06 Şubat 2022

Kısa Bir Organsız Beden Hayali, Erkan Irmak

 


 

Açılış:

 

When you will have made him a body without organs,
then you will have delivered him from all his automatic reactions

and restored him to his true freedom[1]

 

[Onu organsız bir beden haline getirdiğinizde,

bütün otomatik tepkilerinden kurtarmış

            ve gerçek özgürlüğüne kavuşturmuş olacaksınız][2]

 

 

Organsız Beden:

 

Antonin Artoud’ya Ocak 1948’de bağırsak kanseri teşhisi konuldu. Kısa süre sonra, 4 Mart 1948’de ise öldü. Hastanedeki odasında yalnız başına öldüğünde, iddia edildiğine göre yatağının ayakucuna oturmuş ayakkabılarını tutuyordu. Aşırı dozda uyuşturucu alarak öldüğünden şüphe edildi, ancak aldığı dozun öldürücü olup olmadığını bilip bilmediği belirsiz kaldı. Otuz yıl sonra ise, Fransız radyosu, sonunda, Artoud’nun ölümünden bir yıl önce yazdığı ve Deleuze ve Guattari’nin organsız beden terimini ödünç aldığı oyunu Pour en Finir avec le Jugement de Dieu’yu (To Have Done with the Judgment of God) sahneledi.

 

Deleuze ve Guattari’de organsız beden, dar anlamıyla, bedenin “sanal” boyutu düşüncesinde kullanılır. Onlara göre her “gerçek” bedenin kendine özgü hareketleri, alışkanlıkları, etkileri vb. vardır. Ve bu her “gerçek” bedenin aynı zamanda bir de “sanal” boyutu vardır ki, orada büyük bir boşluk içerisinde potansiyel kendine özgülükler, alışkanlıklar, hareketler, etkiler vb. bulunur. Bu potansiyellerin bir araya gelmesi ise Deleuze ve Guattari’nin organsız beden dediği şeydir. Kendini organsız bir beden haline getirmek, bu potansiyelleri aktif hale getirmek demektir ve diğer bedenlere (ya da organsız bedenlere) Deleuze ve Guattari’nin oluş (becoming) dediği bağlanmayla gerçekleşir.

A Thousand Plateaus’da ise, Deleuze ve Guattari dünyanın organsız bedeninden bahsederler. Buna göre “dünya, organsız bir bedendir. Bu organsız beden formsuz, durağan olmayan şeylerle, her yöne doğru akışlarla, özgür nomadik tekilliklerle, azgın ya da süreksiz parçacıklarla yayılmıştır.”[3] Bu ifadeden kastedilen, dünyayı, bilinen durağan “varlıkların” bir araya gelişiyle oluşan bir bütünlük olarak düşünme alışkanlığından vazgeçip, gerçek anlamda hareket eden ve birbirini kesen, birbiriyle ilişkili, akış halinde oluşlarla anlamaya çalışmaktır. Bu da organsız bedenin daha genel anlamlı açıklanışıdır.

Sonuç olarak, tahmin edileceği gibi, organsız beden gerçek anlamında organı olmayan bir beden demek değildir. Organ-izasyonsuz bir bedendir, toplumsal olarak dillendirilmiş, disipline edilmiş, semiyotikleştirilmiş, özneleştirilmiş (bir organ-izma olarak) konumundan kurtulmuş ve böylelikle yersiz yurtsuzlaşarak, parçalara ayrılarak, söylemsizleşerek farklı yollardan geçerek yeni bir yapıya kavuşma imkânlarını elde etmiş bedendir.[4]


Böylece Artaud’nun bahsettiği ve Deleuze ve Guattari’nin ilerlettiği, otomatik tepkilerinden kurtulmuş ve gerçek özgürlüğüne kavuşmuş organsız bedenin yapısı ortaya çıkar. Ancak bir de kelime anlamıyla organsız bedenlerin ve organsızlaşmak isteyen bedenlerin, organlılaştırılma ve organsızlaştırılmama halleri vardır.

Bu yazının bahsetmek istediği de tam olarak budur. 

 

 

Beden Bütünlüğü Kimliği Bozukluğu

 

Beden Bütünlüğü Kimliği Bozukluğu-BBKB (Body Integrity Identity Disorder), bir ya da birden fazla eklem veya vücudun işlevsel uzvunun ampute hale getirilmesine karşı duyulan istektir. Bazen bu isteğe sahip kişiler uzuvlarını kendi kendilerine kesme/işlevsizleştirme yolunu seçerler. Her ne kadar, genel olarak, bu terim uzuvlarını kesmek isteyen insanlar için kullanılsa da, Beden Bütünlüğü Kimliği Bozukluğu aynı zamanda bedensel bütünlüğünü tümüyle değiştirmek isteyenler için de kullanılmaktadır.[5]

Günümüzde çok az sayıda cerrah BBKB “hasta”larına istediklerini vermek üzere onları tedavi ediyor. Bazıları arzularını gerçekleşmiş gibi hissedebilmek için, protezler ve başka aletler kullanarak amputeymiş gibi davranıyor. Yukarıda değinildiği gibi, az sayıda olmakla beraber, bazıları da bu acılarını kendi başına dindirme yolunu seçiyor. Bunu yaparken kimi zaman bir trenin bacaklarının üzerinden geçmesine izin veriyor, kimi zaman da kurtulmak istedikleri uzuvlarına öyle kötü hasar veriyorlar ki, modern tıp sonunda onlara istediklerini vermek zorunda kalıyor. Bizim anlamakta güçlük çekmekte ısrar ettiğimiz ise onların, örneğin, “Hâlâ bir sol bacağım varken kendimi tamam hissetmiyorum.” türünden açıklamaları. Buna karşın az önce de söylendiği gibi, BBKB sadece ampute olma halini içermiyor; bu durumdan muzdarip olanlardan bazıları, örneğin, felçli, kör ya da sağır olmak ya da protezler, kol değnekleri kullanmak istiyor. Bunlardan kimi de toplum içinde amputeymiş gibi davranıyor ve her ne şekilde tezahür ediyor olursa olsun bu arzuların hepsi psikiyatrik bir hastalık olarak kabul edilip, buna göre tedavi edilmeye çalışılıyor.

BBKB ile ilgili burada asıl değinmek istediğim nokta ise başka.

 

 

Beden Eğitimi:

 

BBKB’li olma durumundan acı çeken insanlar, bu hislerini ilk olarak dört veya beş yaşındayken bile fark edebiliyorlar ve bu durumu, örneğin, bir ampute gördüklerinde ona gıptayla bakarak gösterebiliyorlar. Bazı BBKB hakları savunucuları, uzuvlarından kurtulmak isteyen insanların durumunu, bundan otuz yıl öncesine kadar -ama etkileri bugün de açıkça ve sertlikle devam eden- homoseksüellik, transseksüellik, biseksüellik ve buna benzer her türlü cinsel yönelimi “yanlış”, “hastalıklı”, “anomali” olarak algılayan anlayışa benzetiyor. İleride bu durumun değişeceğini umuyorlar ve tamamlanmış hissedebilmek için kendilerine izin verileceği günleri bekliyorlar.

Foucault’nun bio-power olarak tanımladığı ve söylemin bedenin kontrol hakkını nasıl elinde tutmaya çalıştığını hatırlamak, BBKB’lilere istediklerini vermenin neden bu kadar imkânsız olduğunu anlamada yararlı olacaktır:

İktidarın rasyonaliteyi koruma zorunluluğu, elbette yaşamı sürdürmeyi ve ölümü mümkün olduğunca ertelemeyi dikte edecektir. İnsanın kendi bedeni üzerindeki egemenliğinin hiçbir kabul edilebilir yanı yoktur. Cinsellik yukarıda da değinilmeye çalışıldığı gibi bio-power’ın etkilemek istediği alanlardan biridir. Bedenin temel işlevi üretmek ve üremek olduğundan, iktidar bunu engelleyebilecek hiçbir oluşuma izin vermemeye çalışacak, bütün aletleriyle buna karşı çıkacaktır. (İnsan hakları savunucularının bile örneğin açlık grevine karşı gösterdikleri tepki bu oluşumu ve söylemin etki alanını algılamakta yararlı olacaktır.) BBKB örneğinde de yine aynı söylem bu kez, tıpkı homoseksüelliği kendi kodları dahilinde psikiyatrik bir hastalık olarak gördüğü ve tedavi etmeye muhtaç kabul ettiği gibi, uzuvlarından kurtulup tamamlanmaya çalışacak bir insana da tahammül edemeyecek, üretkenliğe zarar verecek ve söylemde delikler açacak böyle bir isteği de derhal kendi formuna uydurmaya, söylemi kullanarak bu arzuyu bir psikoz kabul edip, arzu sahibini de hasta olarak yaftalamaya, tedavi edip tekrar kendi belirlediği normlara sokmaya çalışacaktır. Ancak bu durum insan yaşamının kutsallığına karşı bir korumacılık olmaktan çok uzaktır, zira rasyonalitenin hiç şüphesiz ikinci dünya savaşındaki soykırımla zirvesini gören, ama öncesinde ve sonrasında da etkilerini gösteren insan yaşamının iktidar kullanıcıları tarafından kolaylıkla sonlandırılabilmesi durumu, yaşamın ve dolayısıyla bedenin ve en sonunda da insanın gereği halinde nasıl etkisizleştirilebileceğini gösterir.

Organsızlaştırılmamaya bir örnek BBKB olabileceği gibi (altında yatan söylemsel ilişkileri deneyimlemek için ilginç bir örnek: sünnetin tümüyle onaylanan bir BBKB sayılabileceğidir) organlılaştırılmaya çalışılan bir organsız beden organizasyonu örneği de ampute futboldur.

 

 

Ampute Futbol:

 

Dünya Ampute Futbol Federasyonu’nun internet sitesini ziyaret ettiğinizde[6] ve “kurallar” sayfasına baktığınızda en yukarıda şu ifadeyle karşılaşırsınız: “Ampute futbol temel olarak, birkaç küçük uyarlamayla iki ayaklı versiyonuyla aynıdır.”[7] Bu açıklamayı ve kurallarla ilgili bir-iki noktayı daha sonra değinmek üzere bir kenara bırakıp, 12-20 Kasım tarihleri arasında Türkiye’de düzenlenen Ampute Futbol Şampiyonası üzerine biraz düşünelim.

Şampiyonaya toplam on iki takım katıldı. Aldıkları dereceye göre sıralayacak olursak: Özbekistan, Rusya, Türkiye, Brezilya, İngiltere, İran, Ukrayna, Liberya, Fransa, Sierra Leone, Nijerya ve Gana. Ancak yine siteden öğrendiğimize göre, Nijerya vize problemleri nedeniyle turnuvaya geç katıldığı için ve Gana da maddi imkânsızlıklar dolayısıyla Türkiye’ye varamadığından oynadıkları/oynayacakları tüm maçlar 3-0 mağlup olarak tescil edildi. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama hemen hiçbir yerde bu aşikâr duruma dair bir şeyler okuyamadığımdan değinmek zorunda hissediyorum, katılan takımların hemen hepsi yakın tarihlerinde ya bir iç savaş yaşamışlar ya başka ülkelerle savaşmışlar ya da mayın tarlalarının bol olduğu ülkelerden geliyorlar. Bir-ikisi dışında hepsi geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkeler statüsündeler. Nijerya ve Gana’nın temsil edilemeyiş sebeplerini de göz önüne aldığımızda, çok daha başarılı olabilecek daha birçok Afrika ve Asya takımının da bu listeye önümüzdeki yıllarda eklenebileceğini varsaymak aşırı bir yorum olmayacaktır sanırım. Buna karşın “iki ayaklı versiyonunun” son şampiyonası olan 2006 Almanya Dünya Kupası’ndaki duruma bakarsak ilk sekiz takımın İtalya, Fransa, Almanya, Portekiz, Brezilya, İngiltere, Ukrayna ve Arjantin şeklinde oluştuğunu görürüz. Takımların sıralanışına, katılımcı ülkelere, katılma koşullarına bakarak epeyce ağır laflar söyleyebiliriz, tek ve çift ayaklı bu spor dalları arasındaki farka dair.

Ama bunlar da değil bu yazının anlatmak istediği.

            Az önce birkaç küçük uyarlamadan bahsetmiştik onlara geri dönelim. Kurallar gerçekten de alıştığımız futbolla çok fazla noktada uyum içerisinde. Fakat uyamayacak yerleri de var ki zaten uyarlamalar da oralarda başlıyor. Tahmin edilebileceği gibi sahadaki oyuncuların iki eli olabilir ama tek ayaklı olmaları gerekiyor, kaleciler içinse durum tam tersi, iki ayak ama bir kol. Oyun protezler olmadan oynanmak zorunda. Koltuk değnekleriyle topa vurmak yasak, ihlali elle oynamak olarak kabul ediliyor. Kaleciler ise topu ampute kollarıyla kurtaramıyor, bunun da ihlali penaltı sayılıyor. Bunun gibi başka birkaç değişiklik daha var. Ve hepsi de iki ayaklı versiyona benzeşmek için düşünülmüş.


            Az önce BBKB’lilerden bahsederken nasıl yok sayıldıklarını, bir hastalık fenomenine dahil edilmeye uğraşıldıklarını söylemiştim. Söylem dışı bir organsızlaşmaya karşı söylemin ve iktidar kullanıcılarının gösterdikleri direnci anlatmaya çalışmıştım. Şimdiki durumsa tam tersi gibi görünüyor, ama amaç yine aynı. Bu kez de organsızlaşmış bir beden mümkün olan her şekilde organlılara yakınlaştırılmaya çalışıyor. Kendine özgülük gibi görünen/gösterilen kuralların hepsi aslında bu özgün halin etkisizleştirilme çabası. Kodlar yine aynı. İdeal şartlar, referans noktaları yine aynı..

            Oysa ne Artaud’nun ne Deleuze ve Guattari’nin anlattığı organsız bedenler bunlardı. Organsız bedenler başka türlü olmalı. Hayal edilmeye değer ve hayal edilebilir olmalı.

 

 

 

 

Kısa Bir Organsız Beden Hayali:

 

            Bir tarafta kurtulmak istedikleri uzuvlarından arınmış BBKB’liler var. Bazılarının bacakları yok, bazıları felçli, bazıları da düşledikleri gibi sağır ya da kör, bazılarıysa sadece tekerlekli sandalyelerinde veya protezleriyle durmaktalar. Diğer tarafta amputeler. Bazıları atmış koltuk değneklerini, bazılarıysa protezlerini çıkarmamış. Çünkü öyle istiyorlar ve istemek yetiyor. Takımlar milletlerine/ırklarına göre belirlenmemiş ya da belli sayılarla, bayraklarla. Vize problemi de yaşamamış hiç kimse, çünkü haymatlos hepsi, diledikleri gibi seyahat edebilirler, parası olmayanlara da çoktan olanlar vermiş zaten. Topa istedikleri gibi vuruyorlar, yerlerde yuvarlanıyorlar, birbirlerini kesilmiş yerlerinden öpüyorlar. Rekabet yok, dans ediyorlar. Sahaları çizgilerin bittiği yerde başlıyor, hemen yanındalar her şeyin, herkesin, o kadar yakındalar ki el sallıyorlar ampute kollarıyla. Her yere gidebilirler, bu oyunu her yerde oynayabilirler, üstelik istedikleri her an da oynayabilirler. Dünyanın akışı gibiler, bazıları daha hızlı, bazıları daha yavaş, ama bazıları hızlı ve bazıları da yavaş oldukları için güzeller. Birbirlerine değip ayrılıyorlar. Değdikçe akış devam ediyor, akış devam ettikçe değmeye devam ediyorlar. Bir şeyler öğrenilecekse kendileri öğreniyorlar, otomatik tepkilerinden kurtulmuşlar, şarkı söylüyorlar coşkunlukla. O kadar mutlular ki dışarıda kalan herkes, yani bu yazının yazarı, yani biz, yani bu yazının okuru, suçlu bile hissedemiyoruz kendimizi; çünkü suçlamıyorlar bizi. Bildiğini unutmaya razı herkes onlara katılabilir çünkü. Bu, kapanıştan önce, kısa bir organsız beden hayali.

 

Kapanış:

 

Then you will teach him again to dance wrong side out

as in the frenzy of dance halls

and this wrong side out will be his real place.[8]

 

[Sonra ona tekrar yanlış tarafta dans etmeyi öğreteceksiniz

dans salonlarının coşkunluğundaki gibi

ve bu yanlış taraf onun gerçek yeri olacak.]

İ. Erkan Irmak

Boğaziçi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Araştırma Görevlisi



[1] Antonin Artaud. "To Have Done with the Judgment of God" Antonin Artaud Selected Writings içinde. Susan Sontag (ed). Berkeley, CA: University of California Press, 1976, s. 571.

[2] Artoud’nun burada anılan eseri daha önce Yaba Yayınları tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bu metin üzerinde yapılan çeviriler ise İngilizceden ve Türkçe çevirisini de dikkate alarak benim tarafımdan denenmiştir.

[3] Gilles Deleuze, Félix Guattari. A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia, çev. Brian Massumi, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1987, s. 40.

[4] Steven Best ve Douglas Kellner, Postmodern Theory: Critical Interrogations, The Guilford Pres: New York, 1991, s. 90-1.

[5] Konuyla ilgili oldukça sınırlı olan kaynaklardan (Türkçede konuyu gerçek anlamıyla tartışan hiçbir kaynağa ulaşılamamıştır) bu yazı süresince de yararlanılan en önemlilerinden ve içinde vakalar, röportajlar ve makaleler barındıran iki internet sitesi için bkz. http://www.biid.org/  ve http://biid-info.org/Main_Page

[8] Antonin Artaud. "To Have Done with the Judgment of God" Antonin Artaud Selected Writings içinde. Susan Sontag (ed). Berkeley, CA: University of California Press, 1976, s. 571.

 

Hiç yorum yok: