04 Eylül 2012

türk tarihinin başlangıcı, PROF. DR. YECİHE HATİBOĞLU



TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI

PROF. DR. YECİHE HATİBOĞLU




Son araştırmalara göre, tarihimizin başlangıcı, Sümer tarihine kadar

gitmektedir. Sümercenin aslı konusu çok yazılmış, çok işlenmiştir.

Hemen her ulustan dilciler, Sümerce ile kendi dillerini karşılaştırmışlar,

çıkar yol aramışlar, bulamamışlardır. Temeldeki gerçekler, Türkçe dışında,

bütün dillere ters düşmüştür.

Sümer uygarlığında, bugünkü dünya uygarlığının başlangıcı, temeli

vardır: Din, Tanrı, rahip, tapmak, şiir, destan, öykü, atasözü, düşünce

düzeni; hükümdar, ulus, yönetim, kanun; okul, öğretmen, öğrenci;

madencilik; tarım, ticaret, matematik, astronomi; her türlü sanat: müzik,

resim, heykel ve mimari gibi.

İsa'dan önce 3300 (üç bin üç yüz) yıllarında başlayan, 3200 (üç bin

iki yüz) yıllarında da yazının bulunmasıyle perçinleşen böyle bir uygarlığa,

hiç kuşkusuz, her ulus sahip çıkmak istemiştir.

Ne var ki, bütün zorlamalara karşın, Sümerce araştırılan, karşılaştırılan

pek çok dile ters düşmüştür, çünkü gerçek bir başka yöndediir.

Son incelemeler göstermiştir ki, Sümer uygarlığı, en eski bir uygarlık

olmakla birlikte tek başına bir halka değildir. Bu uygarlık, sonradan,

yine Mezopotamya'da, aynı soydan gelen insanlarca, iki kez daha, iki

büyük halka halinde yüceltilmiş, ayakta tutulmuştur.

Güney Mezopotamya'daki Sümer uygarlık halkasını, daha yukarılarda,

Kuzey Mezopotamya'ya doğru yayılarak, sürdüren, yaşatan,

Gud'lar, daha sonra da Kaş'lardır. Günümüzden, Türk tarihinin başlangıcına

doğru, gidilmesi gereken oldukça karanlık yolda, en önemli, en

ışıklı kilometre taşı, Kaş'lardan kalan çiviyazılı tabletlerdir.

Kıvançla belirtmek gerekir ki, Gud'ların, özellikle Kaş'ların dillerinin

Türkçe oluşunun açıklanmasıyle, Sümerce sorunu da, bütünüyle

aydınbğa kavuşmuştur. Son incelemelere göre, hiç kuşkusuz kesinlikle,

Sümerce, Türkçedir demek doğru olur.

3 0 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU

Sümerce'nin Türkçe olduğunu ilk kez yirminci yüzyılın başlarında

Prof. Fritz Hommel açıklamıştı!.

Atatürk bu çok önemli açıklamayı eşsiz görüşüyle hemen benimsemiş,

bu konunun ve buna benzer başka konuların gerçekçi bilim yöntemleriyle

incelenmesi için, 1936'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurmuş

ve bu fakülteye batının ünlü Sümerologu Prof.B.Landsberger'i

öğretim üyesi olarak yerleştirmişti.

Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün, özellikle Sümerce konusunda

önemle durduğunu yakından bildiği için, 1937'de toplanan Tarih Kurultayı'na,


Sümerce üzerinde olmasa da, î . ö . 2500 yıllarında Mezopotamya'da

hükümran olmuş Gut ya da Kut kavminin Türk asıllı olabileceği

hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı: "Bu Gutium yahut Kutiun

milletinin adının Akatça nisbet eki olan kısmını çizecek olursak Kut

kalır. Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa, tarihimizde

Türklerle en yakın bir surette münasebettar olan, hatta belki de ayniyet

gösteren kabile budur" (bkz. 1937 yıb Tarih Kongresi Zabıtları, TTK

yayım, s.105).

Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün hazır bulunduğu bu Kurultayda,

Gut(Kut) kavmi kral adlarının çok olduğunu, ancak yazıtların bir kısmının

kırıldığını, okunan beş kral adının açıklanabildiğim söylüyordu.

Bu önemli adlar şunlardı:

*

1. Yarlagan

2. Tirigan.

3. Şarlak, Çarlak

4. El-ulumuş

5. înim-bakaş.

Prof.B.Landsberger, aynı bildiride; "Kut'lar, 2500'den sonra,

Akad'm Samî krallarını düşürdüler ve 125 yıl Mezopotamya'ya hükmettiler"

diyordu, (bkz. aynı Zabıtlar, s.106.)

Atatürk'ün huzurunda, 1937 yılı Tarih Kurultayı'nda açıklanan bu

çok önemli bildirinin konusu, ne yazık ki araya Atatürk'ün hastalığının

girmesi, olayların hızı dolayısiyle, gereken önemle ele alınamamış, bir

kenara itilmiş, tam kırk yıl unutulmuştur.

1 Fritz Hommel; Etnologıe und Geographie des Alten Orients, Münehen 1925-26 ve Zweihundert

Sümerotürkisehe Wörtverglcichungen als grundlage zu einem neuen Kapital der Sprachvvissenchaft,

Münehen 1915.

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 1

Kırk yıl sonra, Oğuz sözcüğünün incelenmesi sırasında, Fars'ların,

Arapların eski çağlardan beri, düzenli bir biçimde, Oğuz'lara Guz demelerine

dikkat edilmiş ve bu olayın nedenleri araştırılmış, Oğuz adının

aslında Guz olabileceği düşünülmüş, geriye gide gide isa'dan önce 1700

(bin yedi yüz) yıllarında Mezopotamya'da beş yüz altmış (560) yıl hükmetmiş

olan Kaş'lara ulaşılmıştır. Bu çok önemli konu, 1978 yılı 11

Martında Cumhuriyet Gazetesinde ve 26 Eylülde de Milliyet Gazetesinde

ayrıntılı yayınlanmış, Kaş'ların Guz'lar olduğu, Oğuz Türkleri sayılmaları

gerektiği, Oğuz sözcüğünün Guz biçiminden geldiği tarafımdan

açıklanmıştı.

Kas dilinin çözülmesiyle, birçok tarihçi ve dilcinin sıraladığı soruları

yanıtlamak kolaylaşmış, ayrıca Kaş'lardan, Gud'lardan da eskiye

gidilerek yıllardan beri ortada çözüm bekleyen Sümerce sorunu da aydınlığa

kavuşmuştur.

Son duruma göre, birçok dilci ve tarihçinin yöneltebileceği çok

önemli soruları şöyle yamtlayabiliriz:

Türk tarihi, î . ö . üç bin beş yüz (3500) yıllarında yaşamış olan Sümerlerin

tarihiyle başlatılmalıdır.

Kuzey Asya'da, Subar'lar (Sabirler, Subir'ler) adı2 altında yaşayan

Türk boyları, dondurucu soğuk, buz ve geçim zorluklarıyle, Sibirya'dan

çeşitli yollarla, özellikle Hazer Gölü yörelerinden, Kuzey iran'dan sıcak

ülkelere, Güney Mezopotamya'ya göç etmişler, burada adları da

Türkçe olan "Ur ve Uruk" kentlerini kurmuşlardır. Dil ve lehçe özellikleri

dikkate alınınca, Sümer'lerin bugünkü en yakın temsilcileri Kuzey

Asya'da yaşayan Suvar, Yakut, Karagas, Çuvaş Türkleridir.

Hiç kuşkusuz bu diller, uzun yüzyıllar boyunca, başka Türk lehçelerinin,

başka dillerin yeni yeni aşılamalarıyle eski Sümer dilinden oldukça

uzaktadırlar. Ne var ki, Türk dili ve lehçeleri, sözcüklerinin aslını,

dil kurallarım, inanılmayacak biçimde koruyarak yüzyılları aşmıştır.

Bu bakımdan "Türk dili koruyucudur" denir. Gerçekten de Kas sözcüklerindeki

Türkçe, çok uzaklardan, yirmi yedi yüzyıl önceden, pırdtılı

kök ve ekleriyle günümüze kadar ışık vermekte, bugünkü Türkçeyi

de aydınlatmaktadır.

Kasçamn ve Sümercenin Türkçe olduğu hakkındaki kanıtları sıralamadan

önce, bu iki ünlü dilin arasındaki zaman bölümünde, aynı alan-

2 Kaşgarh Mahmud, Divan'ında, bu sözcüğü "Suvar" olarak göstermektedir.

3 2 VECİHE H A İ B O Ğ LU

lardaki, aynı yapıdaki Gud dilini açıklamak gerekmektedir. Bilinenden

bilinmeyene doğru bir yöntem izlemekle sonuca daha sağlam gidilecektir.

Prof. Lansdberger'in 1937'deki Kurultayda Atatürk'ün huzurunda

açıkladığı Gutlar (Kut'lar) daha doğrusu Gud'lar, yine aynı etkenlerle

Kuzey Asya'dan göçmüş olan, ancak Subarlardan başka bir adla anılan

başka bir Türk boyu, Guz'lardır. Bunlar çok yakın soydaşları olan Sümer

tabanına kolaylıkla yerleşmişler, yoğun Samî toplulukları içinde ve

üstünde, ancak 125 yıl hükümran olabilmişlerdir. î . ö . 2285 yılında ya

da Prof.M.Landsberger'in belirttiği gibi 2500 yıllarında Mezepotamya'ya

hükümran olan bu kavmin Gut ya da Kut biçimlerinde kullanılan adının,

kendilerinden 500-700 (beş yüz-yedi yüz) yıl sonra, yörede yaşayan

Guz ya da Kas kavmiyle bağlantısı, birliği kolaylıkla açıklanabilir.

Ancak Prof.Landsberger Gud kavmi ile uygarlık alanında çok parlak

amtlar bırakmış olan Kas kavmi arasında bir bağlantı kurmaktan

çok uzaktır ve aynı Kurultayda şöyle demektedir: "Demek ki ben Elamlardan,

Subarlardan, Sulubarlardan, Kaslardan bahsedecek değilim"

(bkz. aynı Kurultay bildirisi, s. 104). Halbuki bugünkü koşullarda, yeni

yeni incelemelerle Prof.Landsberger'in o gün için bir yana ittiği Elamb'-

larin, Subar'ların, Kaş'ların, Sümer'lerin Türk olduğu bilim alanında

saptanabilmekte, gerçekler tümüyle ortaya çıkmaktadır.

Nitekim Gud(Kut) adı ile Guz(Kas) adı arasındaki büyük benzerlik,

yakınlık, birlik ortadadır. Sözcük yapıları da aynıdır. Aynı yörede

yaşayan bu iki kavmin adım Akad kaynakları aktardığına göre, Akadca

ile bu iki kavmin dilleri arasında "ses karşılanması = substition phonetique"

sorunu vardır. Bu bir yaygın dil olayıdır. Türkçede "hizmet, fazıl"

biçiminde kullanılan Arapça sözcükler, Arapçada "hıdmet, fadıl"

biçimlerinde kullanılır. Uluslar, yabancı dillerdeki sesleri kendi dillerine

göre değiştirirler. Ayrıca, Türkçede "z"ye dönen bir " d " sorunu da vardır.

Türkiye Türkçesindeki "ayak" bazı lehçelerde "adak", bazılarında

da "azak"tır.

Bütün kaynaklar, Gud dili ile Guz(Kas) dili arasındaki yapı benzerliğinde

birleşiyorlar. Her iki dil de Samî dil yapısında değildir ve her

iki dil de bitişken (agglutinante) diller özelliğindedir. Kaldı ki köken

bakımından aynı olan bu iki sözeük, eski ve yeni biçimiyle birlikte yaşayabilmiştir.

Bu iki topluluk arasındaki boşluk ve oldukça büyük zaman

farkına karşın Samîlere yabancı olarak aynı yörelerde, aynı özelliklerle

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 3

yaşamlarını aralıksız sürdürmüşler, ancak, tarilı kaynaklarında açık

görünen bu sürenin belgeleri bulunamamıştır.

Görülüyor ki, Prof.Lendsberger'in bildirisinde söz ettiği Gud'lar

kavmi Mezopotamya'da tek başına hükümran olmuş, tek bir halka

değildir. Gud'lar bu yörelerde yaşamlarını aralıksız sürdürmekteydi;

kendilerinden yaklaşık beş yüzyıl sonra gelen Guz'larla (Kaş'larla) yakından

ilgiliydiler, kısaca aynı kavimdiler demek doğru olur.

Türkler bugün olduğu gibi, eski çağlarda da ayrı ayrı boy adlanyle

tanınıyorlardı. Bugünkü, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Çuvaşlar gibi,

eski çağlarda da Subarlar (Subariler, Subirler), Gud'lar ya da Guz'lar

(Kaş'lar) vardı. Kısaca t.ö.3500 yıllarında yaşamış olan Sümer'ler de,

İ.Ö.2500 yıllarında hükümran olan Gud'lar (Kut'lar) ve yine 1.Ö.1700

yıllarında hâkimiyet kuran Kaş'lar (Guz'lar) arasındaki zaman farkı hükümranlık

zamanlarının farkıdır. Yoksa Türkler bu yörelerde aralıksız,

uzun yüzyıllar yaşamışlardır, t.ö. Sürye'deki Kaş'lardan tarihçi Strabon

Kos adiyle söz ettiği gibi Hazreti Muhammed zamanında da Türklerin

bu yörelerdeki varlığından ve güçlerinden hadislerde de önemli kayıtlar

vardır3. Kaldı ki, Hazret-i Muhammed'den önce, Mekke'nin anahtarının

muhafızı olan Huza'a kabilesinin Türk asıllı olduğu Emir Kuzay

gibi adlardan esinlenerek söylenebilir (bkz. islam Ansiklopedisi Huza'a).

Türkler, Mezopotamya'da, Sümer ülkesinden başlayarak, yüzydlar

boyunca yaşamışlar, fırsat buldukça Samî kavimlere hükmetmişler, önce,

Sümer Gudea krallığını, sonra Gud(Kut) krallığını, daha sonra da Guz

(Kas) krallığını kurmuşlardır. Son iki krallığın hakimiyeti toplam yedi

yüzyıl sürmüştür. Böylece, Türkler, bu alanlarda, Mezopotamya'da,

Sürye'de, Sürye Selçuklu devletini kuracak kadar yeni yeni akınlarla

varlıklarını sürdürmüş samilere uyum göstererek yan yana yaşamışlardır.

Bu durumun en iyi kanıtı, Batı iran'da, Mezopotamya'da, Sürye'de

arabksız varlıklarını sürdüren yine Kaş'lardır.

3 Huzistan (Huz=Kuz=Guz) ve Kirman yörelerinde oturan Türkler, Araplara "Topraklarımızdan

çıkın" diye haber gönderiyorlardı (bkz.Türkiyat Mecmuası, 1969, cilt: XV, s.22).

Yine hadislerde "Oğuz Türklerinin=Guz Türklerinin, saltanatlının uzun süreceğinin belirtilmesi,

bir keramet olmakla birlikte, köklü Türk-Samî ilişkilerine, eski Guz'lara dayanır. Ayrıca,

Islamiyetin yayılışında adlan geçen Huza'a, Kuza'a kabilelerinin Huz'larla, Kaş'larla ilgisi olabilir.

Huza'a'lann Arap ordularında savaşçı olarak bulunmaları, gittikleri ülkelerden geri dönmeyip,

ispanya gibi ülkelerde topluca kahp yerleşmeleri de anlamlıdır. Daha sonraları Abbasi'-

ler de aynı geleneği sürdürerek ordularında savaşçı olarak Türkleri bulundurmuşlardır.

3 4 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU

KAŞ'LAR

Kaş'lar, Babil hükümdarı Hammurabi'nin ölümünden hemen sonra,

Babil'e hücum etmişler, ancak başarılı olamamışlardı. Hammurabi'-

nin oğlu bu durumu bıraktığı tablette öğünerek açıklar ve Kaş'ları nasıl

püskürttüğünü anlatır.

Kaş'lar, bu başarısızlıklarından sonra, dağılmamışlar, toplanma yerleri

olan Kuzey Sürye'de, Fırat kyıyılanndaki Ana (H-ana) kentine dönmüşler,

fırsat kollamağa başlamışlardır. Bu olaydan yüz elli yıl sonra

amaçlarına ulaşmışlar, Babil'e hakim olmuşlar, III. Babil hanedanım

kurmuşlardır. Kas hanedanı pek çok krab tahta geçirerek beş yüz altmış

yıl sürmüştür.

Bu durum gösteriyor ki, Mezopotamya'da savaşımı, hakimiyeti yitirenler,

çekip gitmemektedirler. Bunlar gibi Sümer'ler de, Er hanedanı

olarak gelen soydaşlarıyle yeniden güçlendikleri gibi, eski Gud'lar da

Kaş'larla yeniden güçlenmişlerdir.

Kaş'lardan kalan bazı sözcüklerle birlikte, Kas kral adlarının çoğunun

yayınlanmasında yarar vardır.

İkinci Babil hanedanından sonra, l . ö . 1700 (bin yedi yüz) ydlarında

Üçüncü Babil hanedanım Kas hükümdarı Gandaş kurmuştur. Daha

sonra gelen Kas krallarının bazıları şunlardır:

Kas Hanedam Kral Adlan:

GANDAŞ

Gandaş (Gan-daş = Kan- daş = Kandaş "aynı kandan olan")

AGUM

Agum I, II, III. (Ag-u-m = agam, Sayın büyüğüm"4)

KAŞTlLlAŞ

Kaştiliaş, I, II, III (Kaş-til-i-aş — Kas-dil-li "Oğuzlardaki Beg-dil-li

= Beydilli gibi soy gösteren ad")

4 "Sayın, saygı değer" anlamını veren Agum sözcüğünün Aga biçimi de olduğu belirtilmektedir

ki bu sözcük "Aga/ağa sözcüğünün askdır. (bkz.Fritz Hommel, Altirac-litirche Über

lieferung München 1897 s.169).

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I C I 35

ABtRATTAŞ

Abirattaş (Abirat-taş "Yurt-taş" gibi)

TAZZÎ&URUMAŞ

Tazzigurumaş (Tazzig-ur-u-maş = Düşman vurmuş)

BURNABURlAŞ

Burnaburiaş I, II (Burna-buri-aş — Börü burnu - "Kurt burnu"

veya "Eski kurt").

ULAMBURlAŞ

Ulamburiaş (Ulam-buri-aş = Ala börü = "Alaca, Kızıl Kurt")

KARAÎNDAŞ

Kara-indaş (Kara-in-daş "Kara-in mağarasından olan")5

KADAŞMAN

Kadaşman-Enlil (Tanrı Ehlil'in akrabası, o soydan gelen)

"Kadaş, Uygurcada, "Akraba, arkadaş" demektir. Kadaşman-

Harbe (Ka-daş-man - Harbe), gibi.

Kadaşman- Turgu veya Durgu (Ka-daş-man - Tur-gu "Akraba,

kardeş Tur-sun veya Dur - sun).- gu eki Türkçede füturum ekidir.

KARAHARDAŞ

Karahardaş (Kara -har-daş) = Kara- Kardaş

KUDUR

Kudur -Enlil (Kud-ur Enlil = güçlü Enlil)

(Enlil gücü, Enlil gazabı) Kadir, uygurcada, "güç, gazap" demektir,

Kadir Han gibi (Bkz. Kşg.)

AD AD

Adad-şum-iddin (Adad-şum-iddi-n = "Adad sahip sun, koru")

5 Antalya'da Kara-in mağarasının bulunuşu bu tür özel adların varlığını gösterir.

3 6 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU

MARDUK

Marduk-apla-iddin (Marduk abla veya ana sabip ol, koru)

ZABABA

Zababa-şum-iddin (Za-baba-şum-iddi-n = Z a baba koru sahip ol)

Naz-i bug-aş "Bug soyundan gelen naz, nazlı"

Kurigalzu (Kur-i -galzu = Kur-i-guz-lu "Guz'lu kurucusu, koruyucusu,

kurtarıcısı4).

Nazibugaş (Naz-i-bug-aş) adı, dil bakımından olduğu gibi tarih ba

kımmdan da çok önemlidir. "Naz" sözcüğü eski Farsçadan akndığı gibi,

"Bug" soyu ya da boyunun Oğuz'ların yanında büyük önemi vardı.

Oğuz'lar evlenmek için hep "Bug" boyundan kız almak istemişlerdir ve

almışlardır. "Bugaş" sözcüğü, Bug boyuyle ilgili olabilir, Kaş'ların kullandığı

bu sözcüğe çok yakın bir sözcüğü de, Gud kral adlarında "Inim-

Bagaş > Bug-aş" biçiminde görüyoruz.

Kas dilinde kral adlarından başka pek çok sözcük de bugünkü Türkçeyle

doğrudan doğruya bağlanabilir: "iranlı, Fars" anlamı da veren

"Tacik" sözcüğüne rastlandığı gibi, "kadın esir" anlamını veren "Kukla"

sözcüğüne de rastlanır ki bugünkü anlamlariyle en güzel biçimde bağdaştığı

görülür. Karaduniaş (Kara-dun-i-aş) sözcüğü ise "kara donlu,

kara elbiseli" olarak açıklanır ki rahip, din adamı sınıfını gösterebilir7.

Bugün de Güney Anadolu'da kullanılan "Şıh" sözü Kas dilinde de

vardır: "şimdi Şıh=sundu Şıh = Şıh verdi" biçiminde tümcelere de

rastlanır, "şum, şim", "sun-mak" demektir.

Sümercede olduğu gibi Kas dilinde de Tanrı adlarının, kral adlarının

ve hayvan adlarının çizdiği küçük, resim sözcükler ve anlamları önemle

ele abnmalıdır. Bir atm adı "uşan-kuş = uçan kuş" biçimindedir. Tanrı

adlarında, genellikle özel adlarda yalvarma, dua anlamı daha çok geçerlidir.

Çoğu da bugün olduğu gibi eylem köklerinden türetilmiştir. "Erol,

6 Aynı metatez olayı 'Kızıl Deniz'in" o zamanlardan kalma "Kulzum" biçimindeki adında

da görülebilir. Türkçede "-r" sesi bulunan sözcüklerde olduğu gibi, "-1" sesi bulunan sözcüklerde

de metatez olayı vardır, özellikle ek alan sözcüklerde görülen "abn, aln-ı" Anadolu ağızlarında

"anU", "yalın, yalnız /yanhz, yanıbş /yanlış /yalmş" gibi.

7 Ahlat'ta şehit düşen Abdurrahman Gazi'nin mezarına "Karadonlar" denilmesi dikkati

çekmelidir. Karadon'lar bir kabile adı da olabilir, Kafkasya'da, Zonguldak'da böyle yer adı vardır.

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 7

Dursun, Döne, Serpil, Savaş" gibi. Tanrı Enlil korusun, Enlil-gücü ya

da "Tanrı Enlil'in soyundan gelen kral" gibi. Ayrıca Kaş'ların inandıkları

"yer, gök, dağ, deniz" tanrılarının Oğuz geleneğinde, İslamlıktan

sonra "Gök-Han-Oğulları, Deniz-Han-Oğulları" biçimlerini alışları da,

gelenek, görenek, kültür birliğinin kanıtıdır. Bu geleneklere, bu tür özel

adlardaki Türkçeye dikkat edilecek olursa, Kaş'ların ve onların kullandığı,

dilin çok daha eskilere, çok parlak uygarlıklara dayanması gerekir.

Bu bakımdan Kaş'lar, Türk tarihi; Türk dili hatta dünya dilleri ve tarihleri

yönünden çok önemli bir hazinedir.

SÜMER'LER

Yazının başlarında açıklandığı gibi, Sümer uygarhğma sahip çıkmak,

Sümercenin en eski Türk dili olduğunu gösteren kanıtları sıralamak,

hem çok güç, hem de çok kolaydır. Güçlüklerin başında aradaki

altmış asırlık zaman gelir. Kolaylığın nedeni ise, Türkçenin, sözcük asıllarım,

kurallarını koruma özelliğidir. Sümer ülkesinde bir tanrıça adı

olan "Ubil-tştar" sözcükleri, Türkçenin çok önemli bir özelliğinin ashm

hemen açıklamaktadır. "İş-tar", "emek-tar" gibi "iş" sözcüğüyle kurulmuş

bir Tanrıça adıdır. "Ubil" ise "kudretli" demektir. Bugünkü "yeterlik,

iktidar" eyleminin aslı da "-u-bil-"dir. Yap-a-bil-mek, eskiden

yap-u-bil-mek" biçimindeydi ve "u" sesi "iktidar" anlamını veriyordu,

"bil-" kökü de bugün de kullanılan "bil-mek"tir. "Ubil-Iştar", "muktedir

îştar" anlamıyle Tanrıça adı olarak Sümercede, görevine uygun ne

güzel kullanılmıştır.

Buna benzer, Sümercedeki pek çok örnekten birkaçını sıralamakta

yarar vardır: Sümerce: Dingir, öteki Türk lehçelerinde, Tengri, Türkiye

Türkçesinde Tanrı, Yakutçada: Tangara; Sümercede: E-dingir-ra =

Tanrı evi, ka-dingir-ra8 = tanrı kapısı" demektir. Sümerce: ka, "ağız,

kapı, menşe" demektir. "Ka-pirig = ka berg = kuvvetli ağız = sihirbaz"

demektir. "Ka" sözcüğü, anlam gelişmesiyle, Kas dilinde olduğu gibi,

Uygurcada da "akraba"' anlamı da vermektedir: "Kadaş = Ka-daş"

sözcüğünde olduğu gibi. Sümercede: ab, e = Türkçede: ab, eb - ev"

8 Sümercenin "ka-dingir-ra" deyimi, kendilerinden sonra gelen Akat'lar tarafından olduğu

gibi Akat'çaya çevrilmiş "Babilu = Tanrı kapısı" denilmiştir ki, Merkezleri Babil'in adı

bu tamamlamadan gelmektedir. Ancak Asur'ların merkezi Ninuva'mn adının daha önce gelen

Türkler tarafından konulmuş olması ihtimali vardır, "ova" sözcüğü ile biten yer adları Türkçenin

"uba>oba" sözcüğüyle kurulmuştur, Kosova (Kos-ova) gibi. Nine-fube.

3 8 VECİHE HATRİBOĞL'U

demektir. Sümercede: "a" "su" anlamı vermektedir, "su" için ayrıca

"sıv" sözcüğü de vardır. Yakutçada da "ü", "su" demektir. Bütün bu

"su" kavramına bağlanabilen sözcükler (göz yaşı, ağlamak ve "yuğ"

töreni gibi) Orhun Yazıtlarmdaki " ı " ve Uygurcadaki "ıg" köküyle açıklanır,

aslı: ıd; ödle /öğle gibi. Sümerde: ama, Çuvaş ve Yakutçada "ama",

Türkiye Türkçesinde "ana, eme" sözcükleri "anne" demektir. Sümercede:

baba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türkçesindeki

gibi "büyük şeyh, dede" anlamlarıyle de kullanılır. Sümercedeki

Ur-baba, za-baba gibi. Sümercede: ad, bütün Türk lehçelerinde, "ata"

demektir. Uygurcada "ada" biçimiyle geçer. Sümercede: diş, Türk lehçelerinde

= dişi, Sümercede: kiş, Türk lehçelerinde kişi sözcüklerinde,

ikinci heceyi oluşturan -i'lerin kökeni açıkça görülmektedir. Sümercede:

igi = göz, sag=kafa (Lugal saggisi=sag-giş-i, = kafalı kişi, akıllı kişi:

Türkçede de sak-al, sak-la-mak, sak-m-mak, sak-ak, sak-ağı" aynı sözcükten

türemiştir. Ayrıca "sak kişi = zeyrek, zeki kişi" anlamında Anadolu'da

kullanılmaktadır. Sümercede: dag, Türkçede: dağ, ancak sözcük

Sümercede "taş" anlamım verirken zamanla Türk lehçelerinde "taşlardan

oluşan" anlamıyle "dağ" kavramına kaymıştır. Sümercede "dağ"

kavramım ise "kur" sözcüğü vermektedir ki, ashnda "şişkin" anlamıyle

"karın" demektir, "kar-m" sözcüğünün aslı da "kur"dur. "kur-sak,

kursak, iç-kur", "kur-daş = kar-daş" sözcüklerinde bu kök bulunduğu

gibi "kur-mak, kur-ul-mak" eylemi de aynı köktendir. Sümercede bu

kökten "kur-sak" sözcüğü de vardır. Sümerce: din, "can" demektir. Bu

kök Türkçede "din-len-mek = canlanmak" sözcüğünde görülür. Uygurda

"tın-lı-lar", "canlılar" demektir. Sümerce: gim, Türk lehçelerindeki

"kimi = kimin=gibi" anlamları verir. Sümerce: ay, gökteki ay'dır,

il ise Türkçedeki il'dir

Meslek adlarından bazıları bugünkü Türkçe ile kolay açıklanır:

uşan-du — kümes hayvanları yetiştiren demektir, uşan = uçan, kuş demektir,

du = tutan, "dutan" yetiştiren anlamını verir: i-şur = yağ

çıkarıcı, i = su anlamından, yağ; anlamına kaymıştır, şur: sormak,

sorup çıkarmak, ezmek" demektir, Çuvaşea "Şur-", "sıkmak, sormak'

demektir, dup - sar: kâtip, dup = tablet, dip; sar = yaz-mak demektir.

Yakutçada da "sar" yazmak anlamım verir. Üstelik Türkçedeki "yaz"

kökü de "s- /y-, -r /-z" değişimiyle aynı köktür. Sümerce "aş-kap",

"ayaklabı" demektir ki "ayak" sözcüğünün Sümercedeki kökü (as /az)

olmalıdır, çünkü "ayak" sözcüğü türemiş bir sözcüktür ve başka Türk

lehçelerinde (az-ak, ad-ak, ur-a) biçimleri de vardır. "Kap" sözcüğü de

bilinen "kap"dır ve aynı anlam, aynı düşünceyle, aynı uygulama düT

Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 9

zeniyle bugünkü Türkçede de "ayağın kabı" olarak "ayakkabı" biçiminde

yaşamaktadır.

Sümercedeki önemli sözcüklerden biri de tarımda kullanılan "apin =

sapan" sözcüğüdür. Yakutçada "süt" sözcüğünün "üt" oluşu gibi, öteki

Türk lehçelerinde "sapan" olan sözcük, Sümercede, Yakutçada olduğu

gibi önsesi "s-"yi kullanmayarak "apin" olmuştur. Sümercede "apşin"

ise "sapan izi" demektir. Bugün Reyhanlı'daki "Afşin" ırmağı "sapan

izi" anlamına bağlanabilir. Sümerce: id "nehir" anlamı verir, bu kök,

td-igle = Dicle, îd-buranın=Fırat, îd-il gibi nehir adlarında görülür.

Sümercede "giş", "agaç" anlamım verir ki, Türk lehçelerindeki

"ıgaç = ağaç" sözcüğüne bağlamr. Ötüken Yış = Ötüken Ormanı da

aynı sözcükle bağlantılıdır. Sümerce: şe-giş = ağaç suyu = ağaç yağı"

demektir ve "susam yağı" anlamında kullanılmıştır. Sümerce: di, "söz,

hüküm" demektir, di-mek sözcüğü ile ilgilidir, "di-kut = söz kesen,

hakim" anlamım verir aynı zamanda "kesin, kutlu, mukaddes söz"

demektir.

Görülüyor ki Sümerce ile Türkçe arasında yapılabilecek karşılaştırmalar

böyle bir yazıya sığmayacak kadar uzayıp gidebilecektir.

Sümer atasözleri de Türk atasözlerinin hemen hemen aynıdır9

Sümer'lerden, Gud'lardan, Kaş'lardan kalan metinlere, bütün

dünya dilci ve tarihçilerinin önemle eğilmeleri gerekir. Çünkü, Türkler,

Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya inerken çeşitli uluslarla ilişki

kura kura göç etmişlerdir. Bu ilişkilerin izleri eski Mezopotamya metinlerinde,

özellikle Türk metinlerinde saklıdır. Bu ilişkilere göre tarihin

başlangıcından beri, Sümer'lerle aynı çağlarda kendi özelliklerine göre

Iran, Hint-Avrupa, Anadolu ve Çin uygarlıkları da vardı.

Sümer dilinin bu kadar mükemmel olması, bu kadar mükemmel

kavramları anlatabilmesi için, yazı olmadan da, en az İ.Ö. beş bin yıllarında

da Sümercenin var olması gerekir. Sümer, Gud, Guz metinlerindeki

izlere göre, öteki uluslrın tarihi de bu kadar eskilere gider.

Ayrıca Anadolu'da özellikle Doğu, Orta Anadolu'da Mezopotamya'ya

inen Türklerin bir kısmının yerleşmiş olabileceğini de dikkate al-

9 Türk dilciliğine pek çok emeği geçmiş olan Sayın Ömer Asım Aksoy'un yapıtları

(Bkz. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü III. Dizin, 1977 Ankara) ile Sümer Atasözleri

karşılaştırılınca aradaki ilgiler Açıkça görülür. (Bkz. M. Çığ, Dünyanın En Eski Atasözleri,

Tarih, Coğrafya Dünyası, Sayı: 2, sayfa: 148).

4 0 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU

mak gerekir. Sümer'lerin Ku-baba" tanrısına Anadolu'da da (Sard'da =

Salihli'de) rastlamak anlamlıdır. Etilerden önceki Proto Hattilerin

dilinin de bitişken "=agglutinant" olması önemlidir. Ayrıca bugünki

Kütahya kentinin adının eskiden "Kutiun=Kut" oluşu da dikkatle izlenmelidir.

Çankırı'nın eski adı da Kengir'dir. Aynı ad Doğu Anadolu'-

da, Kafkasya'da da vardır ve Sümer Ülkesi de aynı adı taşıyoıdu.

Dil verileri, tarihin saklı gerçekleri için sağlam kanıtlardır.

Çünkü hiç bir sözcük kökü, eskilere daya:imadan yaratılamaz.

Nitekim bugün "Hazar denizi" denen büyük gölün Latince adı-

:an "Caspium" oluşu bile, Kaş'ların yaşama alanlarını ve göç yerlerini

göstermektedir. "Caspium" sözcüğünde "epenthese olayı vardır,"-psesi

sözcüğün aslından gelmemektedir. Kaspium denizinin bir adı da

Kasar (Kas-ar)dır. Kafkasya adınında da Kas sözcüğü ile ilgili olduğu

şöylenebilir.

Dil verilerinin yol göstericiliğiyle, başlangıçtan günümüze doğru,

Sümer (Subar), Gud(kut), Guz(Kas) uygarlıklarının halka halka gelişmesi,

eski Mezopotamya'daki Türk varlığının büyük önemini göstermekte

ve Türk tarihinin başlangıcı sorununu aydınlatmaktadır.

isa'dan önceki çağların tarih ve dil verilerinin ışığında, bazı boy,

soy adlarım açıklamak oldukça kolaylaşmıştır. Bu tür özel adların başında

"Oğuz" sözcüğü gelir.

OĞUZ'LAR

İki heceli bir sözcük olan "Oğuz" adı, Türkçedir. Türkçenin özellikrine

göre, kök ve ek bakımından bu iki hece açıklanabilir10.

Orhun Yazıtlarından önce olduğu sanılan (Î.S.V.-VI. yüzyd) Yenisey

Yazıtları'nda "Oğuz" sözcüğü şu anlatımda geçmektedir: "Altı

Oğuz budunta = Altı Oğuz boyunda, ulusunda" (Bkz.Hüseyin N.Orkun,

cilt: III, s.61).

Orhun Yazıtları'nda, Bilge Kağan, Türk ve Oğuz boylarına, beylerine

hitap ederken "Tokuz Oğuz budun kentü budunum erti" der.

(Bkz.H.N.Orkun, cilt: I, s.48).

Bilge Kağan, Dokuz Oğuzlar için, "kendi ulusum" derken, Oğuzların

da Türk olduğu bilincindeydi. Ancak, aradaki, gelenek, birikim,

10 Ayııı konunun bir bölümü Türk Dili Dergisi'nin Mart 978 sayısında yayınlanmıştı.

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 1

boy, lehçe farklarını da sessizce belirtmekteydi. Nitekim az sonraki savaşlarla

sorun daha belirgin olarak ortaya çıkar. Bu sıralarda Oğuzların

bir bölümü Selenga ırmağı kıyılarında oturuyorlardı ve başlarında Baz

Kağan vardı.

Dokuz Oğuzlar, Bilge Kagan'm bu politik çağrısına karşın, kendi

gelenekleri, kendi güçleri açısından, herhangi bir baskıya uğramamak

için, gizlice Çinlilerle anlaşmaya çalışırlar. Bu durumu sezen, Kck-Türk

devletinin başarılı veziri Tonyukuk (elbisesi yıkanmış, temiz) anlamında

kullanılmış olabilir, Dokuz Oğuzlar üzerine sefer düzenler. Sonunda,

Baz Kağan savaşta ölür, Oğuzlar da böylece yenilgiye uğrarlar.

Daha sonraları, Dokuz Oğuzlar, Uygurlarla birleşirler. M.S.745 yıhnda,

Uygur, Basmil ve Karlukların savaşlarıyla Kök-Türk devleti sarsılır,

yıkıhr.

Uygur Kağanı Moyunçur, devletinin dayandığı başlıca topluluk

olarak "On Uygur ve Tokuz Oğuz budun" adlarını açıklar. Demek ki

bu sıralarda Uygurların büyük bir çoğunluğu Oğuz boylarıydı. Aynı

yüzyılda Müslüman Arap coğrafyacıların, Beş Bahk bölgesinde yaşayan

Uygurları, "Tokuz Guz = Dokuz Oğuz" olarak göstermeleri boşuna değildir.

Bu dönemde, Sabran (Savran), Karaçuk (Farab), Karmak, Suğnak

ve Sitgun gibi kentler, Oğuz kentleriydi.

Bu kısa tarihçe de gösteriyor ki "Oğuz" adı, çeşitli kaynaklara,

t.S.VI. ve VII. yüzyıldan beri, geç de olsa geçmiş bulunmaktadır.

Oğuzlar, Türk tarihinin başlangıcından beri durmadan yayılıyorlar,

özellikle Batı'ya, Siriderya'ya, iran'ın kuzeyine, Azerbaycan'a,

Kafkasya, Kırım, Romanya ve Balkanlara yerleşmeye çalışıyorlardı.

Daha öncede, sonra da Suriye'ye, Mısır'a kadar inmişlerdi11. Oğuzlar bu

akınları, sanıldığı gibi göçebe oldukları için yapmıyorlar, yerleşmek için,

devlet kurmak için uygun, elverişli yer arıyorlardı. Yerleşir yerleşmez

de yapılar, anıtlar dikmeğe başlıyorlardı. Kaş'larda, Selçuklularda olduğu

gibi, Kaş'ların Ziggurat'ları gibi:

VIII.-IX.uncu yüzyıldan beri, Araplar kendi kaynaklarında bu

ünlü Türk ulusuna "Oğuz" veya "Uğuz" diyebilirlerdi; dillerinde bu

sesleri karşılayacak harfler vardı. Ancak, Araplar kendi kaynaklarında

Oğuz boylarına düzenli bir biçimde, her dönemde "Guz j j i " demekte-

11 On dördüncü yüzyılda Abu-Hayyan'ın El-Idrak'inde belirtildiği gibi, Mısır'da, Suriye'-

de pek çok Oğuz vardı ve Oğuzca sözcükler, öteki Türkçe sözcüklerden kolayca ayrılıyordu.

4 2 V E C İ H E H A İ B O ĞL

dirler. Bizanslılar da, durmadan sınırlarını zorlayan Oğuzlara kaynaklarında

önemli yer verirler ve daha önce de belirtildiği gibi Oğuzları

"Uz" diye adlandırırlar. Yalnız, Kök-Türkler, Oğuzları, "Uguz" veya

"Oğuz" biçimiyle gösteriyorlardı12. Çünkü Kök-Türkler Oğuzlara, Araplar

gibi "Guz" diyemezlerdi, onların lehçesinde önseste "ğ-" yoktu,

"Kuz" demeleri gerekirdi. Halbuki Oğuzlar kendi adlarını sürekli (Fr.

consonne senore, îng. voiced consannant, Alm. stimhaft) bir ses olan

"ğ-/ğ-" önsesiyle söylüyorlardı.

Başlıca bu önses ve buna benzer başka önses sorunlarından olacak ki,

Kaşgarlı, Divan'mda kendi lehçesine "Türkçe", Oğuzların lehçesine

Oğuzca ya da "Türkmence" der. Kaşgarlı'nm Divan'ında13 Oğuzca ile

Türkmence, daha doğrusu Oğuzlarla Türkmenler eşanlamlı olarak kullandır

ki bir bakıma doğrudur ama daha o yüzyıllarda bile, Türkmenler

bütün Oğuzları kapsamazdı. Nitekim Kaşgarb, Divan'ında, gezdiği yerlerin

topluluklarını ayrı ayrı sırakyor: "Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil" vb.

(Bkz.cilt: I, s.4)

Kaşgarlı'nm Divan'ında "Oğuz" adı "Uguz" biçimiyle de geçer.

"Oğuz" sözcüğünün dört biçimiyle kaynaklarda kullanılması dikkatle

izlenmelidir: Guz, Uguz, Oğuz, Uz.

Dil verilerine, gramere ve tarih kaynaklarının kanıtlarına göre bu

biçimlerin aslına en uygun olanı Araplrın belirttiği "Guz" sözcüğüdür.

Bu sorun, bütünüyle önses, öntüreme (Prothese) sorunudur. Oğuzlar

bu önseslerinin özellikleriyle, kısaca, konuşmalarındaki değişik önsesleriyle,

Kök-Türk lehçesine ters düşmüşlerdir. Kök-Türk lehçesine göre

önseste " g - " sesi bulunamaz ve Orhun Yazıtlarında "g-" ile başlayan

Türkçe sözcük gösterilemez. XI. Yüzyılda Kaşgarb Mahmud da bu durumu

büyük bir yetkiyle anlatmakta ve Türkçede, yani kendi Türkçesi

olan Orhun-Karahanlı Türkçesinde, önseste "g-" olmadığını belirtmektedir.

Bu yüzden "Guz" sözcüğü Kök-Türk lehçesinde, "u-" veya "o-"

öntüreme sesle (Prothese) birlikte kullanılabilirdi. Böylece sözcük "Uguz"

veya "O-guz" biçimlerinde kullanılır oldu. Arapçada ise, önseste

"g-", kolaylıkla kullanılabilir olduğundan sözcük, "gaym = ile,

12 Orhun Yazıtlan'nda belki de sözcük "Oğuz" değil, "Uguz" diye okunuyordu. Ancak

Kaşgarlı'nın Divan'ından sonra iki türlü "Uguz /Oğuz" biçimlerine rastlıyoruz.

13 XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut da Divan'ında Oğuzlar hakkında önemli bilgiler vermekte,

yirmi iki Oğuz boyunu adlarıyle belirtmekte, sözcüklerini ve özelliklerini yetkiyle açıklamaktadır

ve (Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar, 1972 Ankara).

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 3

"Guz" biçiminde gösterilmiştir. Bizanslılar ise bu adı "Uz" biçiminde

yazmak zorunda kalmışlardı. Ancak bu biçim, IX-XI. yüzyıllarda sözcüğün

başındaki öntüremenin henüz "o-" olmadığını, Bizanskların bu

önsesi, "U-" diye duyduklarını kesin olarak bize anlatmaktadır. Sözeüğün

içindeki "g-" sesinin de o dönemde yumuşadığı, hatta eridiği söylenebilir."

Uguz" biçimindeki sözcüğü, Bizanslılar"Uz" biçiminde duymuş

olacaklar ki öyle yazmışlardır14. Eğer o dönemde, Oğuzlar, kendilerine

"Oğuz" demiş olsalardı, Bizanslıların da, Alp-Arslan'la savaşırken ordularına

bile aldıkları bu ulusa, "Uz" yerine "Oz" demeleri gerekirdi. Kısaca

Türklerde "Uğuz" sözcüğünün, "Oğuz" oluşu, en az XI. yüzyddan

sonradır denebilir ve "U-" sesinin "O-" sesine geçişi yanındaki damak

ünsüzü "g-"nin etkisiyle açıklanabilir. Aslında sözcükteki öntüreme,

"U-" biçimiyle kalsaydı, Urum (Rum), Urmiye, Urus(Rus) sözcüklerinde

olduğu gibi, öntüremeli bir sözcük olduğu, çoktan inceleyicilerin dikkatini

çeker, kök ve ek bakımlarından başka başka açıklamalara gidilmezdi

(Bkz. islâm Ansiklopedisi, Oğuz ve Türk maddeleri.).

Arapların "Oğuz" sözcüğünü "Guz= j j i " biçiminde yazmış olmaları

ise, tarih bakımından çok önemlidir. Niçin Araplar VIII-X. yüzyıllar

boyunca sözcüğü, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü duydukları halde,

bu sözcüğü öntüremeli yazmayıp "Guz jy-" biçiminde yazmışlardır?

Hatta Kaşgarlı bile, Türkçeden söz ederken "Uguz" veya "Oğuz" biçiminde

yazdığı halde, Arapça yazdığı Divan'ımn önsözünde, sözcüğü,

"Guz" biçimiyle kullanmaktadır. (Bkz. Kaşgarlı Divanü Lûgat-it-Türk

Tıpkıbasımı, sayfa: 3, satır: 1). Demek ki "Oğuz sözcüğü, Araplarda ve

Arapçada "Guz" biçimiyle yerleşmiştir ki bu biçimin Arapçada geleneği

vardır, başka türlü bu ulusun adı yazılamaz. Bu durum çok önemlidir.

Demek Araplar, Oğuzları "Guz" denildiği zamandan beri tanımaktadırlar

ve eski biçim Araplarda kalmış, yeni biçim yaydmıştır. Arapçada "Oğuz"

lar eski biçimle "Guz"lar diye yerleşmiş ve her çağda "Oğuz" yerine

daima "Guz" demişlerdir.

Bu durumda, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü VII.-VIII. yüzyddan

beri belgelerde bulduğumuza göre Araplarda yerleşmiş olan, geleneği

14 Buna göre sözcük, Orhun ve Uygur dönemlerinde "Uguz" diye konuşulmuş, yazılmış

olmalıdır. Nitekim Kaşgarh'da da hem "Uguz" hem de "Oğuz" biçimi vardır. Sözcük Arap harfleriyle

de o dönemde, çok defa "vav" sız, üzerine "ötre" konmuş elif ile yazılıyordu:

gibi. Üstelik sözcüğün sonundaki "-z" sesini kesinlikle belirtmek için Jjil = Uguzz" biçiminde

" " = şedde" de konuyordu.

4 4 V E C İ H E I I A T İ B O G LU

kurulmuş bulunan eski "Guz" biçimi hangi yüzyıldan beri kullanılmıştır

ve Araplar, "Oğuz"lardan önce, "Guz"ları ne zaman, nerede tanımışlardır?

Bu soruya verilecek yanıtlar, tarihin pek çok karanlık sorunlarını

aydınlatacak, çözülmeyen pek çok düğümü çözecektir.

Kısaca, tarih kaynaklarında görülen dört türlü "Oğuz" sözcüğünün

gelişimi ancak şöyle açıklanabilir:

Aynı olay15 "oruç" sözcüğünde de görülmektedir: Müslümanlığı

Araplardan çok, komşuları iranlılardan alan Türkler, islamlığın başlıca

terimlerini de iranlılardan almışlardır: "Namaz, abdest" gibi sözcükler

Farsça olduğu gibi, "Oruç" sözcüğü de Farsça asılhdır.

Daha önceki Türk dili kaynaklarında "perhiz anlamına gelen bu biçime

yakın bir sözcük bulunmamaktadır15. Farsçada "oruç" sözcüğünün

karşılığı ise "ruze'dir

Türkçede, "r-" sesiyle başlayan sözcük bulunmadığı için, yabancı

dillerden gelen bu tür sözcükler, öntüreme seslerle karşdanmış, bu nedenle

de çok defa biçim değiştirmişlerdir. Lehçelerde Urmiye gölü,

Urum (Rum)17, Urus (Rus) ve yazı dilinde de kullanılan Urfa (Ruha) bu

15 Aynı olayın türlü görünüşleri, eski kaynaklarda belirtilmiştir: Ugan/Ogan, Ugur/Ogur

(uğur), uğramak/ogramak (uğramak); ur-gak > or-gak > orak (Kşg. C.1,9.14), üküş /öküş "çok",

ürgi/örgi "yüksek" vb.

Ayrıca "nehir, ırmak" anlamında kullanılan "ügüz" sözcüğünün durumu da dikkate değer:

Orhun Yazıtları'nda "ügüz" biçimiyle geçen sözcük, Kaşgarh'nın Divan'mda ise "öküz" biçimini

almıştır ve Kaşgarlı, Kaş öküz (Hotan şehrinin iki yanında akan iki derenin adı, Tavuşgan

öküz (Uç şehrinde akan bir derenin adı), Öküz (Benegit ırmağı, Oğuzlarca) demektedir. "Ügüz"

sözcüğünün aslı da şu biçimde açıklanabilir: ıg-ız > iğiz > ügüz > öküz. Kısaca "hayvan" anlamındaki

"öküz"den başka, bu lehçelerde kullanılan "nehir" anlamındaki "öküz" sözcüğü, "su"

anlamındaki "ıg" sözcüğüne çoğul kavramı veren "-ı-z" ekinin getirilmesiyle oluşmuş ve "öküz"

ya da "ügüz", "sular" kavramını vererek "nehir, ırmak" karşılığında kullanılmıştır. Aynı kökten

kurulmuş görünen "öğen" sözcüğü de Uygurcada "dere, çay" demekti. Aslında "öğen" sözcüğü,

"küçük su" demektir ki kökü "ıg > -ig" ve eki "-en", anlamına, yerine uygun olarak kullanılmıştır.

Bir tür hayvan adı olan "öküz" sözcüğü ise Yunanca 'oks' sözcüğü ile ilgili , olabilir.

16 Uygurcada "baçag/paçag", "perhiz, oruç" demektir.

17 Uygurcada Doğu Romalılara "Purum" denilmesi ayrıca dikkati çeker, önsesler bakımından

Fin-Ugur terimindeki "Uğur" sözcüğü de "U-gur" biçiminde bir öntüreme (prothese)

ile açıklanabilir. Hatta, daha ileri gidilerek, yaygın "-r/-z" değişimiyle, "Gur", "Guz" aynıdır,

denebilir. Aynı biçimde bir öntüreme "Uygur" sözcüğü için de geçerlidir.

Uguz -> Oğuz Oğuz (Türkiye Türklerinde)

Uguz -> Uğuz Uz (Bizanslılarda)

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 5

tür sözcüklerdendir. Bu duruma göre "oruç" sözcüğü şu biçimde oluşmuştur:

Farsça "ruze > o-ruç" olmuştur.18 Farsça "rüzgâr" sözcüğü de

Anadolu ağızlarında "ü-rüzgâr, ö-rüzgâr" olmuştur.

Türkçede, yer ve ulus adlarında, bu olayın "i- /ı-" ve "ü-" öntüremeleriyle

kurulmuş yığınlarca örneği vardır: "î-sveç, I-skandinavya,

t-skoç, t-sviçre, I-slav, I-stanbul, î-zmir (Smyrne), Üsküp (Skopi) gibi.

Özellikle, eski çağlardaki "îskit"ler de bu tür sözcüklerle açıklanabilir

ve "Saka" sözcüğü ile ilgisi kurulabir.

Türkçedeki önseslerin özellikleri ve öntüreme olayı ile, "Oğuz" sözcüğü

üzerinde uygulanan bu açıklama, tarihin karanlık, sorulu bir yönünü,

"Oğuz" adının türlü kaynaklarda dört ayrı biçimde değişik yazılışım

çözümlemektedir. Ancak bu açıklama ile, "Oğuz" sözcüğünün asb,

"Guz" sözcüğü olarak belirince, Arapların "Guz"ları ne zaman nerede

tanıdıkları sorunu ortaya çıkar. Bu sorunu tarih elbet bir gün kesildikle

açıklayacaktır. Yalmz bilinen şudur ki, "Oğuz" sözcüğünün "Guz" sözcüğü

olarak açıklanması, Oğuzların, dünya tarihindeki yerini, Orhun

yazıtları'ndan çok eskilere, özellikle, başka uluslarla ilgileri, ilişkileri

bakımından çok gerilere götürmektedir.

Yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü üzere, tarih olayları, dil verileriyle

desteklenirse, Oğuz boylarının ortaya çıkışı sorunu gibi, gerçekler,

biraz daha belirir, sorunlar biraz daha aydınlığa kavuşmuş olur.

Açıklanması gereken boy, soy adlarından biri de I. S. VI. VII.

yüzyıldan, beri bıraktıkları metinlerle tanıdığımız Uygur Türkleridir

Kaynaklarda geçen bazı sözcüklerde Uygur'ların gerçek durumlarım

gösteren izler vardır.

UYGUR VE YUGUR

Bugün Kuzey Asya'da Yugur adı altında yaşayan topluluk, eski

Uygur'ların son temsilcileridir ve adları da tarihin tanıdığı Uygur'ların

aslını göstermektedir.19

1& Yine aynı olayın pek çok örneğini Anadolu ağızlarında görmekteyiz: "rüya/ürüya,

rahat/irahat, rıza/irıza, razı/irazı, renk/irenk, ramazan /ıramazan" gibi. Bu tür sözcüklerle kurulan

tümceler de her gün yörelerimizde kullanılmaktadır: "irahatım kaçtı, irizası yoktu, irazı

değilim, irengi sapsarı oldu, irazamanda oruç tutar mısın?, ürüya görmüş" vb.

19 Kaşgarlı Divan'ında verdiği haritada Yugur'ları göstermiştir. Ancak metinde bu sözcüğün

kullanılmaması dikkate değer. Harita bir başka kaynaktan alınmış olabilir.

4 6 VECİHE H A İ B O Ğ LU

"Yugur" sözcüğünün varlığından, "Uygur" sözcüğünde de bir metatez

olayı bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu duruma göre, Uygur sözcüğünün

aslı Oğuz /guz sözcüklerinde olduğu gibi "Gur" dur. Sözcüğün

önündeki sesler, Türkçede çok yaygın olan öntüreme seslerdir. Buna

göre "y-ı-lan /yılan / ilan /lan" sözcüklerinde olduğu gibi (bkz.V.Hatiboğlu,

Türkçede Bazı Hayvan Adları, Bilimsel Bildiriler 1968) "Yugur"

sözcüğünde de "y-u-gur" biçiminde bir öntüreme olayı (Prothese)

vardır, "u-y-gur" biçimi ise "y-u-gur biçiminin" metathâse'le meydana

gelmesiyle açıklanır. Sözcüğün aslı, "Fin-Ugur" teriminde de kullanıldığı

gibi "Uğur" değil "Gur" dur, tıpkı "Uguz" olmayıp "Guz" olduğu

gibi. Aynı "Gur" sözcüğünü Macar'ların bir başka adı olan "Hungar" da

da görüyoruz. "Hungar" sözcüğü "H-un-gar" biçimiyle açıklanabilir,

önsesteki H- Balkan lehçelerinde çok görülen "öntüremeh" dir. "un-gar"

ise "On-Gur" demektir. "Bulgar" sözcüğü de Bel-gur/ Bul-gar" olabilir.

"Beş-Gur" demektir. "Beş Huz", "Dokuz Oğuz", "On Uygur"

gibi sayı adlarıyla kurulmuş pek çok topluluk adı vardır. Hurri sözcüğüde

Guz/Huz değişimi gibi Gur'dan gelmiş olabilir.

Oğuzca ve Uygurca için en önemli kaynakların başında, Kâşgarlı'-

mn Divan'ı gelir. Kâşgarb Divan'ında, sözcük başındaki "t- /d-" değişiminden

başka Oğuzca'mn çok önemli özelliklerini belirtmektedir.

Kâşgarlı, "h-" ile başlayan sözcükler için şöyle demektedir: "Kitabın

sahibi Mahmud der ki bunun içindir ki bizim atalarımız olan Beylere

Hamir derler çünkü Oğuzlar Emir diyemezler elif harfini "h-" ya çevirerek

söylerler" (Bkz. Divan, Cilt: I, s.112). Kâşgarlı "h" sesinin kendi

Türkçesinde bulunmadığım, sözcüklerin başında bu sesi kullananları

yabancı saydığını açıkça belirtir: "Hotanlılarla Kençekler kelimenin

önünde bulunan elifleri, h'ye çevirirler. Türk dilinde bulunmayan bir

harfi kattıkları için biz onları Türk saymıyoruz. Türkler baba'ya ata,

Hotanhlarla, Kençekliler hata, Türkler ana'ya ana, onlar ise hana derler.

Bkz. Kaşgarb Divan'ı, cilt: I, s. 32), Kas'arm Ana (Hana) kenti gibi.

Kâşgarb ayrıca, k'den dönen h'ler için de örnekler verir: "handa=

nerede, hayu=hangi, hız=kız" sözcüklerinin karşısına da, bunların

Oğuzca ve Kıpçakça olduğunu yazar.

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Kâşgarb'nin Türkçesinde,

yani Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesinde, sözcüklerin

önsesinde "h-" sesi kullanılmamaktadır. Kaşgarlı yalmz Oğuzcada

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I C I 47

/

"h-" sesinin bazı sözcüklerin başında bulunduğunu yadırgayarak belirtir.

Bu durum, dil tariki yönünden olduğu gibi tarih olaylarım açıklamada

da boylar bakımından çok önemli, çok yönlü sonuçlar verir.

Uygurcada da "h-" sesiyle başlayan sözcükler vardır. Oysa uygarca,

Orhun Türkçesi ile Karahanlı Türkçesi arasında bağlantı halkası

saydır. Uygurcada "h-" sesiyle başlayan sözcüklerden birkaçı şunlardır:

haç (kaç: ne kadar, kaç)

haçan (kaçan: ne zaman?)

halın (kalın: ince olmayan, kalın)

haltı (kaltı: kaldı, kaldı ki, ne zaman ki)

han (kan, hükümdar, baba)

hangsız (kangsız, babasız)

hanyu (kayu, ne zaman, ne gibi, hangi)

hara (kara: kara, siyah)

hara kuş (kara kuş: kartal, kara kuş)

harın (karın: karın)

harga (karga: karga)

harı (karı: ihtiyar)

hanmak (karımak: ihtiyarlamak)

hat (kat: kat, tabaka)

hata (kata, defa, kez)

hatıg (katig: katı, sert)

hatun (katun: hatun, kraliçe)

hıl (kd: kıl)

hdınç (kılınç: kılınç, iş, hareket, fiil, amel)

hılmak (kılmak: kılmak, yapmak)

hul (kul: kul, köle)

huş (kuş: kuş)

(Bkz. A. Caferoğlu; Uygur Türkçesi Sözlüğü, istanbul 1968).

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, Orhun ve Karahanlı

Türkçesinde bulunmayan sözcük başındaki "h-" sesi Uygurcaya nereden

gelmiştir, bu sorunu önemle ele almak gerekir.

Uygurcada, sözcük önseslerinde "h-" den başka "g-, p - " sesleriyle

başlayan sözcükler de vardır:

gatıg (katı, sert, sağlam)

gılınç (kılınç: iş)

4 8 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU

gılmak (kılmak: kılmak)

giz (kız: kız, genç)

ganag (konak: konak, köşk)

gorgunçsuz (korkunç olmayan) vb.

Uygurcadaki, "p-" ile başlayan sözcüklerin birkaçı da şunlardır:

pakır (bakır)

par (bar: var)

parça (barça: bütün, hepsi)

park (bark, ev bark)

pek (berk: sağlam)

pışmak (bişmek, pişmek, yetişmek, olgunlaşmak)

Uygurcadaki bu örneklerle birlikte, iki türlü önsesle de kullanılabilen

bazı sözcüklerin varlığı, sonuçları bakımından önemlidir. Uygurcada

hem "bakır" hem de "pakır", "bar/par, barça/parça,pütün/bütün,

bütürroek /pütürmek" gibi sözcüklerin bulunuşu dikkatle incelenmelidir.

Bu durum, yazı dilinde, " b - " ile başlayan sözcüklerin, ağızların etkisiyle

"p-" biçiminde de kullanıldığını açıkça göstermektedir, önceki örneklerde

görülen "k- /g- /h-" önsesleri için de durum aynıdır. Uygurcada,

yazı dilinde "k-" önsesiyle kullanılan sözcükler, Uygur konuşma dilinde

"g-" ve "h-" sesiyle konuşulmaktaydı. Kısaca, Uygurcada yazı dilinde,

bazı sözcüklerin önsesinde "k-" yerine "g-" ve "h-"nin kullanılması,

Uygur topraklarındaki ağızların yazı diline yansımasıdır denebilir.

Ancak biraz sonra açıklanacağı üzere Kaşgarlı, bize başka ip uçları da

vermekte, Uygur şehir halkının başka türlü konuştuğunu da belirtmektedir.

Uygurcamn, Kök-Türk lehçesinden ayrdan bu tür önseslerle kurulmuş

Türkçe sözcükleri, Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır, daha doğrusu

Uygurcada pek çok Oğuz özelliği görülür. Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır:

1) önseslerdeki süreklileşme (sonorisation): "kız" yerine "giz, hız"

denilebilmesi. Anadolu ağızlarında olduğu gibi.

2) îçseslerde yaygın olmayan bir süreklileşme vardır:

"Tarkan" yerine "Tarhan", "Orkun" yerine "Orhun", yılkı" yerine

"yılfeı" gibi.

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 9

3) Sözcük hazinesi, özellikle yabancı sözcüklerin, Kök-Türk lehçesinden

çok fazla oluşu da Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır. Oğuzların

sözcük hazinesi incelenecek olursa, Gotlar, Germenler ve Latinlerle orortak

sözcükler kullanıldığı görülür. Anlaşılan, Oğuzlar bu uluslarla zaman

zaman komşu yaşamışlardı ve kültür abş verişinde bulunmuşlardı.

Ayrıca akraba adları Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştıran önemli etkenlerdendir.

Orhun Türkçesinde kullanılmayan, Uygurcada kullanılabilen

akraba adlarından "baba" sözcüğü, ashnda Oğuzcadır.

Kaşgarb, Oğuzların "ana" yerine "aba" sözcüğünü de kullandıklarım

yazar ki, bu gelenek bu gün de Anadolu ağızlarında sürmektedir

Kaşgarlı bir de "dede" sözcüğünün Oğuzca olduğunu açıklar. Bilindiği

üzere "baba, dede, aga" gibi çok önemli akraba adlan Oğuzlarda kullandmış

ve kullanılmaktadır. Bunlardan, Orhun Türkçesinde bulunmayan

"baba, aga= ağabey, büyük kardeş" sözcüklerinin Uygurcada geçmesi,

ancak Oğuzların etkisi olarak açıklanabilir. Çünkü Uygurcada

"baba" sözcüğüne gereksinme yoktu bu anlamda Uygureada Orhun

Türkçesi gibi "ata, kang" sözcükleri de kullanıhyodu.

Uygurları Oğuzlara yaklaştıran bu kamtlar dışında Uygurların

yazı dillerinin başka, konuşma dillerinin başka oluşu dikkatle izlenmelidir.

Kaşgarlı, Uygurları biraz yabancı tutar2" ve dilleri için şöyle der:

"Uygurların öz Türkçe bir düleri olduğu gibi, kendi aralarında konuştukları

zaman ayrı bir ağız dahi kullanırlar" (Bkz. Kaşgarlı, C.I, s.29).

Demek Uygurlar, yazı dillerinden ayrı, Kaşgarlı'nm bile kolayca fark

edemediği bir lehçe ile konuşuyorlardı ki asıl dilleri de buydu, yani eski

Oğuzcaydı. Yalnız yazı dilleri Kök-Türk lehçesinin büyük etkisinde idi,

çünkü Kök-Türk yazı dilinin geleneği vardı, Uygurlar da bu geleneğe

uymuşlardı21, hatta Uygurlar, Çinlilerle yaptıkları abş verişler için kendi

20 Kaşgarlı Beş Balık halkı Uygurlar için şöyle der: "Bu vilâyette beş şehir vardır. Vilâyetin

halkı en katı kâfirlerdir" (Bkz. C.I, s.113) Bu durum, Uygurların bir bölümünün Müslüman

olmayışı ve Sanskrit sözcükleriyle dolu bir dil kullanışları biçiminde yorumlanabilirse de aslında

Uygurlar, konuşma lehçeleri ve gelenek tutum bakımlarından Kaşgarh'ya, kaşgarlı'nın Türkçesine

ters düşmüşlerdir, Oğuzlar gibi.

21 Büyük Selçuk imparatorluğu ve Anadolu Selçuk Devleti (XI-XIII. yüzyıl) Oğuz boylarına

dayandığına göre, bu devlet büyüklerinin de lehçesi Oğuzca idi, ancak, Oğuzcayı, geleneği

olmadığı için, yazı dili olarak kabul edemiyorlardı. Uygurca ve onun devamı olan Karahanh lehçesi

de bütün zorlamalara karşın Selçukluların kendi lehçelerine, Oğuzcaya aykırı düşüyordu. Bu

zorluklarla, daha başka kültür etkenleriyle, Selçuklular, yazı dili, resmi dil olarak Farsçayı kabul

etmek zorunda kalmışlardı.

5 0 VECİHE H A İ B O Ğ LU

Uygur harflerinden başka Orhun harflerini de kullanıyorlardı ki, bu

yazıları ancak Müslüman olmayan Uygarlarla Çinlilerin okuyabileceklerini

yine Kaşgarlı açıklamaktadır (Bkz. Kşg.C.I, s.29). Böylece, Uygurların

yazı dili bakımından Kök-Türk yazı dilinin etkisinde olduğu

gibi alfabe bakımından da, kendi alfabaleri olmasına karşın, Orhun alfabesinin

etkisinde kalmaları da dikkate değer. Aslında Uygurlar, büyük

ölçüde Oğuzlardı ve aralarında Oğuzca konuşuyorlardı.Bu durumu Uygur

hükümdarı Moyunçur, anıtında açıklar ve başkanlık ettiği ulusun

On Uygurlarla, Tokuz Oğuzların olduğunu söyler.

Araplar ise Uygurları doğrudan doğruya "Tokuz Guzlar" olarak

yazarlar. Bütün bu araştırmalara göre açıklanan sonuçlan özetle şöyle

sıralayabiliriz:

1) "Oğuz" sözcüğünün aslı "Guz"dur. "Oğuz" sözcüğü önceleri

"Uğua" biçiminde idi Araf harfleriyle yazılmış metin aktarılırken bile

Uguz yazmak gereği düşünülmüştür (Bkz. Kşg.C.I, s.38 ve Dizin) daha

sonra "Oğuz" biçimini aldı.

2) "Uygur" sözcüğünün ash da "Gur"dur. Bu sözcük de önce

"Uğur" biçimine sonraları da "Yugur", "Uygur" biçimlerine dönüştü.

3) Aslında, "Uguz" ve "Uğur" sözcükleri aynı Gur /Guz" sözcüğünden

başka bir şey değildir, denebilir. Sözcüklerin sonundaki -r /-z

değişimi,23 çok eski yüzyıllardan beri sürüp gelen Türkçenin yaygın bir

kuralıdır ve bu kural yardımıyla Gur, Guz arasında ilgi kurulur: "Köz/

kor" "tuz /çor", "ikiz /ikir" sözcüklerinde olduğu gibi.

Bu duruma göre "Guz" sözcüğü ile Gur sözçüğü, hatta (Hur) Hurri

sözcüğü ile "Uygur" sözcüğü arasında da bir yakınlık aranmalıdır.

Ural-Altay topluluğundan sayılan Fin-Ugur'larla Oğuzlar arasındaki

yakınlık öteden beri ileri sürülmüştür. (Bkz. Ancyklopedie des islam,

Türk maddesi). Bu tür örnekleri yinelemek konunun önemi bakımından

yararlı olacaktır.

Uğur sözcüğünde "U-gur" biçimindeki bir öntüreme ile sözcüğün

ash "Gur" denümişti. Bu tür öntüremeli açıklama "Uygur" sözcüğü

22 Ancak eski Anadolu Türkçesi olan Oğuzca, Anadolu'da 13. yüzyıldan sonra resmi yazı

dili olabildi ve yavaş yavaş geleneği kuruldu. Bununla birlikte Osmanlı şairleri, Çağatay şairlerine

nazireler yazmaktan kendilerini alamadılar.

Ayrıca 19. yüzyılda Kırım Türkleri de konuşma dilleri ayrı olduğu halde, geleneği çoktan

kurulmuş İstanbul lehçesini yazı dili olarak kabul etmek istemişler, bazı girişimlerde de bulunmuşlardı.

23 Çoğul eki-ar/-er de, Hint-Arapça dillerde/ s, z'ye dönüşmüş olabilir.

T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 5 1

için de geçerlidir: Uy-gur" gibi. Ancak, Türk dil tarihinde "uy-" gibi

bir öntüremeye rastlanmamıştır. Olsa olsa bu öntüreme "yu- > y-u-"

biçiminde olabilir. Türkçede "yılan > y-ı-lan" sözcüğünde olduğu

gibi iki öntüremeli biçim de oluşabilmektedir. Bu tür yinelemelerle,

metatezle, seslerin yer değiştirmesiyle, Gur > U-gur > Y-u-gur > Uygur

biçiminde bir gelişme düşünülmüş ve "Uygur" sözcüğünün asb böylece

"Yugur" olur denilmişti. Özellikle Uygur lehçesinde pek çok sözcüğün

metatezli biçiminin kullanıldığı görülür ki, içinde "-r-" sesi bulunan

sözcükler, metateze daha yatkın olur. Nitekim Uygurcada "yağmur"

yerine "yamgur", "yoğurt" yerine "yorgut", "erdem" yerine "edrem",

"arpa" yerine "abra", "orta" yerine "odra" da denmiştir.

özetle, açıklamalar yardımıyle Uygurlar, eski Gur'lardı, Oğuzlar

da eski Guz'lardı, denildiği gibi -r /-z değişimiyle Gur /Guz sözcüklerinde,

eski çağlardan gelme kök birliği olduğu ileri sürülebilir.

Bu duruma göre, Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya doğru

göç eden ve bir kısmı da göç yolları boyunca yerleşen Türk asıllı kavimleri

şöyle sıralayabüiriz:

1. Sabir'ler, Subar'lar, Subir'ler, Sibir'ler ve Sümer'ler.

2. Gud'lar, Guz'lar (Kus'lar, Kaş'lar, Kos'lar; Kuz'lar Huz'lar

Hazer'ler vb24.)

3. Karagas'lar (Kara-Kas'lar), Gagavuz'lar25, Kazı Kumuk'lar (Gumuk'lar

vb26.)

Mezopotamya'ya ilk gelenler Sümer'lerdir (Î-Ö. 3500-4000).

24 Guz'lar kendilerine "Guzar"da diyorlardı. Sondaki "-r" eki, çoğul kavramı veren bir

ek görünümündedir.: Tatar (Tat-ar), Avar>Ap-ar, Hazer (Haz-ar/Huz-ar/Kas-ar) biçimlerinde

aynı ek kullanılmıştır. "Harezm"ya da Harzem sözcüklerinde de yine -r- sesi dolayısiyle bir

metatez olayı olabilir. Çünkü aynı yörelerde aynı özellikler sürüp gitmiştir. "Huz" sözcüğü,

ayrıca, Arapça "Ahvaz" çoğul biçiminde de kullanılmaktadır.

Aynı "-ar'' çoğul eki "Urartu, Gurer" gibi sözcüklerde de söz konusu olabilir.

25 Gagavuz adının sonundaki bölümün "oğuz" sözcüğünden gelebileceği önceleri belirtilmiştir.

Ancak bu parça "Oğuz" sözcüğünden değil de "Guz" sözcüğünden gelmiş olabilir: yağız/

yavuz sözcüklerinde olduğu gibi. Sözcüğün başındaki bölüm ise Kara /gara" olabilir, bu durumda

sözcük "Gara-guz" olur ki "-r-" dolayısiyle yine bir metatez olayı düşünülebilir. Türklerde soy,

boy adlarında "Kara" sözcüğü çok kullanılmıştır: Kara-Han — Kara Kagan'k, Kara-gas'lar

(Kara-gas veya Kara-Kas) gibi,

26 Kumuk'larm adında çok defa "Kazı" sözcüğünün bulunması, bunların Kaş'larla ilgili

olabileceğini gösterir. Kumuk sözcüğU de (Kuz-muk) biçiminde düşünülebilir. Kumuk'larm gelenek

ve göreneklerinin, halk edebiyatı ve kültürünün zenginliği yıllarca inceleyecilerin dikkatini

çekmiştir ki, bu durum ancak böyle bir Kas soyu geçmişiyle açıklanabilir.

5 2 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU

Sümerler yıpranmağa, zayıflamağa başladıkları sırada, yine ayni

topluluğun kalıntdarı üzerinde Gud'ların hükümranlık kurduklarım ve

bu hükümranlığın 125 (yüz yirmi beş) yıl sürdüğünü görüyoruz (î.ö.

2500). Gud'lardan sonra hükümranlık Sami'lere geçmiştir. Ancak Sümer

ve Gud topluluklarının kalıntıları bu yörelerde yaşamlarım sürdürüyorlardı

ki aynı soydan Guz'lar tarih alanına çıkabildiler.

Sami kavimleri arasında ve üstünde hükümran olabilmek için Türk

asıllı kavimlerin uzun yıllar beklemeleri ve hazırlanmaları gerekmiştir.

Nihayet Isa',dan önce yaklaşık 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Guz'ların

Akad'ları devirerek, Babil'de III. Babil hanedanını kurduklarını görüyoruz.

Akad'lar Guz'lara Kaş'lar ya da Kaşu'lar diyorlardı. Bu bakımdan

"Guz" sözcüğünden çok "Kas" sözcüğü yerleşmişti. Ancak Araplar

ve Farslar daha sonra "Guz" sözcüğünü "Oğuz" sözcüğü karşıbğı olarak

günümüze kadar kullandılar.

Bütün bu açıklamaları şöyle özetleyebiliriz:

cs

Oğuz l

\ t

Uguz (öntüreme ile) +- G U Z - + Kuz -»• Huz -> ( - r ekiyle) Huzar ->Hazar ->-Hazer

/

/

(Bizans çağında) Uz

Görülüyor ki, eskilere dayanmadan yeni bir sözcük kökü yaratılamadığı

gibi, yine eskilere dayanmadan yeni bij ulus da yarrtılamaz.

Bugünkü ulusların hemen hepsi, eski ulusların türlü etkenlerle

değişe değişe oluşmuş yeni biçimleridir-

Dil verileri ise, her çağ için hiç kuşkusuz en sağlam kanıtlardır.

Dil verilerinin öncü, yol gösterici olmalarıyle başlangıçtan günümüze

doğru Sümer (Subar), Gud (Kut), Guz (Kas, Kus, Huz) uygarlıklarının

halka halka gelişmesi, eski Mezopotamya'daki Türk varlığını göstermekte,

Oğuz'ların, Gur'ların, Uygur'ların kökenini açıklamaya yardım

etmekte ve Türk Tarihinin başlangıcım aydınhğa kavuşturmaktadır.

Hiç yorum yok: