30 Ekim 2014

Oğuz Kağan Destanı (orijinal parçalar ve uygurca metnin tam çevirisi)


OĞUZ DESTANI VE HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
Türklerin en eski destanlarından ikincisi olduğu ileri sürülen ve Hun Türklerinin oluşturduğu destanlardan biri olan Oğuz Kağan Destanı'nın teşekkülü ile ilgili  iki farklı görüş vardır. Birinci görüş Oğuz kağan ile M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete'nin aynı kişiler olduğunu  ve Oğuz destanının  Mete'nin hayatı etrafında şekillendiğini savunur. İkinci görüş ise destanın menşe'ini İskitlere hatta ondan öncesine kadar götürmektedir.  İkinci görüştekilere göre  Oğuz Destanı, Alp Er Tunga menkıbesinden sonra en eski Türk destanıdır ve bu destan Türklerin hâkimiyet sahasını Çin, İran ve Kafkasya'ya; Hazar denizi: kuzeyde Yenisey havalisine kadar götüren menkıbevi bir hükümdarını anlatan bir destandır. 

Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Oğuz Kağan Destanı'nın üç ayrı yazması vardır. Çağatayca, Farsça ve Uygurca… XIII ile XVI yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve İslamiyetken önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir. “Zeki Velidi Togan’a göre, Oğuz Kağan Destanı’ nın kökeni M. Ö. VII. yüzyılda merkezi Orta-Asya’da bulunan Sakalar ile birkaç asır sonraki İskitlerdir”. [1]
XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn'in Câmiüt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça İslami Oğuz Destanı, İslami dönem Türklerinin İslami hale getirdiği Oğuz Destanının  İslâmî varyantlarının ilkini temsil etmektedir. [2] Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü’l-Gazi Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır. [3][4] Oğuz Kağan Destanının Uygur yazması,  Paris'teki “ Bibliothegue Naionale” kütüphanesinin “Türkçe Eserler” bölümünde1001 numara ile kayıtlıdır. Uygur Oğuz Kağan Destanı M. Ö. 201 - 126 yılları arasında büyük bir göçebe devleti kuran Hiung-nu’larla ilgilidir. [5][6]

Paris'te muhafaza edilen Uygurca metnin yeni bir transkripsiyonu Willi Bang Kauf ve Reşit Rahmeti (Arat) tarafından hazırlanmış ve 1932 yılında Almanya'da 1936 yılında Oğuz Kağan Destanı adıyla Türkçe olarak yayımlanmıştır. Metin daha sonra Reşit Rahmeti Arat tarafından günümüz Türkçesine çevrilerek, 1936'da İstanbul'da yayımlanmıştır.1970 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'nın 100 Temel Eser dizisine Muharrem Ergin'in açıklayıcı önsözü ile Uygurca metin de

eklenerek tekrar yayınlanmıştır. Ergin, metni hazırlarken W. Bang ve Reşid Rahmeti Arat’ın Oğuz Kağan Destanı'nı esas almıştır.[7]

Bu destanın bugün başlıca iki yazılı şekli kalmıştır. Bunlardan biri İslamiyet tesirinden uzak olarak Uygur yazısı ile yazılmış'  varyantıdır  Uygur varyantı destanın daha eski şeklini gösterir. Uygurca yazmada eksiklilikler bulunması dolayısıyla destanın nerede ve ne zaman yazıldığına dair bir bilgi yoktur. [8] Destandaki Altın Kağan ve Çürçet Kağan adları ile 1125'de Çin'e hakim olan Tonguz hanedanı yani Kinler kastedilmektedir![9] Oğuz Kağan Destanı’nın en eski şekli olan Uygur yazmasında baş ve
son kısımlar eksiktir.

Destanın İslami şekli yani varyantı Gazan Han'ın veziri Reşidüddin tarafından Cami’ üt- Tevarih adlı eserinde bulunmaktadır. . Bu kitabın 1317 yılında, yazarın hayatta iken oluşturulmuş minyatürlü bir nüshası İstanbul Topkapı müzesinde Hazine 1654 numarada bulunmaktadır. Bu varyant Uygur yazısıyla oluşturulmuş varyanttan oldukça farklıdır.[10] Hazine 1653 numarada kayıtlı varyantı ise Hafız Abru’nun Mücmal at-Tevarih adlı kitabının içine alınmıştır.[11]
Uygurca metin ile Reşidüddin’in yazdığı varyantlar arasında benzerlikler ve farklılıklar vardır. Reşidüdinin eserini yazarken eski Türk kaynaklarına başvurmuştur. Bu durum ise destanın çok eksiden tespit edildiğini gösterir. İslami Oğuz Kağan olan Reşidüddirı’in Farsça metni, bazı değişikliklerle XV. yüzyılda Yazıcıoğlu tarafından Batı Türkçesine; Ebülgazi Bahadır Han tarafından da Çağatay Türkçesine aktarılmıştır. Ebülgazi Bahadır Han'ın, Reşidedüddin’in eserinden faydalanarak Çağatay Türkçesine aktardığı Şecere-i Terakime (Oğuz Kağarı) Türkiye Türkçesiyle yayınlamıştır  [12] ( Eb'ul Gazi Bahadır Han, Secere-i Terakkime, 1001 Temel Eser, Tercüman yayınları.) Ebulgazi Banadır Han’ın “Şecere-i Terâkime” adlı eserinin 30. Sayfasından itibaren Oğuz Han’ın Hindistan, İran, Şam, Mısır vb. seferleri anlatılır.  [13](geniş bilgi için “ Türklerin Soy Kütüğü”, M. Ergin yayınına bakınız)  Muharrem Ergin metni hazırlarken W. Bang ve R. R. Arat’ın Oğuz Kağan Destanı’nı esas almıştır.

Zeki Velidi Togan’da Destan hakkında çalışımlarda bulunmuş, Raşit al-Din Hamadani'nin Cami’üt-Tevarih adlı kitabının ikinci cildinde yer alan Tarih-i Oğuzân ve Türkân başlıklı bölüme dayanarak 1972 yılında yeni bir “ Oğuz Kağan Destanı” yayımlanmıştır.[14]

Oğuz Kağan Destanı ile ilgili makale yazanlardan biri de Abdülkadir İnan’dır. İnan, “ Tarih-i Oğuzan ve Türkan'daki şekliyle "Oğuz Destanındaki Irkıl Ata” adlı makalesinde Oğuznâme’nin Reşidettin tarafından Farsça yazılan parçasında geçen Bilge Irkıl Hoca’yı incelemiştir. [15] Burada Irkıl Hoca Türk töre ve ayinlerini ilk koyan bilge kişi olarak gösterilmiştir.  Bu yönüyle işlev olarak Dede Korkut ile benzer nitellikler taşır. Ebulgazi Bahadır Han’ın gerek “ Secere-i Türk” ve gerekse “ Secere-i Terâkime” adlı eserlerinde Irkıl Ata’dan Türk bilgesi olarak söz etmiştir. Yakut Türklerinde ve Buryat’larda Irkıl kültü bugüne değin yaşamıştır. Yakut inanışlarına göre ilk kamın adı An Argıl’dır"[16]
Mehmet Kaplan, 1979 yılında “Oğuz Kağan Destanı” adlı kitabını yayımlar. Kitap, Önsöz ve altı bölümden oluşmaktadır.[17]


Rıza Nur'un Oğuznâme'si

Rıza Nur, Oğuz Kağan Destanı'nı başka destanlardan parçalarla zenginleştirerek Oğuz name adlı yaklaşık 6100 mısralık bir manzum eser meydana getirdi. Rıza Nur'un Oğuz name’si 1928 yılında Kahire'de yayımlandı. "Oğuz Kağan'ın Duası" olarak bilinen metin başta olmak üzere daha sonraları Oğuz Kağan Destanı'nın bir parçası olarak tanınmaya başlanan kimi metinler, Rıza Nur'un kaleme aldığı ve 1928 tarihli Oğuz name’de yayınlanan metinlerdir.





OĞUZ DESTANINDAN ORIJINAL BÖLÜMLER.


 Orijinal Metinden bölümler:

"Takı ilgerü kitdiler. Andın song Oğuz Kağan kene kök tülü'klük, kök çallug irkek bön' kördi. Uşbu kök böri Oğuz Kaganga aytdı, kim: Amtı çerig birle mundun atlang, oğuz, atlap il künlerni, beglerni kütür gil, men senge başlap yolnı körgürür men, tep tedi.


Tang irte boldukda Oğuz Kağan kördi, kim: İrkek böri çerigning tapuklarıda yürüğüde turur, sevindi. İlgerü kitdi.

Oğuz Kağan bir çokurdın aygır atka mine turur irdi. Oşul aygır atnı bek çok siriyür irdi. Çolda uşbu aygır at közdin yitü kaçdı, kitdi, munda ulug bir tag bar irdi. Öze üstünde tong takı muz bar turur. Anung başı sogukdın apak turur. Anung üçün anung atı muz tag turur. Oğuz Kagannıng atı muz tag içige kaçıp kitdi. Oğuz Kağan mundın köp çıgay, emgek çekip turdı. Çerigde bir bidik kakız ir beg bar irdi. Çalang bulangdın korukmaz turur irdi. Çürügüde, sogurguda onga ir irdi. Oşul beg taglarga kirdi, yürüdü. Tokuz kündün song Oğuz Kaganga aygır atnı kiltürdi. Muz taglarda köp soğuk bolupdın ol beg kagardın sarunmış irdi; ap ak irdi. Oğuz Kağan sivinç birle küldi; aytdı, kim: Ay, sen munda beglerge bolgıl başlık, ma menglep senge at bolsun kagarlık, tep tedi. Köp erdini soyurkadı; ilgerü kitdi."



Uygur Nüshası son bölüm:

"...Ong yakıda kırık kulaç ıgaçnı tiktürdi. Anung basıda bir altun taguk koydı; adagıda bir koyun bağladı. Çong yakıda kırık kulaç ıgaçnı tiktürdi. Anung basıda bir kümüş taguk koydı; adagıda bir kara koyunnı bağladı. Ong yakda buzuklar oltırdı. Çong yakda üç oklar olturdı. Kırık kün, kırık keçe aşadılar, içdiler; sevinç tapdılar.

Andın song Oğuz Kağan ogullarıga yurtın eliştürüp birdi. Takı tedi kim:

Ay oğullar, kop men aşdum,
Uruşgular kop men kördüm;
Çıda birle ok kop atdum,
Aygır birle kop yürüdüm;
Düşmanlarnı ıglagurdum,
Dostlarumnı men küldürdüm,
Kök Tengrige men ötedim;
Senlerge bire men yurdum."




OĞUZ  KAĞAN DESTANI  TAM METNİ ( Uygur Nüshası) 

...Günlerden bir gün, Ay Kağan'ın gözü parladı, doğum sancıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök gibi parlaktı. Ağzı ateş kızılı, gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi.

Bu çocuk anasının göğsünden bir defa süt içti, bir daha içmedi. Çiğ et, aş ve şarap istedi. Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü, oynadı. Ayağı öküz ayağı gibi (kuvvetli), beli kurt beli gibi (ince), omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı vücudu gibi (kuvvetli) ve bütün vücudu tüylü idi. Yılkı güder, ata biner, av avlardı. Günlerden, gecelerden sonra yiğit (delikanlı) oldu.

O çağda, o yerde bir ulu orman vardı. Bu ormanda dereler, gözeler çoktu. Buraya gelen avlar, uçan kuşlar da çoktu. Ormanın içinde bir de büyük bir canavar vardı: Yılkıları, insanları yiyen, çok büyük yaman bir canavar! (metinde gergedan olarak geçiyor). Bu canavar, halkı ağır bir eziyetle ezmiş, sindirmişti.Oğuz Kağan çok cesur yiğitti. Bu canavarı avlamak istedi ve günlerden bir gün ava çıktı. Kargı, yay, ok, kılıç, kalkanla atlandı (ve canavarı bulmak için ormana gitti).

(Önce) bir geyik yakaladı. Onu söğüt çubukları ile bir ağaca bağlayarak bırakıp gitti. Sabahleyin tan ağarırken yine geldi. Gördü ki canavar geyiği kapmış.(Oğuz Kağan bu defa) bir ayı yakaladı. Onu, altın kemeri ile ağaca bağladı ve gitti. Ertesi sabah, tan ağaran çağda yine geldi. Gördü ki canavar ayıyı da almış, götürmüş.(Bu defa) o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar gelip, başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarın başına vurarak onu öldürdü. Kılıçla başını keserek, alıp gitti.

Tekrar (aynı yere) geldiği zaman gördü ki bir sungur (aladoğan) canavarın içerisini (iç organlarını) yemektedir. Yay ile, ok ile sunguru öldürdü, başını kesti. Ondan sonra dedi ki: Canavar geyiği yedi, ayıyı yedi, kargım onu öldürdü. Çünkü kargım demirdendi. Canavarı sungur yedi, yay ve okum onu öldürdü. Çünkü okum bakırdandı.

Gene günlerden bir gün, Oğuz Kağan bir yerde Tanrı'ya yalvarmakta idi. Karanlık bastı ve gökten bir gök (mavi) ışık düştü. Güneşten, aydan daha parlak bir ışıktı. Oğuz Kağan (bu ışığa doğru) yürüdü. Gördü ki, ışığın ortasında bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Başında ateşli ve parlak bir beni yardı. Altın kazık (demir kazık yıldızı) gibiydi. Öyle güzel bir kızdı ki, gülse mavi gök gülüyor, ağlasa mavi gök de ağlıyordu.

Oğuz Kağan onu görünce usu (aklı) gitti. Onu sevdi ve aldı. Onunla yattı ve dileği oldu. Kız hamile kaldı.Günlerden gecelerden sonra (kızın gözleri) parladı. Üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne de Yıldız adını koydular.Gene bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önünde, bir göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda bir kız vardı. Yalnız oturuyordu. Çok görümlü (güzel) kızdı. Gözü gökten daha gök (mavi) idi. Saçları dere gibi dalgalı, dişleri inci gibiydi. O kadar güzeldi ki, yeryüzü insanları onu görse "Ay ay, ah ah, ölüyoruz!" diye sütten kımız olurlardı.

Oğuz Kağan onu gördükte usu (aklı) gitti, yüreğine od düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı, dileği oldu. Kız dölboğa (hamile) kaldı.Günler ve gecelerden sonra (bu hatunun da) gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.Ondan sonra Oğuz Kağan büyük bir toy verdi. Halka yarlıg gönderdi. Çağırılan halk, birbirine danıştı ve geldi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler.

Toydan sonra Oğuz Kağan beğlere ve halka yarlıg verdi. Dedi ki:

Ben sizlere oldum kağan,
Alalım yay ile kalkan,
Nişan olsun bize buyan,
Bozkurt olsun bize uran,
Demir kargı olsun orman,
Av yerinde yürüsün kulan,
Daha deniz, daha müren,
Güneş tuğ olsun, gök kurıkan.

Gene ondan sonra, Oğuz Kağan dört yöne yarlıg yolladı. Bildiriler bildirdi ve elçilerine verip gönderdi. Bu bildiriler şöyle yazılmıştı:

"Ben Uygurlar'ın kağanıyım, yerin dört bucağının kağanı olsam gerektir. Sizlerden baş eğmenizi istiyorum. Kim benim ağzıma bakarsa (ağzımdan çıkan emirlere uyarsa), hediyelerini kabul eder, onu dost bilirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim, onu düşman tutar, çeri çıkarıp baskın yapar ve astırırım, yok ederim!"Gene o çağda, sağ yanda, Altın Kağan denen bir kağan vardı. Bu Altın Kağan Oğuz Kağan'a elçi gönderdi. Pek çok altın, gümüş, yakut taşlar, pek çok mücevher yollayarak bunları Oğuz Kağan'a saygı ile sundu. Onun emirlerini dinledi ve iyi vergilerle dostluğunu sağladı.

Sol yanda Urum denen bir kağan vardı. Bu kağanın çerileri çok çok, balıgları (şehirleri) çok çok idi. Bu Urum kağanı Oğuz Kağan'ın yarlığını (buyruğunu) dinlemezdi. "Ben onun sözünü tutmam" derdi.Oğuz Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi. Tuğlarını kaldırıp askeriyle onun üzerine yürüdü.

Kırk gün sonra Muz Dağ (Buz Dağ) denen dağın eteğine geldi. Burada çadırını kurdurdu ve uyudu.Ertesi gün, tan ağarırken, Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. O kurt, Oğuz Kâğan'a dedi ki, "Ey, ey Oğuz! Sen Urum üzerine yürümek istiyorsun, ey ey Oğuz, ben de senin önünde yürümek İstiyorum!"

Ondan sonra Oğuz Kağan çadırını durdurdu ve gitti. Gördü ki çerinin önünde gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümekte ve kurdun ardı sıra ordu ilerlemektedir.Gök tüylü, gök yeleli bu büyük kurt, bir nice gün gittikten sonra durdu. Oğuz dahi çerisi ile durdu. Burada İtil Müren denen bir deniz vardı. Bu itil Müren'in yanında, bir kara dağ önünde vuruşgu (vuruşma, çarpışma) oldu. Okla, kargı ile, kılıçla vuruştular.

Çerilerin arasında vurulan çok oldu. Halkın gönüllerinde kaygı çok oldu. Tutuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Müren'in suyu zencefre gibi kıpkızıl oldu. Oğuz Kağan yendi. Urum Kağan kaçtı. Oğuz Kağan, Urum Kağan'ın kağanlığını ve halkını aldı. Ordusuna canlı cansız pek çok ganimet düştü. Urum Kağan'ın bir kardeşi vardı. Adı Uruz Beğ idi. Bu Uruz Beğ, oğlunu dağ başında, derin ırmak arasında, iyi tahkim edilmiş bir şehre yolladı. Dedi ki: "Şehri korumak gerek, sen şehri iyi sakla (koru), vuruşgulardan sonra bize gel."

Oğuz Kağan bu şehre yürüdü. Uruz Beğ'in oğlu ona çok çok altın, gümüş yolladı. Dedi ki: "Ey Oğuz Kağan, sen benim kağanımsın. Babam bana bu şehri verdi ye 'şehri korumak gerek, şehri benim için sakla ve vuruşgulardan sonra gel' dedi. "Babam sana kızdı ise bu benim suçum olur mu? Ben senin buyruğunu yerine getirmeye hazırım. Bizim kut'umuz (devletimiz, mutluluğumuz) senin kut'un olmuş. Bizim uruğumuz (soyumuz) senin ağacının yemişindendir. Tanrı sana yer verip buyurmuştur. Ben sana başımı, kut'umu (devletimi) veriyorum. Sana vergi verir, dostluktan çıkmam" dedi. Oğuz Kağan yiğidin sözlerini güzel gördü, sevindi ve: "Bana çok altın yollamışsın, şehri iyi saklamışsın (korumuşsun)" dedi. Onun için ona Saklap adını koydu ve dostluk gösterdi.

Ondan sonra Oğuz Kağan çeri ile gene İtil denen ırmağa-geldi, İtil büyük ırmaktır. Oğuz Kağan onu gördü ve "İtil suyunu nasıl geçeriz?" dedi.Çeri arasında iyi bir beğ vardı. Adı Uluğ Ordu Beğ idi. Akıllı bir erdi. Gördü ki bu yerde çok çok ağaç var. O ağaçları kesti, üzerlerine yatıp geçti.Oğuz Kağan sevindi, güldü ve: "Sen burada beğ ol, senin adın Kıpçak (oyulmuş ağaç) olsun" dedi.Yine ilerlediler. Ondan sonra Oğuz Kağan, gök tüylü, gök yeleli erkek kurdu tekrar gördü. Gök Kurt Oğuz Kâğan'a dedi ki:

"Şimdi sen çeri ile burada atlan, atlanıp halkı ve beğlerini götür, ben önden yürüyüp sana yol göstereceğim."Tan ağardığında Oğuz Kağan gördü ki erkek kurt çerinin önünde yürümektedir. Sevindi, ilerledi.Oğuz Kağan bir alaca aygır ata binerdi. Bu aygır atı çok severdi. Yolda bu aygır gözden yitip kaçtı. Burada büyük bir dağ vardı. Bu dağın üstünde de don ve buz vardı. Dağın başı soğuktan ap-aktı. Onun için adı "Buz Dağ"dır Oğuz Kağan'ın atı işte bu Buz Dağ'ın içine kaçtı. Oğuz Kağan çok üzüldü.

Çeri arasında, kahraman bir er beğ vardı. Ne Tanrı'dan ne şeytandan korkardı. Yürüyüşe, soğuğa dayanıklı bir erdi. O beğ dağa girdi, yürüdü. Dokuz gün sonra Oğuz Kâğan'a aygır atı getirdi. Buz Dağ çok soğuk olduğundan, o beğin vücudu karla kaplanmıştı. Ap aktı. Oğuz Kağan sevinçle güldü. Dedi ki: "Sen buradaki beğlere baş ol, senin adın ebediyen Karluk olsun."Böyle dedi ve ileri gitti.Yolda giderken büyük bir ev gördü. Bu evin (sarayın) duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı demirdendi. Kapalı idi ve açkısı (anahtarı) yoktu.Çeride pek becerikli bir er vardı. Adı Tömürdü Kagul idi. Oğuz Kağan ona yarlıg (emir) verdi: "Sen burada kal ve çatıyı aç, (Kal, aç), açtıktan sonra orduya gel" dedi. Bundan dolayı ona Kalaç, (Kal, aç) adını koydu ve ilerledi.

Gene bir gün, gök tüylü, gök yeleli erkek kurt, yürümedi, durdu. Oğuz Kağan da durdu ve çadırını kurdu. Burası tarlasız, çorak bir yerdi. Buraya "Çürçet" diyorlardı. Büyük bir yurt idi. Atları çok, öküzleri ve buzağıları çok, altın ve gümüşleri çok, cevahirleri çok çoktu.Burada, Çürçet Kağan'la halkı Oğuz Kağan'a karşı geldiler. Vuruş-tokuş (vuruşma-çarpışma) başladı. Oklarla, kılıçlarla vuruştular. Oğuz Kağan üstün geldi ve Çürçet kağanını öldürdü, başını kesti ve Çürçet halkını kendisine bağladı. Vuruşgudan sonra Oğuz Kağan'ın çerisine, nökerlerine (maiyetine) ve halkına öyle çok ganimet düştü ki, yüklemek ve götürmek için at, katır ve öküz az geldi.

Oğuz Kağan'ın çerisinde, akıllı, iyi, becerikli bir er vardı. Adı Barmaklıg Coşun Billig idi. Bu becerikli kişi bir kağnı yaptı. Kağnı üzerine cansız malları yükledi, baş tarafına canlı malları koştu. Çektiler, gittiler. Oğuz Kağan'ın nökerleri ve halkı, hepsi, bunu gördüler ve şaştılar. Onlar da kağnı yaptılar. Bunlar, kağnı yürümekte iken kanga! kanga! diye bağırıyorlardı. Onun için onlara Kanga adını koydular. Oğuz Kağan kağnıları gördü, güldü ve (o becerikli erine): "Kanga kanga ile cansızı canlı yürütsün, Kangaluğ sana ad olsun, bunu da kağnı belirtsin" dedi, gitti.

Ondan sonra gene bu gök tüylü, gök yeleli kurt ile Sindu (Sind, Hind), Tangut, dahi Şam yönlerine atlanıp gitti. Çok vuruşgudan, çok tokuşlardan (vuruşma ve çarpışmalardan) sonra oraları aldı ve kendi yurduna kattı. Hepsini yendi, bastı.Yine, söz dışında kalmasın ve belli olsun ki, güneyde Barkan denen bir yer vardır. Ulu, varlıklı bir yurttur. Çok sıcak bir yerdir. Burada çok avlar, çok kuşlar vardır. Altını, gümüşü, mücevherleri çoktur. Halkının yüzleri kapkaradır.

İşte bu yerin kağanı Masar denen bir kağandı. Oğuz Kağan onun üstüne atlandı, çok yaman bir vuruşgu oldu. Oğuz Kağan yendi, Masar Kağan kaçtı. Oğuz onu hükmü altına aldı, yurdunu ele geçirdi, gitti. Oğuz Kağan'ın dostları çok sevindiler, düşmanları çok kaygılandılar. Oğuz Kağan sayılamayacak çok nesneler, yılkılar aldı. (Sonra) yurdunun, evinin yoluna düştü, döndü. Gene, söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, ak saçlı, uzun akıllı (tecrübeli), yaşlı bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir insandı. Oğuz Kağan'ın tüşimeli (veziri, danışmanı) idi. Adı (unvanı) Uluğ Türk (Ulu Türk) idi.

İşte bu Ulu Türk, günlerden bir gün, düşünde bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu, altın yay gündoğusundan ta günbatısına dek uzanmıştı. Üç gümüş ok da güneye doğru gidiyordu. Uykudan sonra düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a anlattı ve dedi ki: "Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun, ey kağanım, sana dirlik hoş olsun, Gök Tanrı düşümde ne verdiyse gerçek olsun. Tanrı bütün dünyayı senin uruğuna (nesline, soyuna) bağışlasın!"Oğuz Kağan Ulu Türk'ün sözünü beğendi. Onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne uydu.Ondan sonra, ertesi gün, büyük ve küçük oğullarını çağırttı ve dedi ki:

"Ey oğullarım, benim gönlüm av diliyor, (ama) kocamış olduğum için cesaretim yoktur. Gün, Ay, Yıldız! Tan yönüne sizler varın! Gök, Dağ, Deniz! Tün yönüne sizler varın!"Ondan sonra (oğulların) üçü tan (doğu) tarafına, üçü de tün (batı) tarafına vardılar. Gün, Ay, Yıldız, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Bunu alıp babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, yayı üçe böldü ve dedi ki:

"Ey büyük oğullarım, yay sizlerin olsun, yay gibi okları göğe kadar atın!"Gök, Dağ, Deniz de, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Bunları aldılar ve babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü ve okları üçe böldü. Dedi ki:

"Ey küçük oğullarım, oklar sizin olsun. Yay oku attı. Sizler oklar gibi olun!"

KAYNAKÇA 


  • [1] http://tr.wikipedia.org/wiki/OguzKağan_Destanı
  • [2] M.Necati Sepetçioğlu, İslami Oğuz Destanı ve Tam metni,http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/
  • [3] Prof. Dr. Umay Günay," İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARI ÖZETLERİ ÖZELLİKLERİ", edebiyadvesanatakademisi.
  • [4] Faruk Sümer, “ Oğuzlara Ait Destanı Mahiyette Eserler “, DTCF Dergisi, C. XVII, S. 3-4,1960'dan ayrıbasım, s. 388-389.
  • [5] Prof. Dr. Umay Günay," İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARI ÖZETLERİ ÖZELLİKLERİ", edebiyadvesanatakademisi.
  • [6] Faruk Sümer, “ Oğuzlara Ait Destanı Mahiyette Eserler”, DTCF Dergisi, C. XVII, S. 3-4,1960'dan ayrıbasım, s. 388-389.
  • [7] http://tr.wikipedia.org/wiki/OguzKağan_Destanı
  •  [8] Metin ÖZARSLAN, OGUZ KAGAN DESTANl’NDA TARİHi, DİNi, BEŞERi VE TABİATÜSTÜ UNSURLAR,Prof., Dr.
  • Dursun Yıldırım Armağanı, ANKARA 1998, shf, 425-440 http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/
  • [9] Metin ÖZARSLAN, OGUZ KAGAN DESTANl’NDA TARİHi, DİNi, BEŞERiVE TABİATÜSTÜ UNSURLAR,Prof., Dr.
  • Dursun Yıldırım Armağanı, ANKARA 1998, shf, 425-440 http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM
  • [10] Mehmet Emin BARS, OĞUZ KAĞAN DESTANI ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR Turkish Studies Volume 3/4 Summer 2008
  • [11] Saadettin GÖMEÇ, OGUZ KAGAN’IN KİMLİGİ, OGUZLAR VEOGUZ KAGAN DESTANLARI ÜZERİNE BİR-İKİ SÖZ, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/32/238.pdf
  • [12] Metin ÖZARSLAN, OGUZ KAGAN DESTANlINDA TARİHi, DİNi, BEŞERiVE TABİATÜSTÜ UNSURLAR,Prof., Dr.
  • Dursun Yıldırım Armağanı, ANKARA 1998, shf, 425-440 http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/
  • [13] Ebu'l Gazi Bahadır Han Secere-i Türk ve Secere-i Terakime, http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/
  • [14] http://tr.wikipedia.org/wiki/OguzKağan_Destanı
  • [15] İnan, Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler I, 1998, Ankara, sayfa 196-197; Sakaoğlu,
  • [16] Saim-Ali Duymaz; Oğuz Destanında Irkıl Ata, İslamiyet Öncesi Türk Destanları, 2002, İstanbul, sayfa 113-114.
  • [17] Kaplan, Mehmet; Oğuz Kağan Destanı, 1979, İstanbul

Hiç yorum yok: