Gelecekte bizi nelerin beklediğini kimse bilmiyor. Ama işlerin şimdiki gidişatına bakacak olursak pek de umut verici olduğu söylenemez. Her halükârda en kötü duruma hazırlıklı olmanın kimseye zararı dokunmaz. Uygarlığın sonu yaklaşıyor ve ben inanıyorum ki bizim ömrümüz bunu görmeye vefa edecek. Nasıl sona ereceğini söylemem mümkün değil ama işler yoluna girmeden önce kesinlikle çok daha kötüye gidecek.
Şu an iktidarı elinde bulunduranlar savaşmadan düşmeyecekler. Şebekeyi çökertmek onları sahneden uzak tutmanın pratik bir yolu olabilir ne de olsa bugün makineler yoksa onların dünyası da imkânsız hale gelir. Ama yarın tüm enerji kesilse dahi askeriye ve polisin kendi kaçınılmaz sonlarının farkına varmasının bir hayli vakitlerini alacağından şüpheniz olmasın. Uygarlığın hayat karşısındaki savaşı hızla açıklık kazanacaktır. Bizim buna karşılığımız da hiç aşağı kalır olmamalı. Tamam psikolojik, ekolojik, toplumsal ve manevi aklıselim bakımından göçebe avcı/toplayıcı hayat tarzından çok fazla bahsediyor olabilirim ama iş o kadarla kalmıyor: bu aynı zamanda en kötü durum senaryolarına uyum sağlamak için de son derece elverişli bir yol. Burada sözünü ettiğim şey gerilla savaşı.
Gerilla savaşçılarının daima yiyecek temin etme sıkıntısı olmuştur. Che, gerillalar ve onlara yiyecek ve destek sağlayan köy ahalisi arasındaki ilişkiyi hayatta kalmanın olmazsa olmazı olarak görüyordu. Ve haklıydı da. Pek çok diğer Latin Amerika direniş hareketi sırf yerel halkla ilişki kuramadığı için başarısızlığa uğradı. Bunlardan kimileri bütünüyle reddedilirken (Che’nin son direnişi de dâhil) kimileri de halkı büsbütün terörize etmiştir. Pek çok açık nedenden ötürü bu her iki durumun da başarıya ulaşma şansı yoktur.
Tamam kabul, destek önemli bir etmen ama benim derdim uygarlığı yok etmek, onu nihai olarak yürürlükten kaldırmak üzere ele geçirmek değil ki. Yani bu da özgürleştirilmesi düşünülen nüfustan gelecek olan gıda ve maddi desteğe bağımlılık demek oluyor. Bu daima büyük bir risk olagelmiştir ve bugün içinde yaşadığımız her şeyden haberdar teknolojik gözlere ve kulaklara sahip devletlerin dünyasında bu riski almaya hiç değmez. Toplamayı ve avlanmayı öğrenmekse size bir üstünlük sağlayacaktır: gerektiğinde ihtiyaçlarınızı tamamen kendiniz karşılayabilirsiniz. Bütün bir dünyayla bağlarınız ne kadar az olursa başarma şansınız da o kadar yüksek olur.
Göçebeliğe bağlı kendine yeterlik sizi hareket halinde ve tutar ve yeni koşullara uyum sağlama yeteneğinizi de alabildiğine arttırır. Askerî hayatta kalma planları en kötü durum senaryosuna yöneliktir. Düşman bazı temel vasıflara sahip olabilir ama avcı/toplayıcı yaşam tarzı tamamen bambaşka bir dünyadır. Çevrenizdeki dünya sizin için aşina ve mukaddes bir yer haline gelirken bihaber ve alakasız kimseler için meçhul arazi olarak kalır. Şehirlere göze çarpmadan ve şüphe çekmeden girip çıkmanızı sağlayacak akış ve hareketler hakkında dersler edinirsiniz.
Avcılık bir dizi nedenden ötürü önemlidir. Bunların en aşikâr olanı hedefi tam isabetle vurma teknik beceri ve kabiliyetidir. Bu da her mesafeden zarar verebilecek aletler yapabilmek demektir. Dart, yay, mızrak, bıçak ve tuzakların hepsi de sessizdir ve kolayca üretilebilirler. Ateşli silahlar ve patlayıcılar zarar verme kapasitesi bakımından oldukça farklı sayılsalar da teknik ve beceri bakımından pek de bir farkları yoktur. Pratik önemlidir ama şartlara uyum sağlama yeteneği hayati değerdedir. Diğer aletlerin yardımıyla ateşli silahlara, cephaneye ve patlayıcılara ulaşmanın oldukça kolaylaşacağını belirtmeye ise gerek bile yok.
Ancak avcılık beraberinde iz sürmeyi ve avına sessizce sokulmayı da getirir. Hiçbir makine duyuları tamamen açık birinin sinsiliğini taklit edemez. Ne arayacağınızı ve ardınızda ne bırakacağınızı çabucak öğrenirsiniz. Nasıl etrafınızdaki dünyanın bir parçası olacağınızı öğrenirsiniz: manen ve bedenen. Farkındalık savunmada kalmaktan çıkıp hücuma geçmenizi mümkün kılar.
Göçebe yaşam tarzı son derece formda kalmanızı sağlar. Sırtta tam yükle her gün kilometrelerce yol tepmek hem beden hem de zihin için mucizeler yaratır. Bu bedenlerimizin evrimsel gelişimine denk düşen bir hayattır. Sadece “kazanacak” kadar hayatta kalmaya şartlanmış düşmanımız asla kendini rahat hissedemez ve alacakları hiçbir eğitim onları kökleşmiş bir insanın serpilip gelişebileceği bir yere taşıyamaz.
Göçebe halklar savaş halinde daima bir üstünlüğe sahip olmuşlardır. Fetih ve yayılma savaşları, anında başarıyla sonuçlanmaktan ziyade daima uzun sürmüştür ve tipik olarak ancak zorunlu ikametle tamamlanabilir. Kuzey ve Güney Amerika’da yerleşik imparatorluklar askeri fethe açıktılar. Saldırılacak bir merkezleri ve hükmedilecek bir iktidar konumları vardı. Oysa göçebe avcı/toplayıcılar, kendi menfaatlerine, bunlardan tamamen yoksundur.
Kökleşmiş halkların köksüz düşmanlarını anlayabilme eksikliği hep bir dezavantaj olmuştur. İmha, fetih ve savaşın kökleri hep evcilleşmiş halkların yayılmacı yerleşimlerinde yatar. Bir uygarlığın içinde büyümüş olmak bunu anlayamaz hale gelmemize yol açmakla kalmıyor aynı zamanda bunda bir sorun da göremiyoruz. İnsanları psikolojik olarak boğuşması imkânsız bir biçimde etkileyen bir teknolojiye sahibiz. İmhanın ve makine gibi düşünmenin ilk elden bilgisi maalesef ki bizler için çok aşina. Ama şu durumda, en derin yaramız göçebe bir hayat tarzıyla beraber en büyük üstünlüğümüz haline de gelebilir.
Bırakın sağlığımıza kavuşmamızın öfkesi ve düşmanımızın bilgisi bize en kötü durumda rehberlik etsin ve vahşi bir dünyanın içine dalmamızı mümkün kılsın: evcilleşmenin olmadığı bir dünyada yeniden su yüzüne çıkmak üzere.
Çeviri: İnan Mayıs Aru, Underground Poetix
Şenol Erdoğan'ın sayfasından...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder