08 Eylül 2011

*Bir İktidar Teorisi – Bölüm 7 , Jeff Vail

Eskilerin “bilgi güçtür” deyimi pek çok kişinin düşündüğünden çok daha doğru görünür. Teknoloji tam olarak tekniklerin ve süreçlerin bilgisine indirgenebilir. İyi veya kötünün antropomorfik niteliklerine sahip olmadan, bilginin kendisini canlı olarak düşünmemeliyiz. Fakat teknolojinin uygulanması, canlandırılması kullanıcıları için dahili ve harici iktidar-ilişkileri yaratır. Tarımı tekrar ele alırsak, bu teknoloji; çoğu kez gözetilmemiş ve gönülsüz olan kullanıcılarından talepte bulunan net bir iktidar-ilişkileri örneğidir. Tarımcılar, tarımın tenik-bilgisinin istihdamlarında belirli sembolik yapılar, bütünüyle yeni iktidar-ilişkileri kullanmak zorundadırlar. Bu yeni iktidar-ilişkileri teknolojinin gizli taleplerini ifade eder. Tarım, üretim yapılarını yaratmak ve savunmak için mülkiyete, yerleşik nüfuslara, hiyerarşik devlete ve sosyal katmanlaşmaya gerek duydu. Tarım tehlikeli biçimde kendisinin devam etmesine gerek duyan nüfus yoğunluklarını destekledi. Birçok çevre koşulunda yaşayan insanlar tarımı terkedemezlerdi. Çoğu ekosistem, eğer nüfus avcı-toplayıcı üretim tarzına geri dönerse yalnızca daha düşük nüfus yoğunluklarını destekleyebilirdi. Bu yüzden, tarım teknolojisini özünde “kötü” olarak tanımlamamalıyız. Fakat tüm teknolojier gibi o da kullanıcıları üzerinde güçlü, beklenmedik ve çoğu kez geri döndürülemez etkilere sahip olmuştur.
Montaj hattına karşı zanaatkârın durumu teknik-bilginin benzer bir örneğini gösterir. Kullanıcı için değer
katması gerektiği bütün olaylar zinciri boyunca bir ürünü ustalıkla yapan bir birey olan zanaatkâr, dönüşümü uygulamak için gerekli tüm bilgiye sahiptir. Örneğin, saat üreticisi bitmiş bir saat aşamasına ulaşana kadar çeşitli safhalar boyunca metali dönüştürür. Benzer şekilde çömlekçi kili tamamlanmış çanak çömleğe dönüştürür, marangoz ağaçlardan mobilya yapar, vs. Her biri bir materyali değer eklenmiş bir ürüne dönüştürme gücüne sahiptir. Zanaatkârın karşısında montaj hattı problemi dikilir. Montaj hattında, bireyler değer ekleme işleminin son derece uzmanlaşmış bölümlerini uygularlar, fakat hiçbiri tam dönüştürme bilgisine sahip değildir. Uzmanlaşma teknolojisinin kullanımı kapitalist perspektiften bakıldığında daha etkin üretim, fakat birey için iktidar kaybı sağlar. Bireysel zanaatkârın yerine, montaj hattı insan bileşenleri üzerinde bir iktidara sahip olur. Üretim bilgisi bireyin kontrolü sürecinde ve dışında gömülü bir şekilde var olur. Montaj hattı insan kontrolündeki bir teknoloji örneği görevi görür.
Kullanıcılarının dışında var olan, ve onların üzerinde önemli bir etki sarf eden bir teknolojiyi yansız sayabilir miyiz? Bu tarz teknolojileri insan “kullanıcılarına” zarar vermeyi arzu eden sezgili, bilinçli varlıklar olarak görmemeliyiz. Kârını devam ettirmek ve hayatta kalmasını sağlamak için ormanları kesip yok eden bir kereste şirketi “kötülük” uğruna doğayı yıkıma uğratmaya özellikle niyetlenmez. Yine de onu yansız sayamayız. Teknolojinin sorgusuz sualsiz kabulü için yaygın olan sav şöyledir: teknoloji iyi ya da kötü bir doğaya sahip değildir. Daha ziyade, insanların iyiye ya da kötüye kullanabilecekleri yansız bir doğası vardır. Bu ifade bariz bir şekilde kusurludur – insanlığın kullandığı teknolojiler üzerinde kontrol sağladığını varsayar. Daha önceden gördüğümüz gibi, gen, mem ya da pazarın iktidar merkezlerini kontrol etmiyoruz – daha ziyade onlar yaşamlarını sürdürmek için bizleri taşıyıcı olarak kullanırlar. İnsanlar teknolojiyi kontrolleri altında değilse yansız olarak tanımlamamalıdırlar. Bilinçli bir amaç sergilememelerine karşın, teknolojiler bütün kendini eşleyen varlıkların yolunu takip ederler: bencil menfaat. Bir rekabet ortamında kendi kişisel menfaatinin peşine düşmeyen herhangi bir varlık hızla varlığını sona erdirir. İnsanlar tarafından geniş ölçüde kullanılmış teknolojiler ve diğer iktidar-ilişkisi bileşikleri genel olarak evrimsel uygunluk testini geçerler. Diğer bir deyişle, hayatta kalırlar çünkü yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan bir tarzda işlerler. Bir virüs gibi, teknolojinin hayatta kalması ev sahipleri ve taşıyıcıları olarak hizmet eden insan toplumlarının kendi çıkarı için kullanılmasına bağlıdır. Ayrıca bir virüs gibi, uzun süreli hayatta kalma ev sahibi nüfusunun hayatta kalmasını güvence altına almaya bağlıdır. Teknoloji dediğimiz bilinçsizce bencil memleri insan kullanımı için zararsız ya da yansız araçlarla karıştırmamak için dikkatli olmak zorundayız.
Sınırlı kaynaklar için rekabet eden mem-bileşiklerince zengin bir çevrede evrimsel avantaj, kuvvetlendirme eğiliminde olan varlığın lehindedir. Eğer kuvvetlendirme sürecinde bitkiler ya da hayvanlar bulundukları ortamın taşıma kapasitesini aşarlarsa daha sonra nüfus olarak sürdürülebilir bir seviyeye kadar gerilemek zorundadırlar. Fiziksel çevreye bağımlı olan ev sahipleri insanlar ile birlikte, insan nüfusu mem-bileşikleri ailesi için ev sahibi bir ortam olarak davranır. İnsan etkileşiminin artan bağlanabilirliği ve kapsamıyla birlikte, meme bileşiği Bencil-Kuvvetlendirici Mem olmuştur. Kuvvetlendirme adımı insan ev sahipleri için tahmin edilemez sonuçlarıyla hızlanmaya devam eder. Belki de olası sonuçların en korkuncu, mem bileşiğinin yoğunluğu ve karmaşıklığının insan ev sahiplerinin tüm Dünyanın taşıma kapasitesini geçmeye zorlayabileceği ve böylece ekosistem çalışmalarında karşılaşılan kapasitenin ölümlerle dengelenmesidir. Pek çok kuşkucu geçmişte her zaman sahip oldğumuz gibi, sürekli artan nüfusa yardımcı olmak için yeterli yeni teknolojiler geliştirme kapasitemizden şüphe etmemiz için bir neden göremediğimize işaret ederler. Bu mantık geometrik büyümenin gerçeklikleriyle karşılaşır; uç bir örnek olarak, bazı noktalarda insan biyokütlesinin saf ağırlığı Dünyanın kendisinden daha ağır gelecektir. Bu, sürekli büyümenin sürekli hareket gibi bir olanaksızlığı gösterdiği bir aksiyomatiktir. Garip bir şekilde bu kavram hakkında şüphecilik gösterenler zamanla birleştirilen yatırımların kazançlarına dikkati çeken aynı insanlardan oluşur – ekonomist Kennet Boulding’in dediği gibi, “ebediyen devam edebilen üstsel büyümeye inanan biri ne bir delidir ne de bir ekonomist.”
Sürekli büyümeye olan inanç, pek çok farklı insan toplumunun temelini oluşturan kuvvetlendirici, hiyerarşik ana modelin bir ürünü olarak varolur. Sınırlı kaynaklarca kısıtlanmış bir sistem içersinde yaşadığımız gerçeğine rağmen, tüm ekonomimiz sürekli büyüme gereksinimine dayanır.
Kamuya ait bir şirket durağanlığı kabul edemeyen yayılmacı bir model örneği görür; eğer yatırımcılarına düzenli, büyüme-temelli bir kazanç sağlamazsa, kendisini hızla yok olmuş bulacaktır. Basın, politikacılar ve genel halk çoğu kez şirketin karar alma sürecinde baskı uygulamak için sıkıştırırlar. Neden şirketler daha sorumlu vatandaşlar olarak davranmazlar, çevreyi korumaya yardım etmezler, ya da çalışanlarını daha iyi gözetmezler? Böyle yapmak uzun dönem kazançlar sağlayabilir, yalnızca toplum için değil bundan başka şirketin kârı için de. Sonuçta, ancak, şirketin mutlak yapısı kendi karar alma sürecinde onu zorlayabilir: şirket Amerikasının aynı zamanda her yerde bulunan, öngörüsü olmayan karar almasıyla sonuçlanarak, hissedar değerini arttırmak için kısa dönem taleplere cevap vermek zorundadır. Şirket gibi, ekonomistler bir bütün olarak bir ülke ekonomisinin, borç ve enflasyon temelli finans yapısı sadece durağanlık ile başa çıkamayacağından, büyümesini geçici olarak durdurmasını ciddi bir tehlike olarak görürler. İster küçük bir işletme isterse de ulusal bir ekonomi olsun, faizle borç para alarak kendini finanse eden herhangi bir varlık, paranın zaman-değerinin geri ödemenmesi istendiğinden dolayı bütün borçlarını ödeyebilir durumda kalmak için sürekli olarak büyümek zorundadır. O halde sürekli büyümeye duyulan kurumsallaştırılmış taleple, toplumumuz sınırlı kaynakların açık gerçeklerini yok saymaya istekli görünüyor. Bu süreç sorulmamış bir soruya cevap arar: eğer mevcut ekonomik yapımız ile devam edersek çevresel olarak aşırılığa kaçmayı bir olasılık olarak mı yoksa kaçınılmaz bir sonuç olarak mı değerlendirmeliyiz?
İnsanlığı endüstriyel devrim, ktlesel üretim ve uzmanlaşmadaki olası çevresel aşırılığa sürükleyen teknolojik memlerin örneklerini gözlemleyebiliriz. Bu yeni süreçler sadece kuvvetlendirmeye devam etmediler, bundan başka hayatta kalmamız için onlara bağımlılığı arttırarak, ayrıca insan ev sahiplerine talepte bulundular. Ekonomik uzmanlaşmanın ve hiyerarşik örgütlenmenin kendi sistemik problemlerini neden yarattıklarını gösterecekken, onlar üretim etkinliğindeki ilk kazançlarını üretiyorlar. Problem, üretimin insan ev sahibiyle – geç-Pleistosen avcı-toplayıcı yaşam tarzı için genetik olarak en uygun şekle getirilmiş bir ev sahibiyle – uyumlu kalmak zorunda oluşudur. Üretimin kuvvetlendirilmiş uzmanlaşması çoğu kez beyni uyuşturan rutin bireysel görevleri talep ederek oldukça katmanlaşmış çalışma gücüyle sonuçlanır, ve genetik olarak optimum küçük-kabile ortamıyla gittikçe uyumsuz gözüken bir örgütlenme ve insan etkileşimi seviyesine gerek duyar. Yüksek oranda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun ortaya çıkışı, insanın endüstriyel ekonominin talepleriyle uyumsuzluğunun bir örneğidir. Araştırmacılar, bu “bozukluğun” avcı-toplayıcı topluluğun evrimsel olarak yararlı bir gelişim görevi gördüğünü, fakat medikal olarak bastırılmış kaldığını çünkü işçileri modern ekonominin talepleriyle uyumsuz kıldığını göstermişlerdir. Ekonomik mem-bileşiği, gittikçe yalnızca bir dişli olduğumuz çevreyle görünüşte uyumlu kalmamızı sağlamayı başarır. Geçici tedbir ölçümleri sistem ile insan uygunluğunu sağlar, fakat çoğu kez insan sağlığı ve mutluluğuna karşı çıkarlar: örnek vermek gerekirse; artan ilaç bağımlılığımız, Bloom’un depresyon “İç Yargıcı”nın ilaçla bastırılması, televizyon hipnozu ve hayatlarımıza gittikçe daha fazla entegre olan medya bileşiğinin hayatlarımızın yerini almasıyla gerçekleşmemiş rüyalarımızı hayal ederek yaşamak. Genomumuzla uyumlu görünmeyen durumları kabul etme eğilimi başlı başına evrimsel bir adaptasyon görevi görür: hızla kuvvetlendirirken ev sahiplerini yatıştırmada en yetenekli kültürler evrimsel olarak daha yaşayabilir durumda olduklarını kanıtlarlar. İnsan mutluluğu için kuvvetlendirmeyi kurban etmiş rakip kültürleri kendi içlerine katmaya ya da yok etmeye eğimlidirler.
Gelişmeyi başaramamış, üretimin sürekli kuvvetlendirilmesine karşı isyan eden ya da direnen kültürler tarihte kendisini sürekli olarak kuvvetlendiren komşu kültürlere ayak uyduramamaıştır. Başarısızlıklarını bugün dünyanın dört bir yanındaki ilkel ve folk-kültürün Amerikan tarzı yaygın medya tüketiciliğiyle aşırı boyutlardaki yıkımında görebiliriz. Daha merkezi, kuvvetlendirilmiş kültürlerin egemenliği, Polinezya’nın şefliklerinden antik Çin’deki birleşmiş imparatorlukların ortaya çıkmasına kadar, tarihin genelindeki bir konu olmuştur. İlerlemenin monoton adımı ve kederinden habersizce, ilerlemeyi kabul edişimiz kültürün küresel evriminde seçilmiş diğer bir özellik olarak var olmasaydı, muhtemelen bu tarz bir yönelim için daha fazla kaygı duyacaktık.
Küreselleşme üzerine yapılan güncel tartışma insan toleransının sınırlarıyla karşı karşıya gelen kültürel mem-bileşiklerinin kuvvetlendirilmesinin destansı mücadelesini özetler. Küreselleşme – mem-bileşiklerinin dramatik, dünya çağındaki kuvvetlendirilmesi ve entegrasyonu – İkinci Dünya Savaşından beri sürekli hızlanmıştı. İletişim tekolojisindeki devrimden yararlanarak, modern pazarlar her zamankinden daha verimli bir şekilde birbirinden ayrı ve oldukça uzmanlaşmış olan ürün ve talebi birleştirme yeteneği geliştirdi. İnsan etkileşiminden her bakımdan üstün olan entegre memetik süper-yapının yaratılışıyla sonuçlanır.
Ekonomik açıdan, küreselleşme sonunda üretimdeki insan bileşenini tıpkı diğer stok zincirleri ya da üretim hattı gibi optimizasyon için hazır, mekandan alakasız, önemsiz bir eşyaya indirgemede başarılı olur. Küresel taşımacılığın artan uğraşılabilirliği ve sermayenin neredeyse sınırsız hareket kabiliyetiyle teşvik edildiğinde, ham maddeleri dünyanın tüm köşelerinden elde ederiz – giderek daha düşük emek ücretleri ve gevşek çevresel düzenlemelerin olduğu bölgelerden. Daha sonra dünyanın dört bir yanındaki materyalleri uygun bir şekilde düşük ücretle işçilerin çalıştırıldığı yerlerde tüketim ürünleri üretmek için gemilerle yollar, son olarak da dünya çapındaki tüketicilere ucuzluklarda sunarız. Düşük emek ücretlerinin ve gevşek çevresel düzenlemelerin her yere ulaşan şirketlere pazarlanmasıyla gittikçe artan marjnal işleri kendine çekme rekabeti, sermaye ve ürünlerin bu tarz uç hareket kabiliyetinin yalnızca tek bir sonucunu temsil eder.
Ekonomistler bilinen bir amacın optimizasyonuna doğru ekonomilerimizi yöneltmeye çabalarlar. İnsan sağlığı, mutluluğu ve güvenliği gibi amaçlar kimilerine açık görünürler, fakat gerçekte amaç kurumsal olarak sabit görünür. Rekabet eden hiyerarşilerin hakim olduğu bir sistem içersindeki evrim süreci, bir amaçlar grubunun diğerlerini tüketmesini talep eder: sürekli büyüme, yayılma, ve artan egemenlik. Daha çok insana yönelik bir amaç peşinde olan herhangi bir şirket ya da ulus kısa sürede kendisini doğal seçilimin basit kurallarını kabul etmediği için yaşamın dışında sıkışmış bulacaktır. Bu şekilde sürekli büyümeyi yalnızca ürün taleplerindeki sürekli artış ve bu ürünlerin depolanmasındaki artan verimlilik sayesinde sürdürebiliriz. Küreselleşme, belli bir ürünün üretimini en etkin olası mekân ve ölçeğe zorlayarak sürekli büyümenin kurumsallaşmasıyla sonuçlanır. İnsan emeği ve aklıyla sağlanmış üretim girdisi optimizasyon için yalnızca başka bir faktör olarak var olduğundan, kısa süre sonra birey sağlığı, mutluluğu ya da güvenliğini arttırmaya adanmış herhangi masrafı kırpıp atarız. Eğer bu tarz masraflar üretim verimini arttırmazsa, sürekli büyümenin belirlenmemiş ekonomik amacını desteklemezler.
Küreselleşme özünde tarım ve endüstriyel devrimlerin kuvvetlendirilmesine benzer görünür, fakat hız ve kapsam bakımından çok daha büyüktür. Aynı şekilde, insan bileşenini susturmak için talepleri genetik toleransımız içersinde tutarak çok daha ayrıntılı mekanizmalara gerek duyar. Eğer bu eğilimi tersine çevirmek için bir yol bulmazsak, en yerinde soru şu olabilir: önce hangi toleransa ulaçacağız; insan ontogenezinin mi yoksa küresel çevrenin mi?
Bilim adamları ve ekonomistler ekonomiyi ve insan ontogenezini uyum içine geri getirmek için birçok model önermişlerdi. Bazısı küreselleşmeyle mücadele etme araçları olarak topluluğa ait değer birimi ve lokalizasyonun yararlarından bahseder. Earth Policy Institute’den Lester R. Brown, gerçekleştirilmiş bir maliyet olarak gelecekteki çevresel hasarları kapsayan muhasebe standartlarını değiştirerek problemi çözmeyi önerir. Diğerleri kişi başına düşen gelir ortalaması yerine medyan kullanmak gibi istatistiksel değişimlerin problemi düzelteceğini öne sürmüştür – Bhutan Krallığı politik hedefleri olarak Gayri Safi Ulusal Mutluluk’u dahi benimsemiştir. Tek bir şey nettir: insanlık hiçbir zaman fikir eksikliğinin sıkıntısını çekmemiştir, ve şimdiye kadar hiçbiri iktidar örgütlenmesinin hiyerarşik modelinin hakimiyetine son vermeyi becerememiştir. Bunu yapmak için – gerçek değişime dokunmak için – önce kendimizi kontrol etmeyi, ve daha sonra iktidarın kendisinin mutlak yapısını kontrol etmeyi öğrenmeliyiz.
Çeviren: Serhat Elfun Demirkol
Teknik bilgi – süreçler ve yöntemler – Tarım teknolojisini oluşturur. Jacques Ellul - The Technological Society çalışmasında teknolojinin mükemmel işleyişini anlatır.
İnsan nüfus tahminleri ve hayatta kalmamız üzerindeki etkilerine dair mükemmel bir görüş için bkz. http://www.dieoff.org
Adbusters Cilt 12 Sayı 5 ‘de (Eylül/Ekim 2004) aktarıldığı gibi, Amerikan Ekonomi Derneğinin eski başkanı, Economic Analysis kitabının yazarı, Kenneth Boulding.
Durgunluğun ortak tanımı : İki ardıl çeyrek boyunca ekonominin gayrisafi milli hasılada pozitif büyüme göstermediği zaman.
Fenomen büyük ölçüde sübvansiyondan dolayıdır. Hiyerarşinin kendi iç etkisizliklerini bastıran en önemli araçları (ayrıca Bölüm 9′da tartışıldı) devam eden kuvvetlendirmenin ana mekanizmalarını sübvanse etmek için iktidarın merkezileştirmesini destekler. Bu, fosil yakıt kullanımının, araba kültürünün ve kolayca elde edilebilir, devlet destekli borçların şiddetli sübvansiyonunda ortaya çıkar.
Küreselleşme ve sermayenin emek üzerindeki hareket kabiliyetinin etkisi üzerine mükemmel bir çalışma için, bkz.“Going Local”, Michael Shuman.
Going Local”, Michael Schuman.




* Çeviri Serhat Elfun Demirkol'a ait... Kendisine  Yabanıl aracılığı ile biizmle paylaştığı bütün şeyler için teşekkkürler..

Hiç yorum yok: