31 Ağustos 2018

anadil ya da ulus inşası, dilaver demirağ

Anadil kişinin ailesinde konuştuğu, gündelik yaşamında kullandığı bir dildir ve doğal haliyle hiç bir standartlaşma taşımaz. Buna karşılık uluslaşma sürecinde olmazsa olmaz olan Ulusal Dil böyle değildir, tabii akışı içinde yapılanmaz, müdahaleye uğrayarak standardize edilir. Bunu da sağlayan en önemli şey eğitimdir. Bu bakımdan bugün kimi anarşistlerin de doğal bir talep gibi algıladıkları ana dil de eğitim hakkı üzerinde bir kez daha düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ana dilini özgürce yaşamak ve nesilden nesile aktamak ile bir dilin standardizasyonu anlamına gelen bir dilin eğitim dili olması farklı şeyledir. Bugün Kürt Siyasal hareketinin talepleri arasında yer alan bu talep onlar açısından gayet meşrudur ve gayet de doğrudur, çünkü Kürt Siyasal hareketi daha doğuş anından başlayarak bir ulus inşaasına girişmiş bir siyasal harekettir. Benim Kürt devrimcilerini çok sinirlendiren bir sözüm vardır. Kürt Siyasal Hareketinin aslında Kemalizmin Kürt versiyonu olduğunu söylediğim de bunu ağır bulmuşlardı ve  bir arkadaş bana dönüp “bana milliyetçi deseydin evet bunu kabul etmezdim ama kabul edilebilir bulurdum, ama Kemalist sözü ağır” demişti. Oysaki benim amacım asla ağır bir söz sarfetmek, dışlamak filan değildi o arkadaşın tam da doğal bulduğu şeydi “yani kardeş siz de milliyetçilik yapıyorsunuz, bir halkı bir ulus haline getirme çabasındasınız” demeye çalışıyordum. Ana Dilde Eğitim tam da bunun köşe taşı olan kavramlarından biri. Bugün yeryüzünden silinen bir çok dil var, bu diller ulusal dil haline gelemedikleri, çeşitli uluslar içinde asimile edildiği için kayboldup gitmişlerdir. Bugünlerde Kürt Ulusalcılığının sıkı sözcülerinden biri haline gelen Nuray Mert bunu çok güzel ifade ediyor.
“Dil doğal değil, toplumsal bir ilişkinin başlangıcıdır, toplumsal ilişkiler çerçevesinde dolaşıma girer ve gelişir. Anadil, anasütü gibi veya ‘karın gurultusu’ gibi bir şey değilir, toplumsal-tarihsel bir sürecin ürünüdür. Çeşitli insan topluluklarının toplumsal-tarihsel süreç içinde üretip, geliştirdikleri diller sürekli bir değişim içinde yeniden üretilir. Modern toplum ve buna karşılık gelen siyasal kurgular dili yeniden şekillendirir. Modernleşme sürecini gerçekleştiremeyen veya bu süreçler dışında kalan diller ya Latince gibi tarihi-ölü diller haline gelir veya yerel diller olarak kaybolmaya mahkum olur (İBA-İtalik Bana Aittir-). Kürtçe konuşan halklar, kendilerine ait bir ulus devletleşme imkanına sahip olamasa da, modern toplumsallaşma çerçevesinde dillerini kısmen modern bir dil olarak yeniden üretme sürecini yaşadılar ve bu süreç devam ediyor. Ancak modern(veya modern sonrası biçimlerde) siyasal bir kurumlaşma olmaksızın yerel düzeyde kalan bir dilin modern manada bir ‘kamusal bir dil’ haline gelmesi mümkün değildir  . Zira, bir dilin modern bir iletişim aracı haline gelmesi yani kamusal bir dil haline gelmesi o dilin konuşulmasının sadece serbest olmasını ile gerçekleşebilecek bir şey değildir. Dilin yerellikten kurtulup standartlaşması ve yeni ihtiyaçları karşılayacak biçimde yeniden üretilme imkanlarına kavuşması gerekir. Tüm modern diller ve bu arada modern Türkçe bu aşamalardan geçerek bugünkü halini almıştır. Dahası, bir dilin kaybolmaktan kurtulması ve bunun ötesinde modern (veya post-modern) toplumsal dolaşıma girmesi ancak, o dili yeniden üretecek kurumsal yapıların mevcudiyeti ve bu arada o dille eğitim verilmesi ile mümkün olur.(İBA)”
Mert’in gayet doğru bir biçimde ifade ettiği gibi bir dilin ulusal dil haline gelmesi için standardize olması, yani yerel ağızlardan kurtularak her yerde herkesin anlamakta hiç zorlanmayacağı bir biçimde olması gerekir. Modern dil dediğimiz şey böyle bir şeydir, tıpkı kütükle ahşap kalas arasıındaki fark gibidir bu. Ahşap kalas standardize edilmiş bir üründür. Fabrikasyon üretimde her bir kenarının kaç santim olacağı, boyunun, eninin ne olacağı titiz hesaplamalarla saptanmıştır. Oysaki kütük bir ağaç gövdesidir hiç bir doğal olmayan müdahaleyi içermez, ağacın gövdesindeki tüm standart dışılıkları aynen korur. Yerel dil denilen şey ağaç kütüğü gibidir, o bölgenin ekolojisini, o ekoloji içinde oluşagelmiş kültürel yapıyı yansıtır. Su dendiğinde mesela bizim aklımıza gelen musluk suyudur, ama o dilde su dendiğinde bu pınardan nehire dek tüm suları içeren, doğadaki suyu kapsayan bir kavram olarak kullanılır. Doğal haliyle yaşayan diller standardize edilmezler, onlar o dili oluşturan ekoloji ve yaşam biçimi devam ettiği müddetçe yaşarlar. Bu yüzden de içlerinde bir çok farklı yerel ağzı içerdiği gibi son derece çeşitlidirler. Tam da bu yüzden dağdan dağa, vadiden vadiye, köyden köye farklılık taşırlar, onlar bütün bir ulusta konuşulmak herkesin aynı şeyi düşüneceği biçimde oluşmamışlardır çünkü, kendi yerelliğini yansıtırlar. Bu yüzden de kendi yerelinde varolurlar. Nasıl bir aslanı kutupta, kutup ayısını da savana da yaşatamaz iseniz, yerel bir dili de o yerel ekolojinin dışında yaşatamazsınız. Dilin çeşitliliği ve doğal olarak zenginliği de buradan gelir.
Standard Kürtçe Ya da Asimile Edilen Ana Dil
İmdi Kürtçeyi standardize etmek tüm bu farkları da yok etmek onu kendi içindeki zengin anlatımsal çeşitlilikten arındırmak anlamına gelir. Hatta bir dili ulusal dil yapmak,  uluslaştırılan coğrafyadaki  tüm dilleri ve lehçeleri de yok ederek o dilin resmileşmiş olanı dışındakileri yok saymak anlamına gelir. Resmi Türkçe büyük ölçüde standartlaştırlmış bir Türkçenin fonetiğini model alarak kendi içinde standardize olmasıdır. Bu türkçe ne Tokat Türkçesine benzer, ne yörük, barak türkçesidir. Bütün bu yerelliklerden araındırılmış, tek biçimli bir dildir. Mesela yaylada yaşayan Türkmenin dilini okullu biri anlamakta güçlük çeker, ya da Hemşinli birinin, bir Egeli’nin,Trakyalının, hatta bir Kürdün bu ağızlar standardize olmayan bir dilin çeşitliliğini yansıtır. Oysa resmi dil olan Türkçe’nin herşeyden önce fonetiği çok farklıdır. Bugünkü Türkçe bir Yunus Emrenin türkçesi değildi, oysaki barakların, avşarların, yörüklerin Türkçesi o Türkçeye şimdiki Türkçeden çok daha fazla benzerdi. Ana dilde Kürtçe eğitim verilmeye başlandığında da aynı şeylerin olacağı çok açıktır. Muhtemelen Kurmançi lehçesi esas alınacak ve mesela Zazaca zaman içinde yok olma sürecine girecektir. Ve okullu bir Kürt bir Kürt köyündeki Kürtçeyi anlamakta zorluk çekecektir. Çünkü o Kürçe standardize edilmemiş bir Kürtçe olduğundan, komşu köylerin temasta olunan halkların da dilinin karıştığı bir dildir. Oysaki diğeri arılaştırılmış, saflaştırılmış  bir Kürtçe olacaktır. Doğallığıyla dillerin birbirinin içine geçmesi olağandır. Bu dilin asimilasyonu anlamına gelmez. Ama dil üzerinde oluşan ulusçu emeller onu yok edebilir. Bu hal karşı reaksiyonda üretir. Dilin saflığını korumak gibi.
Ben bir Anarşist olarak tam da en başta bu nedenle dili merkezileştirecek ve tek biçimli kılacak olan ana dilde eğitim meselesine karşı çıkıyorum ve bu talebi desteklemiyorum. Ana dilde Kürtçe eğitimin herşeyden önce Ana dili olmaktan çıkacağını düşünüyorum. O artık ana dil değil ulusun baba dili olacaktır. Anlama özürlülere anlatmak için ana dilde konuşmaya değil, ana dilde eğitime karşı olduğumu söylüyorum, konuşma dili yazım dilinden farklı olarak sonsuz varyasyonlar üretmeye, her türlü eklemlenmeye açık bir dildir.Yani ana dil, doğal halinde endüstriyel işlem diyeceğim saflaştırma işleminden geçmediği taktirde akışkan canlı bir açık sistem halinde yaşamını devam ettirecektir.
PKK-BDP’de temsil edilen millicilik ya da diğer Ulusçu Kürt siyasal hareketleri herşeyi ile modern bir siyasal hareket ve temel projeksiyonu da Kürdistanı modernize etmek. Yani Öcalan’ın Bookchinden copy past yaparak ama ondaki anarşist yanları temizleyerek icad ettiği ekolojist bakış açısı aslında hiç de ekolojist değil, çünkü tıpkı ekolojizmin kendisi gibi o tezler de modernize edilmiş tezler. İcad edilmiş tespitler. Bu nedenle de Öcalan’ın Konfederalizmden Bookchinin anladığı şeyi anladığından kuşkulu olduğumu belirteyim ki bu arada yeri gelmişken ifade edeyim Konfedralizm denen şeyin kendisi de orjini olan Bakunin gibi sorunlu, çünkü Konfederalizm otonomiyi fena halde kısıtlayan ve aslında aşağıdan yukarıya inşaa edilmiş bir devlet. Öcalan da bu tezler biraz daha değişince ortaya bir deve kuşu çıkıyor yani ne deve ne kuş olan yeni bir şey.
Her neyse Öcalan bahsi ayrı bir bahis burada esas üzerinde durduğum konu ana dilde eğitim talebinin bir ulus inşaa etme projesi olduğudur. Tam da bu nedenle bir Anarşist olarak bu talebe ve bu talebi dillendiren Kürt ulusçuluğuna coşkulu bir sempati besleyen Anarşistleri açıkçası anlamakta zorlanıyorum. Çünkü Anarşizm moderniteyi aşma, ulus denen siyasl birliği dağıtma üzerine kurulu bir siyasal proje olduğuna göre bu projeden çok daha geride kalmış ulusçuluğa sempati beslemek, bunu desteklemek bana garip geliyor. Üzeceğim biliyorum ama CHP ile BDP arasındaki fark ulus farkından öte bir anlam taşıyor mu. Programatik farkları bir yana koyarsak son tahlilde BDP de ulusçu bir parti değil mi, ortaya atılan taleplerin tümü de bir Ulus inşaa etme mantığına yaslanmıyor mu?
Peki bizler neden Anarşist olduk mevcut ulusçuluklardan birisi arasında tercih yapacaktıysak o zaman neden Anarşizm denen şeyi kendi siyasal tahayyül dünyamıza kattık?   Ben bir Anarşist olarak Ulus denen forma karşıyım, evet siyasal pratiğimde bunu ortaya koyarak TC Vatandaşlığından çıkarılmam için bir çaba içine girmiyorum, TC  tarafından verilen nüfus kimliğimi yırtmıyorum. Bunu yapamayışımın nedeni de tam da sosyal hayata dönük, devletten uzak bir yaşam inşaa etmiş Anarşist yapılanmaların yokluğudur, kaldıki bildiğimce kendini TC vatandaşlığından düşürten bir Anarşist de yok halihazırda- bunu yapan hiç bir Kürt siyasteçisi de yok, öyleki Karayılan bile hala TC vatandaşı, oysaki mesela PKK kendisine destek verenleri TC kimliklerini yakmaya davet edebilirdi ve bu da kendisi ile çok tutarlı bir eylem olurdu. Ama ben hiç olmaz ise açıkça ulusal kimliğimi reddetiğimi beyan ettim.
Ulus İnşaasına Hayır
Kısacası bir Anarşist olarak bir Ulus inşaası olarak gördüğüm Ana Dilde eğitim hakkını red ediyorum. Ama kürtlerin binlerce yıldır yapageldiği gibi ana dillerini hayatın her alanında sürdürme hatta Kürdistanda türkçe konuşmama hakkını da sonuna kadar savunuyorum. Bu arada Kürdistanda Türkçe konuşmama partiğine ilişkin bir çelişkiye de burada dikkate çekmek isterim. Ne yaman çelişkidir ki Kürt siyasal hareketi hâlâ Türkçeyi yazışmalarında, kendi aralarındaki telsiz konuşmalarında, hatta Öcalanın ifadesi ile örgüt kamplarında bile Türkçeyi kullanmaya devam ediyorlar. Bu bir çelişki değil mi? Öyle ya PKK çevrelerine göre Küristan bir sömürge ve TC’de bu topraklarda sömürge faaliyeti yürüten bir işgalci güç, şimdi bu işgalciye direnenlerin işgalcinin, sömürgecinin dilini kullanması onun varlığını zımmen bile olsa meşrulaştırmak değil midir?
Bütün bunlardan sonra şu soru gelecektir. İyi de Kürtler kendi ana dillerinde eğitim yapmadığı için kendi dillerini geliştiremiyorlar, dahası TC’nin okullarında resmi dil olarak Türkçeyi öğrenmeye devam ettikleri müddetçe ve hayatın aile ve eş dost çevresi dışında kalan bölümünde Kürtçeyi aktif olarak kullanamadıkları için zaman içinde asimile olacaktır. O zaman da Kürtçe ölü bir dil haline gelecektir. Bu durumda bu asimilasyon tehdidine karşı ne yapacaklar? Her eleştirdiğimize bir alternatif çözüm getirmek bir zorunluluğumuz olmadığını düşünürsek buna cevap vermek zorunda değilim. Ama elbette- akıl vermek olarak düşünülmemek kaydı ile- önereceğim şeyler mevcut. Öncelikle ana dil eğer günlük yaşamda aktif olarak kullanılıyorsa unutulmaz. Okulunda yoğun İngilize eğitim gören bir çocuk, nasıl eve geldiğinde ana dilini kullanıyorsa, arkadaşları ile dilini konuşarak devam ettiriyorsa, Kürtçe televizyon, radyo vb sözel ve görsel iletişim organlarında dil kullanılıyorsa Kürtçe unutulmaz, asimile edilmez. Kaldı ki resmi daireler dışında Kürdistanda insanlar sürekli kendi dillerini konuşmaktalar. Ana dilde eğitim asimilasyona karşı tek yol değil. Hasılı bir dil onu konuşanlar olduğu sürece yaşar. Eğer konuşulmuyorsa ölür. Bunun dışında Kürtler devletin okullarına çocuklarını yollamamak gibi bir seçenekle de karşı karşıyadır ve bu bir direniş olarak gayet etkin biçimde hayata geçirilebilir. Hasılı sadece ana dilde değil okullu eğitimin bizzat kendisinde, bu eğitimin yazı ile yoğun ilişkisi nedeni ile hafızanın düşmanı olduğundan, çocuklarımızı bundan koruyabiliriz. Eğitim meselesi başlı başına bir mesele olduğundan bu konuyu başka bir yazıya bırakıyorum.
Dİlaver Demirağ / itaatsiz.org

Hiç yorum yok: