuya “homoseksüellik” terimi bağlamında
değinmiştir:Homoseksüellik gibi biraz tavsif edici ve büsbütün bilimsel bir
terime, sınıflandırma ilminin bir aygıtı olarak itiraz edilemez, ama terim,
antik dünyadaki cinsel yaşamın ayırıcı özelliklerini anlamanın önünde ciddi
engel teşkil eden ideolojik bir yükü de içermektedir. (Halperin, “One Hundred
Years of Homosexuality 36) David Halperin, eşcinsellik tarihini tartıştığı
makalesinde, “homoseksüellik” gibi modern terimlerin eski Yunan’daki
eşcinsel
ilişkilerle ilgili çalışmalarda yanıltıcı olduğunu söylemektedir. Osmanlı toplumunda
cinsellik konusunu tartışmaya açan çalışmalarda Halperin’in bu yerinde
saptaması dikkate alınmalıdır.
Bu
noktada, böyle çalışmalar için “pederasti” teriminin diğer terim ve ifadelerden
çok daha uygun bir başlangıç noktası teşkil ettiği belirtilmelidir.
Hançerli
Hanım Hikâye-i Garibesi pederasti bağlamında incelenecek olursa, hikâyede
yalnızca padişah Cemşid ile Nâyâb’ın ilişkisinin pederasti olarak adlandırılabileceği
saptanmalıdır. Gerek Süleyman’ın sâkilerle ilişkilerinde, gerek Nâyâb ile
Seyf-i Dil’in aşk hikâyesinde pederasti değil, büluğa ermiş genç delikanlıların
oğlan çocukları ile ilişkileri söz konusudur. Bu nedenle, Hançerli Hanım
Hikâye-i Garibesi’nde erkekleri bir araya getiren aşk, Osmanlı şiiri
tartışmalarının temellendirilmesi gereken pederasti değildir. Hikâyede
anlatılan eşcinsel ilişkilerde, belli bir sosyal konumu olan yetişkin bir erkek
bulunmamaktadır. Bu bağlamda, özellikle Nâyâb ile Seyf-i Dil’in hikâyesi son
derece anlamlıdır.
Hikâyede
pederastiye göz yuman cinsel söylemin, farklı bir erkek eşcinselliğini kesin
biçimde yasakladığı görülmektedir. Bu durum, hikâyenin trajik sonunda somutlanır.
Norm dışı eşcinsellikleri ve birlikte yaşama hayalleri nedeniyle Nâyab ile
Seyf-i Dil ölümle cezalandırılmaktadır. Nâyâb, dönemin cinsel politikasının
uygulayıcısı olarak da düşünülebilecek olan padişah tarafından öldürülmektedir.
Seyf-i Dil ise sevgilisinin ölümüne dayanamayarak üzüntüsünden ölür. Hikâyenin
böyle sonlanması, Ze’evi, Andrews ve Kalpaklı’nın Osmanlı erkek eşcinselliğinin
sınırları konusunda verdikleri bilgilerle örtüşmektedir.
Hançerli
Hanım Hikâye-i Garibesi’nde meddah tarafından anlatılan bu küçük hikâye,
aslında küçük
Nâyâb’ın
hikâyesidir. Nâyâb, bir pederast olan padişah Cemşid’in sarayından kaçarken,
bir bakıma iktidar ilişkilerinden de kaçmaktadır. Bu oğlan çocuğu, Cemşid’den
kaçarak, Osmanlı toplumunda kurumsallaşmış olan pederastinin kendisine yüklediği
edilgen sevgili rolünü reddetmiş olur. Nâyâb, Seyf-i Dil ile yaşa ve sosyal
konuma bağlı hiyerarşilerin bulunmayacağı bir ilişkiyi seçmektedir. Dahası,
gizli kapaklı yaşantıları sürdürmek yerine, Seyf-i Dil ile birlikte ortak bir
hayat tasarlamaktadırlar. İki
âşık,
bu hayalleri ile günümüzde evlilik hakkı için mücadele eden eşcinsel çiftleri akla
getirmektedir.
Hançerli
Hanım Hikâye-i Garibesi son olarak, Foucault’nun kavramsallaştırması olan
“eşcinselliğin kurgulanması” bağlamında kısaca tartışılmalıdır. David Selim Sayers,
Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’ni de içeren Tıflî hikâyelerinin tarihsel
gelişimini incelediği yüksek lisans tezinde, söz konusu hikâyelerin birçok
versiyonu olduğunu, erken örneklerden yazmalara ve 19. yüzyıl hurufat yapıtlarına
geçilirken, arzu nesnesi oğlanın metinlerden çıkarıldığını belirtmektedir
(Sayers, “Tıflî Hikâyelerinin…”
108-109).
Sayers, Tıflî hikâyelerinin ilk örneklerinde eşcinselliğin olumlandığını, ancak
bu durumun zaman içinde ortaya çıkan örneklerde değiştiğini ve nihayet 20.
yüzyıl metinlerinde tamamen ortadan kalktığını, hikâyelerde yalnızca heteroseksüel
ilişkinin olumlandığını saptamaktadır. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerinde ve izleyen Cumhuriyet yıllarında cinselliğin kurgulanması sürecine
edebî metinlerin de dâhil edildiğini, yani cinsel söylemin nasıl faaliyet
gösterdiğini açıklamaktadır. Dror Ze’evi’ye göre, “[…] Osmanlı Ortadoğusu 19.
yüzyılın ortalarına doğru, metne dayalı cinsel söylemin olagelen bütün
biçimlerinden adeta kaçarak utangaç bir sessizliğe gömül[müştür]” (Ze’evi,
Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk 26). Ze’evi’ye göre, yüzyıllar içinde cinsel
söylem heteronormativite doğrultusunda sürekli değişirken, kitapların yeni
baskıları homoerotik içerikten temizlenmekteydi (115). Osmanlı Orta Doğusu
üzerine çalışan Ze’evi’den farklı olarak, batı merkezci çözümlemelere yönelen
ve pederasti konusunu Antik Yunan bağlamında tartışan Foucault, Avrupa tarihi
boyunca cinsel politikaların değişimini ve süreç içinde eşcinselliğin bir
kategori olarak tanımlanmasını Cinselliğin Tarihi’nde
şöyle
açıklamaktadır:
[…]
Westphal’in “ters cinsel duyarlılıklar” üzerine 1870’de yazdığı ünlü makale, bu
tutumun doğum tarihi olarak kabul edilebilir- unutulmamalıdır. Eşcinsellik, livata
alışkanlığından, bir tür androjini ya da ruhsal hermafroditliğe dönüştürüldüğünde,
cinselliğin bir görünümü olarak ortaya çıkmıştır. Livata alışkanlığı olan,
doğru yolu bulmuşken sapan bir dönek olarak görülmekteydi, oysa eşcinsel bundan
sonra bir “tür” olmuştur. (39)
Böylece
Foucault, modern eşcinselliğin bir kategori olarak 1870 gibi çok yakın bir geçmişte
ortaya çıktığını iddia etmekte ve eşcinselliğin nasıl kurgulandığını açıklamaktadır.
Foucault’ya göre eşcinsellik, ancak 19. yüzyıl sonunda tıbbi metinlerde bir
cinsel sınıf olarak tanımlanmış ve bilimin inceleme konusu durumuna gelmiştir.
Böylece, eşcinsellik herkesin zaman zaman tecrübe edebileceği bir cinsel eylem
olmaktan çıkarılarak, yalnızca belli bir sınıfın hastalıklı cinselliği olarak
tecrit edilmiştir. Sayers’ın çalışması işte bu nedenle önemlidir. Tıflî
hikâyelerinin 20. yüzyılda basılan örneklerinde eşcinselliğin heteroseksüellik
tarafından ikame edilmesi, Ze’evi’nin Osmanlı Devleti’nde cinsel söyleme ilişkin
iddiaları ve Foucault’nun Avrupa cinsellik tarihiyle örtüşmektedir. Sonuç
olarak, Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’nin de aralarında bulunduğu Tıflî
hikâyeleri, Osmanlı Devleti’nden
günümüze
kadar sürekli olarak değişen cinsel söylemin edebî metinlerdeki tezahürünü
tartışmak için son derece verimli metinlerdir.
Romanlarında
aykırı cinselliklere geniş yer veren Attilâ İlhan, Hangi Seks adlı kitabında,
“[…] ne diye Tanzimat sonrası edebiyatımız cinsel konularda anlaşılmaz bir
auto-censure içine girmiş, Karacaoğlan ve Nedim bu ülkede yaşamamış gibi, acaba
ne diye bütün cinsel konularda elimiz ayağımız ve en kötüsü dilimiz
bağlanmıştı?” (17) diye sorar.
Dror
Ze’evi, İlhan’ın bu çarpıcı sorusunun yanıtını Batılılaşmaya bağlı olarak ortaya
çıkan değişim sürecinde aramaktadır. Ze’evi’ye göre, Batı kökenli yeni
kanunlar, modern tıbbi kuramlar ve mutasavvıfların
faaliyetlerinin yasaklanması
İlhan’ı rahatsız eden sessizliğin nedenidir (Ze’evi, Müslüman Osmanlı
Toplumunda Arzu ve Aşk 25). Benzer biçimde, Murat Bardakçı’ya göre “[b]ir
zamanlar kendi cinslerine meyleden erkeklerin daha sonra kadınlara dönmeleri
yahut eski alışkanlıkların gizlenmeye başlaması, Avrupalılaşma yolunda ilk
adımların atıldığı Tanzimat’tan, yani 1839’dan sonradır” (Bardakçı, Osmanlı’da
Seks94). İki yazar da, özellikle 19. yüzyılda Batılılaşmaya bağlı olarak cinsel
söylemin radikal biçimde değiştiğini belirtmektedir. Attilâ İlhan’ın yukarıda
isimlerini saydığı Karacaoğlan ve Nedim gibi şairlerin eserlerinin yanı sıra,
birçok Osmanlı edebiyatı, halk edebiyatı ve modern Türk edebiyatı metni
anlattıkları sıra dışı aşklarla ilgili olarak tartışılabilir.
Walter
Andrews, Mehmet Kalpaklı, Nuran Tezcan, Selim Sırrı Kuru gibi yazarların
gazeller, mesneviler ve şehrengizler üzerine son yıllarda yaptıkları çalışmalar,
bugün artık homoerotik bir Osmanlı şiir geleneğinden söz edilmesini olanaklı
kılmaktadır. Benzer biçimde, Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’nin de aralarında
bulunduğu dokuz Tıflî hikâyesinde anlatılan aşk hikâyeleri, Türk edebiyatında
homoerotik bir halk hikâyesi geleneğini imlemektedir. Bu realist ve homoerotik
metinlerin incelenmesi, divan şiirinde sevgilinin cinsiyeti konusundaki
tartışmaları da derinleştirecek
ve
zenginleştirecektir.
Son
olarak, Türk toplumunda eşcinselliğin tarihsel gerçekliğini tartışmak için
yalnızca edebî metinlerin yeterli olmadığı belirtilmelidir. Böyle önemli bir tartışma,
edebî metinleri de içeren birçok kaynağı gereksinmektedir.
NOTLAR
1
- Atillâ Şentürk, konuyu “‘Osmanlı Şiirinde Aşk’a Dair” başlıklı makalesinde
tartışmaktadır. Şentürk’e göre, Osmanlı şiirinde anlatılan idealize edilmiş
platonik aşkı anlamak için, günümüz okuru tasavvuf ve İslam kültürünün aşk
anlayışı konusunda donanımlı olmalıdır (56-58). Şentürk, Müslüman
Osmanlı
toplumundaki yeri nedeniyle kadın için şiir yazılamadığını hatırlatarak,
Osmanlı şiirini homoseksüel temayüllerin ürünü olarak görenleri yadırgadığını
belirtir (63).
2
- Nuran Tezcan, “Güzele Bir Şehrengizden Bakış” başlıklı makalesinde, Lâmi’î
Çelebi’nin Bursa şehrengizini incelemektedir. Tezcan, Lâmi’î Çelebi’nin kırk
güzel erkeği adlarını da vererek şiirlerinde tanıttığını ve övdüğünü belirtir
(169). Şentürk gibi Tezcan da, tasavvuf konusuna, bu bağlamda dünyevi aşk ve
ilahi aşka değinir (166-67). Ancak Nuran Tezcan, Lâmi’î Çelebi’nin
şehrengizinde
anlatılan
aşkın dünyevi bir aşk olduğunu ve divan şiirinin konusu olan aşktan ayrıldığını
belirtir (176).
Tezcan,
Şentürk’ten ve birçok araştırmacıdan farklı olarak, Osmanlı şiirinin homoerotik
geleneğini aydınlatmaya çalışır ve homoerotik metinleri görmezlikten gelen
homofobik tavra işaret eder.
3-
Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’nde yalnızca homoerotizmin söz konusu
olmadığı, metinde Süleyman’ın Kamer’e aşkının ve Hançerli Hanım’ın Süleyman
için beslediği hastalıklı tutkunun da anlatıldığı belirtilmelidir. Süleyman’ın sâkilerle
öpüşmesi kadar, Kamer ile öpüşmesi de metinde anlatılmaktadır. Bu nedenle
hikâyedeki homoerotizm, kadının toplumdaki yeri gibi, ya da kadının erkekle
ilişkisinin anlatılamaması gibi nedenlerle açıklanamaz. Dahası, hikâyede
anlatılan eşcinsel ilişkiler idealize edilmiş bir aşk anlayışından uzaktır.
Süleyman, özellikle oğlan çocukları ile ilişkilerinde cinselliği ve bedensel
aşkın sarhoşluğunu yaşamaktadır.
4-
İngilizce “pederasti” teriminin dilimizde livata, lutilik, kulamparalık ve
oğlancılık gibi karşılıkları vardır. Bu terimler, özellikle argo çağrışımları
nedeniyle tercih edilmemiştir.
5-David
Halperin, queer kuramı ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine çalışan Amerikalı
bir kuramcıdır. Halperin, eşcinsellik konusunu özellikle Antik Yunan’da
pederasti bağlamında tartışmaktadır. David Halperin’in çalışmaları, hiç kuşkusuz
Foucault’nun pederasti üzerine yazdıkları ve Türk yazarların araştırmalarıyla
birlikte, Osmanlı toplumunda erkek eşcinselliğinin gerçekten anlaşılmasını
sağlayabilir.
6-
Pederasti söz konusu olduğunda, genç partnerin yaşıyla ilgili birbirinden
farklı sınırların
belirlendiği
görülmektedir. Editörlüğünü George E. Haggerty’nin yaptığı Gay Histories and
Cultures
(Eşcinsel
Tarihleri ve Kültürleri) adlı kitap, bu konuda başvurulabilecek bir diğer
kaynaktır. Kitapta,
genç
partnerin yirmili yaşlarının başında olabileceği, ama genellikle on sekiz
yaşından genç olduğu
bilgisi
yer almaktadır (672).
7
-Tamsin Spargo, queer kuramını tartıştığı Foucault ve Kaçıklık Kuramı adlı
kitabında “heteronormativite” terimini açıklamaktadır. Terim, çağdaş Batı
cinsiyet sisteminde heteroseksüelliği norm, diğer bütün cinsel etkinlikleri
normdan sapma olarak görmek anlamına gelmektedir (76).
KAYNAKLAR
Andrews,
Walter G. ve Mehmet Kalpaklı, 2005, The Age of Beloveds, Amerika, Duke
Üniversitesi Basımevi.
Bardakçı,
Murat, 2005, Osmanlı’da Seks, İstanbul, İnkılâp Kitabevi.
Dino,
Güzin, 2008, Türk Romanının Doğuşu, İstanbul, Agora Kitaplığı.
Dynes,
Wayne R., ed., 1990, Encyclopedia of
Homosexuality
(Eşcinsellik Ansiklopedisi), İngiltere, St. James Yayıncılık, 959-70.
Ertop,
Konur, 1977, Türk Edebiyatında Seks, İstanbul, Seçme Kitaplar.
Foucault,
Michel, 2007, Cinselliğin Tarihi, İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
Haggerty,
George E., ed., 2000, Gay Histories and Cultures (Eşcinsel Tarihleri ve
Kültürleri), New York,
Garland Yayıncılık, 672-75.
Halperin,
David, 1986, “One Hundred Years of
Homosexuality”
(Eşcinselliğin Yüz Yılı), Diacritics, 16. cilt, 2. sayı, 34-45.
İlhan,
Atillâ, 1982, Hangi Seks, Ankara, Bilgi Yayınevi.
Sayers,
David Selim, 2005, “Tıflî Hikâyelerinin Türsel Gelişimi”, Bilkent Üniversitesi,
Yayımlanmamış yüksek lisans tezi.
Spargo,
Tamsin, 2000, Foucault ve Kaçıklık Kuramı,
çev. Kaan H. Ökten, İstanbul, Everest Yayınları.
Şentürk,
Ahmet Atillâ, 2004, “‘Osmanlı Şiirinde Aşk’a Dair”, Doğu Batı, 26. sayı, 55-68.
Tezcan,
Nuran, 2001, “Güzele Bir Şehrengizden Bakış”, Türkoloji Dergisi, 14. cilt, 1.
sayı, 161-94.
Yakup
Çelik, haz., 1999, Hançerli Hanım Hikâye-i
Garibesi, Ankara, Akçağ Yayınları.
Ze’evi,
Dror, 2008, Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk, çev. Fethi Aytuna,
İstanbul, Kitap
Yayınevi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder