Nasıl anlamalı?
Eskiden şöyle olurdu, ziyadesiyle kolay olurdu:
"Uygurlar"ı, "Doğu Türkistan"ı en ziyade "Milliyetçiler, Turancılar" yakın bulur, davalarına sahip çıkardı. Zaten kadro ve tabanda o kökenlerden çok insan olurdu.
Haliyle Çin de "sosyalist"ti!
Buna göre saflar seçilirdi.
Yani, kim olduğunuzdan çıkarak, başkalarının kim olduğuna bakar yahut onlara kimlik yakıştırması, kendi kimliğinizle yanaştırma yapar...
Olayın ne olduğunu boş verebilirdiniz.
***
Sonra daha "realist" zamanlar da geldi.
Mesela, bizde "milliyetçi" partinin de dahil olduğu koalisyonlar zamanında, "Uygur meselesi" ufaktan ufaktan halının altına gitti...
Boru değil, öte yanda "koskoca Çin" vardı.
Zaten, dünya için de durum aşırı farklı değildi.
Belki Uygurlardan ziyade Tibetlilere, "Dalai Lama"ya duyarlı olsa da, Batı için de, büyük eritici ve büyük Pazar, ABD finans ve tüketim piyasasını yamayan "koskoca Çin" her tür azınlıktan daha gerçekti.
Bir de şu vardı zaten:
Siz Uygurlar dediniz mi, Çeçenler dediniz mi, hemen "ayrılıkçı terörünüz" hatırlatılıyor, lafınız boğazınıza tıkılıyordu.
Düğüm düğüm, boğum boğum oluyordu.
Öyle ya!
***
Peki böyle bir dünyada ne hissedebiliriz?
"Hamili eziyet" yakinimiz ise, ona göre mi davranacağız?
Soldan Çin'i sosyalist, Uygurları şovenist mi göreceğiz...
Sağdan hangi katliamları makbul sayacağız?
Yoksa nereden bakarsan bak, ırkından, etnisitesinden, dininden, dilinden, inancından veya inançsızlığından ötürü, kendi kültürüne, zihnine, özlemine sahip çıkabilme arzusundan dolayı kıyıma uğradığında "insan", "Kim olduğu ne fark eder ki!" mi diyeceğiz?
***
Ardı ardına Madımak'ın anıldığı, Başbağlar'ın anıldığı, birbirlerinin karşısına konduğu, Dink davasının görüldüğü... Güneydoğu'da binlerce kaybın bulunduğu, daha doğrusu bulunamadığı, binlerce "şehit" gömmüş, mübadele, tehcir, katliam, kırım, kıyım ve trajediden trajediye koşmuş topraklarda bu öyle zor sorudur ki!
Soramazsın bir türlü, tüm kalbinle...
Gerekirse kendine karşı bir tavır alamazsın inadına...
Ezberlerinle oynayamazsın asla...
Zulümler, cesetler, vahşetler arasında ayrım yapmadan edemezsin...
Bir başkasının acısının karşısına mutlaka kendinden, yakınından, soyundan sopundan bir acı koyarsın da rahatlarsın hemen.
"Ama onlar da..." der, en iyi ihtimal kaçarsın.
***
En iyi ihtimalle, bir gün kaçacak delik, sığınacak bahane, gizlenecek iki yüz kalmayacak.
İnsanlığın bir umudu bu olabilir işte. Utanma duygusu.
"Domuz gribi" yüzünden, yani esasta zengin Batı'yı "kısmi" tehdidi yüzünden bilmem kaç dereceden alarm verilen bir dünyada...
Büyük liderler İtalya'da toplandığı esnada bile 75 bin çocuk birden ölüyorsa... Ve bu, uyduruk merhametlerin ötesinde, herhangi bir derece, bilmem kaçıncı seviye hak etmiyorsa...
Belki de, baş aşağı yaşanıyor hakikatler...
Esas görülmesi gerekenleri görmeden.
Belki de hâlâ öküzün boynuzları üstünde dünya ve hâlâ hak ettiği hakikatin yörüngesine konmayı bekliyor.
O ana kadar...
Uygurlara bakınca sadece Uygurları görmemeyi...
Başka nelere bakarsanız bakın, Uygurlardan da gözünüzü kaçırmamayı...
Kalbinizle aklınızı vicdan denen yerde buluşturmayı deneyebilirsiniz.
Deneyebiliriz yani.
Eskiden şöyle olurdu, ziyadesiyle kolay olurdu:
"Uygurlar"ı, "Doğu Türkistan"ı en ziyade "Milliyetçiler, Turancılar" yakın bulur, davalarına sahip çıkardı. Zaten kadro ve tabanda o kökenlerden çok insan olurdu.
Haliyle Çin de "sosyalist"ti!
Buna göre saflar seçilirdi.
Yani, kim olduğunuzdan çıkarak, başkalarının kim olduğuna bakar yahut onlara kimlik yakıştırması, kendi kimliğinizle yanaştırma yapar...
Olayın ne olduğunu boş verebilirdiniz.
***
Sonra daha "realist" zamanlar da geldi.
Mesela, bizde "milliyetçi" partinin de dahil olduğu koalisyonlar zamanında, "Uygur meselesi" ufaktan ufaktan halının altına gitti...
Boru değil, öte yanda "koskoca Çin" vardı.
Zaten, dünya için de durum aşırı farklı değildi.
Belki Uygurlardan ziyade Tibetlilere, "Dalai Lama"ya duyarlı olsa da, Batı için de, büyük eritici ve büyük Pazar, ABD finans ve tüketim piyasasını yamayan "koskoca Çin" her tür azınlıktan daha gerçekti.
Bir de şu vardı zaten:
Siz Uygurlar dediniz mi, Çeçenler dediniz mi, hemen "ayrılıkçı terörünüz" hatırlatılıyor, lafınız boğazınıza tıkılıyordu.
Düğüm düğüm, boğum boğum oluyordu.
Öyle ya!
***
Peki böyle bir dünyada ne hissedebiliriz?
"Hamili eziyet" yakinimiz ise, ona göre mi davranacağız?
Soldan Çin'i sosyalist, Uygurları şovenist mi göreceğiz...
Sağdan hangi katliamları makbul sayacağız?
Yoksa nereden bakarsan bak, ırkından, etnisitesinden, dininden, dilinden, inancından veya inançsızlığından ötürü, kendi kültürüne, zihnine, özlemine sahip çıkabilme arzusundan dolayı kıyıma uğradığında "insan", "Kim olduğu ne fark eder ki!" mi diyeceğiz?
***
Ardı ardına Madımak'ın anıldığı, Başbağlar'ın anıldığı, birbirlerinin karşısına konduğu, Dink davasının görüldüğü... Güneydoğu'da binlerce kaybın bulunduğu, daha doğrusu bulunamadığı, binlerce "şehit" gömmüş, mübadele, tehcir, katliam, kırım, kıyım ve trajediden trajediye koşmuş topraklarda bu öyle zor sorudur ki!
Soramazsın bir türlü, tüm kalbinle...
Gerekirse kendine karşı bir tavır alamazsın inadına...
Ezberlerinle oynayamazsın asla...
Zulümler, cesetler, vahşetler arasında ayrım yapmadan edemezsin...
Bir başkasının acısının karşısına mutlaka kendinden, yakınından, soyundan sopundan bir acı koyarsın da rahatlarsın hemen.
"Ama onlar da..." der, en iyi ihtimal kaçarsın.
***
En iyi ihtimalle, bir gün kaçacak delik, sığınacak bahane, gizlenecek iki yüz kalmayacak.
İnsanlığın bir umudu bu olabilir işte. Utanma duygusu.
"Domuz gribi" yüzünden, yani esasta zengin Batı'yı "kısmi" tehdidi yüzünden bilmem kaç dereceden alarm verilen bir dünyada...
Büyük liderler İtalya'da toplandığı esnada bile 75 bin çocuk birden ölüyorsa... Ve bu, uyduruk merhametlerin ötesinde, herhangi bir derece, bilmem kaçıncı seviye hak etmiyorsa...
Belki de, baş aşağı yaşanıyor hakikatler...
Esas görülmesi gerekenleri görmeden.
Belki de hâlâ öküzün boynuzları üstünde dünya ve hâlâ hak ettiği hakikatin yörüngesine konmayı bekliyor.
O ana kadar...
Uygurlara bakınca sadece Uygurları görmemeyi...
Başka nelere bakarsanız bakın, Uygurlardan da gözünüzü kaçırmamayı...
Kalbinizle aklınızı vicdan denen yerde buluşturmayı deneyebilirsiniz.
Deneyebiliriz yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder