İTHAF VE MUKADDİME
King Solomon Speare’di adının
İncilcesi
Süleyman Kargı dosttur Türkçeye
tercümesi
Hamlet için Horatio neyse
öyleydi bana.
Kıbrıs dolaylarından göçmüş
anavatana.
5 Yıkık bir sur üstüne büyük, cesur ve
mağrur.
Saplanmış bayrak gibi, Ankara’da
oturur.
Selim Işık tek ve Türk. Ve
duygulu, amansız.
Sabırsız ve olumsuz,
yaşantısında cansız
Sanılırdı; gerçekti, hayır
gerçek değildi.
10 Tutunamayanların tarihine eğildi.
Kelime ve yalnızlık hayatın tadı
tuzu
Kucaklamak isterdi ölümü ve
sonsuzu.
BİRİNCİ ŞARKI
Dokuz yüz otuz altı. Tarih
düşüldü. Niçin?
Doğumu önemlidir-yani kendisi
için.
15 Buruşuk yüzler, bezler arasında bir canlı
Başparmağını emdi (yıkanmamış ve
kanlı)
Cahildi, ne bilsindi libidonun
adını
Duymuştu belki belki aşkın
kokusunu, tadını
Sonradan uzun olan yumuk
parmaklarında.
20 Yıkandı çinko tasın sıcak ırmaklarında.
İlk resminde beyazdı kundağı
gibi yüzü.
Bir taşra konağında yaşadı ilk
gündüzü.
Büyükanne, Osmanlı sabrıyla ağır
ağır
Sallıyor beşiğini. Dede bunak ve
sağır.
25 Gelin ürkek ve şaşkın, dede doksanı aşkın,
Gözlerinde kalmamış ışığı hiçbir
aşkın.
Ne zaman yemeğini yediğini
bilmiyor.
Asırlık ayakları, evde bir
hastalıktı
30 Geceleri dolaşan. Dalgın karnı acıktı;
Kalktı yer yatağından, iki
ayaklı hüzün.
Selim’in beşiğine uğradı, beyaz
tülün
Altında yatan teni okşadı.
Titrek elin
Tuttuğu son canlıydı. Sanki,
“Mutfağa gelin!”
35 Diyen bir sese doğru yönelirken, bir ağrı
Saplandı. Ölü buldu onu sabah rüzgârı
İlk rüyanın teriyle (bilincin
eşiğinde)
Islanarak uyandı; kıvrandı
beşiğinde
Kundağıyla büyük ve beyaz bir
elma kurdu
40 Esirlik türküsünü bütün eve duyurdu.
Baba geniş yatakta döndü;
yorganı kaptı;
Anne, meme vermenin sancısıyla
haraptı.
İlk ve son kocasının, “Çocuğa
bak Müzeyyen!”
Mırıltısıyla kalktı kadın kokan
yerinden.
45 Corridos adasında Permanlar arasında
Elinde kendi gibi kuru bir
barracinda
Tutarak, on ikinci derece bir
denklemi
Kaygısız çözmesiyle, Ferrania
Sandolem’i
İndirerek tahtından kadın
saltanatına
50 Son veren Panton Hipyos ya da önce atına
Sonra kadına tapan Hun gibi
Numan Işık
(Oysa ilk yıllarında anneme
nasıl âşık).
Uykulu göğüsleri-kim bilir ne
tazeydi.
İpek geceliğinin içinde sert ve
diri
55 (mektuplarda Numan Bey, aşkını eski Türkçe
-evlenmeden elbette- anlatırmış
anneme)
Kayarken karanlıkta, dede bir
taş yığını
Gibi, genç lohusanın acıttı
ayağını.
Acı bir çığlık kesti Selim’in
nefesini
60 Belki o anda duydu korkunun ilk sesini.
Evin arka bahçesi otlar ve tahta
perde.
Anılar başladı mı? Paslı bir
kilim yerde,
Koruyor dış dünyadan. İlk
böcekler elinden
Kayıp geçiyor. Nine, düşürmüyor
dilinden
65 Belirsiz anlamlarla uyutan ninnileri
Hu diyen dervişleri ürkünç
ecinnileri.
Dandini ve dasdana, kov bostancı
danayı
Yemesin lahanayı, yemesin
lahanayı.
Bir yaşında kızamık, iki yaşında
sıtma,
70 Yakaladı Selim’i. Yavrum terleme, koşma!
Terli bir uyanıştan sonra tam üç
yaşında
Düştü yatağa baygın. Ağlayarak
başında
Kuran okur annesi; bir açılsa
gözlerin.
Ne diyorsun Allahım, duyulmuyor
sözlerin.
75 Baba mırıldanıyor: Selim Işık, güzel şey!
Ağlıyor gürültüyle; hey rahmetli
Numan Bey!
Kasabanın tek doktoru topal
Muvakkar.
Muvakkar’ın tek gözü birazcık
şehla bakar.
“Topal doktor kalksana,
lambaları yaksana,
80 Selim elden gidiyor, çaresine baksana.”
Muvakkar’ın gözü varmış derler
annemde.
Babama severek varmış derler
annem de.
O zaman kaç senesi; tıp,
bildiğiniz gibi.
Bütün umut Allah’tan; hep
bildiğiniz gibi.
85 “Zatürrée. Geceyi atlatırsa ümit var.
Kışın olsa giderdi.” (Dışarda
ıslak bahar.)
Birden gözünü açtı: karanlık
pencereler,
Yağmur izleri. Selim, “Atatürk’ü
gördüm,” der.
Taşrada yetişirken öğrendiği tek
dildi
90 Türkçe, cahil Selim’in. Bu kadar
diyebildi.
Oysa bilseydi (canım) biraz da
Fransızca
“Voila Atatürk maman!” derdi
muhakkak orada.
Az gelişmiş babanın az gelişmiş
tek oğlu,
Şimdi hatırladım da gene
gözlerim doldu.
95 Donuk aydınlığında idare lambasının,
Üzerine eğilen gölgenin
(babasının)
Varlığından habersiz, soluk bir
ateş gibi
Küçücük yatağında. Bir aydınlık
belirdi:
“İşte güneş doğuyor. Kurtuldu,
yaşayacak!”
100 Yamalı bir yıldızdı ilerde ışıyacak.
“İzin ver Selim biraz, Hegel,
Fichte diyelim,
Felsefeyle ilişkin bir de ekmek
yiyelim.”
Böyle buyurdu Kargı, thus spake
King Solomon
Yerindedir bu yargı, evet haklı
Platon,
105 Felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız.
Demekle özetliyor: bu dünyada
yalnızız.
Özür dilerim senden bu sütunda
açıkça,
Çocukluk günlerine kapılmışım
çocukça.
Kelimenin anlamı: sevmek demek
Yunanca.
110 Filo. Sofya’yı sevmek oluyor Filosofya.
Hatırlarsın pasajda Lefter’in
meyhanesi,
Servis yapar, şarkı söyler;
biraz kısıktı sesi.
“O Sofya mu, Sofya mu. Sensiz
içmek olur mu?”
Kır saçlı laternacı biraz mahzun
dururdu.
115 ‘İn vino veritas.’ Ders sofistlerden
Duzikos,
Tarih felsefesinde, ‘Armoniko
Muzikos...’
“Gene sapıttın Selim. Seni kim
durduracak?”
Söylemiştim Süleyman: ben
başlamazsam ancak
Durdurulabilirim. Ayrıca fakir
dilim
120 Bağlı hece vezniyle, taş kesildi sağ elim.
Hecenin çarmıhına çivilenmiş
ellerim.
Kafiye Tanrısına kurban oldum.
Efendim?
“Bir şarkının sonuna kadar
sabredemedin.”
Bundan kaybediyorum, böyle
olduğum için.
125 Ne olur tutma artık beni hece vezniyle
Allahın, senin ve tüm sevenlerin
izniyle
Çözülsün zincirlerim, tutulan
kol çalışsın.
Bir espri uğruna harcatmayın,
alışsın
Selim Işık insana. Söylesin
şarkısını
130 Kesintisiz, acemi. Oblomov hırkasını
Çıkarsın bedeninden. Ey ölü ruh!
kıyam et!
Beğendin mi Süleyman?
“Beğenmedim, devam et.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder